Pazartesi, Mayıs 13, 2024

Türk Kulturkampf’ında Post-Kemalizm parantezi III

Post-Kemalizm

Post-Kemalizm, bir süredir minik değiniler halinde farklı yazarlar tarafından kullanılan ancak henüz yaygın dolaşıma girmemiş bir kavramdır. Bir kavram olmanın getirdiği muğlaklıkların ve farklı anlamlar taşıyabilme kapasitesinin yanında, post-Kemalizm, “post” ön ekinin rastgele kullanımı yüzünden, bu terime her başvuran kişinin keyfi bir tanımlama dayatmasıyla karşılaşmaktadır. Terimin kavramsallaştırılmasında kullanılan içerikler pek derin değildir. Genellikle, “post” ön ekinin yaygın anlamı olan “sonrası” manasıyla, “Kemalizm sonrası” ifadesi çerçevesinde kullanılmaktadır. Kavram bu genel biçimiyle, CHP’ye de, AKP’ye de etiketlenebilmektedir. Kanımca bu kavramsallaştırmaların tek istisnası İlker Aytürk’ün yaklaşımıdır.

Post-Kemalizm Nedir?

Aytürk’ün zihin açıcı yaklaşımında post-Kemalizm, biraz da yorumlayarak ifade etmeye çalışırsam, 1980’lerin başında nitelikli birkaç sosyal bilimcinin gündeme getirdiği ve ardından da, çeşitli entelektüeller, gazeteciler, akademisyenler, düşünce kuruluşları ve yayınevleri tarafından benimsenerek hızla dolaşıma giren ve kültür dünyası ile tarihyazımındaki Kemalist hegemonyayı sarsan fikirler bütünüdür. (Aytürk, 2015, s. 34)[1] Ben de kavramı, bu temelden yola çıkarak ele alıyorum ve sonrasında kendi tasarımıma yönelerek Aytürk’ten ayrılıyorum.

Kavramsallaştırmamda post-Kemalizm terimindeki “post” ön ekini, “sonrası” anlamında değil, Oxford Dictionary’nin “post-truth” kavramında dikkat çektiği üzere, “önemsizleşmesi” anlamında kullanıyorum. (Oxford Dictionaries, 2016)[2] Yaklaşımımda post-Kemalizm, “Kemalizm sonrası” değil, “Kemalizm’in önemsizleş(tiril)mesi”dir. Post-Kemalizm’i, bir paradigma olarak kendi ömrünü tamamlamış Kemalizm’in ardından gelen bir dönem değil, aksine, kültürel yaşamda hegemonyası süren Kemalizm’i itibarsızlaştırarak ortadan kaldırmayı amaçlayan bir ittifak şeklinde görüyorum.

Post-Kemalizm’i, 1980 yılında başlayan ve 2010’da sona eren, Türkiye’nin güncel tüm sorunlarının kaynağında demokrasi eksikliği gören – en azından söylemde – ve bu eksikliğinin bütün faturasını, Cumhuriyetin ilk on yılında uygulanan modernist Kemalist siyasete kesen anti-modernistlerin oluşturduğu bir siyasi ittifak ve sıkça anakronizmaya düşen bir tarih okuması biçimi olarak tanımlıyorum.

Cumhuriyet’in kuruluşunda Kemalizm, geleneksel kültürden ve siyasi rejimden demokrasiye doğru bir sıçrayışı, İslamcılar da varolan yapıyı korumayı temsil ederler. Fakat post-Kemalizm döneminde bu durum tam zıddı bir biçimde sunulur. Tıpkı Kemalizm’e ilk on yılında karşı çıkan herkesin “demokrat” ilan edilmesi gibi, Kemalizm’in Türkiye’yi kurarak sonlandırdığı Osmanlı İmparatorluğu da sivil toplumun ve demokrasinin kaynağı olarak kodlanır. (Nişanyan, 2012, s. 29)[3] Kemalizm ise bu sivil demokratik yapının gerisine düşmüş bir otoriter yapı olmakla yaftalanır. Kendine Post-Kemalizm’in vitrininde yer bulan liberal düşünce, ciddi anakronizmalara düşme pahasına, otoriter Kemalizm’i eleştirmek adına, modernist Kemalizm’e 1920’ler Türkiye’sinde direniş gösteren her kişi ya da harekete “demokrat” etiketini yapıştırır. Böylece post-Kemalizm yıllarında (1980-2010) İslamcılar, Türk demokrasisinin “tarihsel öncüleri” olurlar.

İslamcıların Necip Fazıl’ın “Başyücelik Devleti” adıyla isimlendirdiği aşırı otoriter, dindar tek parti rejimi tasarımı dolaşımdan çekilir, onun yerine Necip Fazıl’ın modernist Kemalizm’i her adımında çoğu kez rasyonel olmayı ya da kaynak, belge kullanmayı önemsemeyen bir biçimde eleştirdiği tarihyazımı dolaşıma sokulur. Demokrasiyi hedefleyen modernist Kemalizm otoriterliğe kapanan donmuş bir yapı olarak gösterilir, demokrasiyi sonsuza değin dışlayan İslamcılar “demokrat” addedilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından boşalttığı coğrafya üzerinde kurulan ülkeler arasında günümüzde en demokratik, en liberal ve en az sorun yaşayan ülkenin Türkiye olmasının modernist Kemalist devrimler sayesinde gerçekleştiği yadsınır, yok sayılır.

Bununla birlikte, Kemalizm’in, Osmanlı’nın ardından getirdiği özgürlükçü epistemenin zaman içerisinde katılaşarak hegemonik bir paradigmaya kapandığı gerçektir. Fakat bu katılaşma için Cumhuriyet’in ilk on yılından başka bir sorumlu aramamak ve Türkiye’nin yaşadığı tüm sorunlardan yalnızca bu dönemi sorumlu tutmak isabetli midir?

Post-Kemalizm’in Arkeolojik Odağı: Cumhuriyetin İlk On Yılı

Türk kulturkampf’ının klasik versiyonunun da, postmodern versiyonunun da düğüm noktası, Cumhuriyetin ilk on yılıdır. Zira Türkiye’nin güncel sorunlarının tümünü Cumhuriyet’in ilk on yılına bağlamak ve her olumsuzluk için bu dönemi suçlamak post-Kemalist yorumların temel yaklaşımıdır. Türk modernleşmesnin en keskin biçimde uygulandığı bu devrimler dönemi, muhalifleri tarafından, gelenekleri dışlamayan bir evrimleşme yerine, tüm geçmişin ve geleneklerin tek hamlede reddedilerek, toptan ve çok hızlı bir Batılılaşmaya/modernleşmeye geçildiği gerekçesiyle kıyasıya eleştirilir.

Modernistler için, Türkiye’nin yüzlerce yıldır devam eden geri kalmışlığının sona erdirildiği ve çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkmak için en büyük adımların atıldığı Cumhuriyetin ilk on yılı, liberaller için demokrasiye geçilme şansının otoriterlik lehine tepildiği, muhafazakarlar için özsel ve özgün kimliğin yitirildiği, İslamcılar için “Müslümanlara bir komplo” kurularak dindarca yaşama özgürlüklerinin ellerinden alındığı, Kürtler için de Kemalist ulus devlet tarafından kandırıldıkları yıllardır.

Kemalizm’in katılaşarak hegemonik bir paradigma haline gelmiş yapısı karşısında, ilk bakışta özgürleştirici gibi görünen post-Kemalizm, kısa zamanda kendi ön yargılarını, kanılarını ve arzularını artık rasyonellikle açıklanabilmekten uzaklaşan bir şekilde katılaştırarak yeni bir paradigmaya kapanır. Türkiye’nin demokratikleşmesi adına heyecan verici bir adım olması beklenen post-Kemalizm, Türkiye’nin güncel siyasi ve sosyal sorunlarının nedenlerini tespit etmede yetersiz kalır. Post-Kemalizm’in Kemalizm’e bakışı son derece anakroniktir. O dönemin şartlarına bulunan çözümleri, bugünün demokratik kavramlarıyla sınamaya tabi tutar. Böyle olunca Kemalist dönem bir gerilemeymiş gibi gösterilir. Oysa Kemalizm kendisinden önceki dönemle kıyaslandığında demokratikleşme açısından da büyük bir sıçrama yaratmaktadır. Post-Kemalizm’in, anakronizmalarla inşa ettiği tasarımı, Türkiye’yi daha büyük demokrasi sorunlarıyla yüzleşme tehdidiyle karşı karşıya bırakır.

Post-Kemalist İttifakın Müttefikleri

Post-Kemalist ittifakın müttefikleri, Kemalizm’in dışladığı, ötekileştirdiği, bazen siyasetten sürdüğü İslamcılar, muhafazakarlar, Kürtler, liberaller ve feministler gibi “Avrupalı, seküler, beyaz erkek” modernizminin dışladığı aktörlerdir. Bu aktörler, 1980’den itibaren  uluslararası ve ulusal pek çok koşulun değişmesiyle Kemalist hegemonyaya başkaldırmak için uygun bir ortam bulurlar.

Türk kulturkampf’ının postmodern versiyonunda İslamcılığın yerini alan post-Kemalizm’in müttefikleri, Kemalizm’e karşı, “demokrasi” ile “temel hak ve özgürlükler” talebi – en azından söylemde – ortak paydasında birleşirler. Böylece klasik kulturkampf’da Kemalizm’e yöneltilen “Müslümanlara komplo düzenleme” suçlaması, postmodern kulturkampf’da “demokrasiye komplo düzenleme”ye evrilir. Post-Kemalizmin, işletim sistemi ve dili, ittifakın azınlık grubu olan liberallerce belirlenir. Zira uluslararası ortamdaki dönüşümler ve oluşan yeni fırsatlar, anti-modernist ittifak içerisindeki aktörler arasında en çok liberal düşünce ve dile destek verir durumdadır. Böylece Kemalizm’le farklı sorunları bulunan her post-Kemalist müttefiki, uluslararası destek bulmak ve kendisini daha meşru kılmak için Kemalizm’le olan mücadelesinde liberal savlara yaklaşır. Post-Kemalizm dönemindeki Türk kulturkampf’ı söylem düzeyinde, modernist Kemalistler ile muhafazakar İslamcılar çatışmasından, modernist Kemalistler ile postmodernist liberaller çatışmasına taşınır. Türk kulturkampf’ının klasik versiyonunda modernistlerin karşısında yer alan İslamcılık, 1980-2010 arasındaki post-Kemalist dönemde pozisyonunu liberal düşünce lehine geriye alır.

Ancak liberallerin de İslamcılara ve muhafazakarlara gereksinimi vardır. Zira Türkiye’de liberallerin kendisini ispatlamış geleneksel referansları yoktur ve bu nedenle muhafazakarların ve İslamcıların dini ve otoriter geleneklerini sahiplenmek durumundadır. (İnsel, Liberalizm, Muhafazakarlık ve Türkiye’de Toplumsal Tahayyül, 2014, s. 88, 89)[4] Ayrıca liberaller hem sayıca az olmalarından hem de seçkinci tutumlarından ötürü toplumun geneli ile muhafazakarlar ya da İslamcılar kadar iyi diyalog kuramadıklarından, siyasi iktidara seçimle gelebilmek gibi bir imkana sahip değildirler. Bu yüzden de, kendi deyimleriyle “İkinci Cumhuriyet”i kurabilmek için, muhafazakarların ve İslamcıların oylarına ve onların iktidar olmalarına muhtaçtırlar. Liberallerin tasarısı, İslamcı ara yüz ile geniş halk kitleleriyle irtibat kurup oy toplayarak İslamcıları iktidar yapmak, ardından da, 1980’den itibaren – en azından söylemde ve yalnızca 2010’a kadar olsa da –İslamcıların, kendi programlarıyla eşitlediklerini siyasi dili ve programı üzerinden, Türkiye’yi kendi liberal programları ile restore etmektir.

Bununla birlikte liberaller aslında 1990’larda İslamcılara bir güven de duymazlar. İktidarı ele geçirdikleri anda Kemalizm’in yaptığı gibi devlet gücü aracılığıyla kendi İslamcı gündemlerini Türkye’ye dayatacaklarını düşünürler. (İnsel, Kemalist “Laiklik” mi, Çoğul Toplum Laikliği mi?, 2014, s. 137)[5] Buna karşılık, İslamcılığa değil, “devletin toplum üzerindeki hükümran konumuna karşı cephe açmak” gerektiğini savunurlar ve böyle yapıldığında, artık iktidara İslamcılar da gelse, Kemalistler de gelse hiçbirinin devlet kurumları aracılığıyla kişilerin düşünce, vicdan özgürlüğü ve yaşam biçimi gibi konulara müdahale edemeyeceklerini varsayarlar. (İnsel, Kemalist “Laiklik” mi, Çoğul Toplum Laikliği mi?, 2014, s. 137)[6] Liberallere göre halk bir kez demokrasinin kazanımlarını tadarsa, artık buradan otoriterliğe bir geri dönüş mümkün değildir.

Liberallerin önerisi, post-Kemalist ittifakla Kemalist devlet düzenine saldırılması, bu düzenin lağvedilmesi ve böylelikle İslamcılar’ın devleti ele geçirerek otoriterleşme şansı bulmalarının, daha böyle bir olasılık doğmadan önce bertaraf edilmesidir. Liberaller güya İslamcıları yanlarına çekerek Kemalizm’e son verecekler ve devletçiliği yok ederek, Türk kulturkampf’ının diğer tarafı olan İslamcılığın getirebileceği otoriter riskleri de ortadan kaldıracaklardır.

Ancak post-Kemalist ittfakın sonu olan 2010 yılının ardından, gerçekleşenler bunun tam aksi olur. Kemalizm’in kültürel hegemonyasını liberal destekle kıran İslamcılar, önce 2002’de iktidara gelirler ve devlet içerisindeki modernist Kemalist odakları temizlerler, orduyu tümüyle sivil yönetimin altına alırlar. Bunun ardından kendilerini siyasi iktidarda güvende hissettikleri anda da, liberalleri lağvederler. Özetle liberaller kendi tuzaklarına düşerler.

Post-Kemalizm’in Soykütüğü

Post-Kemalizm’in işletim sistemi olan “demokrasi” ile “temel hak ve özgürlükler” talepleri liberallerin ideolojisinden alınırken, bu ideolojiyi tarihsel olarak Kemalizm karşısında meşrulaştıracak tarihsel kaynaklar ve tarih okumaları İslamcıların külliyatından elde edilir.

Özellikle Necip Fazıl’ın ürettiği anti Kemalist, İslamcı tarih yazımı, 1980 ile 2010 arasında egemen olacak post-Kemalizm’in neredeyse tüm tarih yazımının olgularının bizzat kendisidir. Yine Rıza Nur, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Halide Edip ve Çerkez Ethem gibi, Kemalist tarih yazımının çıpası olan Nutuk’a eleştiriler yönelten tüm anılar ve metinler de post-Kemalist tarih yazımının temel tarih kaynaklarıdır. Kendi güncel döneminin bir siyasi hareketi olan post-Kemalizm, tıpkı Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yaptığı üzere Cumhuriyet’in ilk on yılındaki olay örgüsünü belli bir siyasi perspektifle ve tarafgirlikle oluşturur. Bu nedenle de Kemalizm’in resmi tarih yazımını restore ederek bir sentez inşa etmek yerine, onu toptan reddederek, Kemalizm’le aynı radikallikte bir pozisyon almayı tercih eder. Böylece post-Kemalist tarih yazımı, tümüyle İslamcı tarih yazımını izler. Resmi Kemalist anlatıyla çelişen her veriyi, anıyı, yorumu herhangi bir sınamaya tabi tutmadan doğru kabul eder.

Post-Kemalist paradigmanın ilk metni olan ve Cumhuriyet’in ilk on yılını kapsamlı şekilde ele alan Mete Tunçay’ın T.C.’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) (Tunçay, 1981)[7] kitabı, Necip Fazıl’ın tarih tezlerinin itibarlı bir akademik dille bütünüyle derlenip toparlanmasıdır. Tek fark, Necip Fazıl’ın, tüm bu tarihsel gelişmelerde Kemalistlerin niyetlerinin “Müslümanlara komplo kurmak” olduğunu ileri sürmesiyken, Mete Tunçay’da bu niyetin “demokrasiye komplo kurma”ya evrilmesidir.

Yarın: Post Truth ve Otoriterleşme

[1] Aytürk, İ. (2015). Post-post-Kemalizm: Yeni bir Paradigmayı Beklerken. Birikim (319), 34-47.

[2] Oxford Dictionaries. (2016). Word of the Year 2016 is… 08 04, 2017 tarihinde English Oxford Living Dictionaries: https://en.oxforddictionaries.com/word-of-the-year/word-of-the-year-2016 adresinden alındı

[3] Nişanyan, S. (2012). Yanlış Cumhuriyet. İstanbul: Everest Yayınları.

[4] İnsel, A. (2014). Liberalizm, Muhafazakarlık ve Türkiye’de Toplumsal Tahayyül. Türkiye Toplumunun Bunalımı (s. 60-102). içinde İstanbul: Birikim Yayınları.

[5] İnsel, A. (2014). Kemalist “Laiklik” mi, Çoğul Toplum Laikliği mi? Türkiye Toplumunun Bunalımı (s. 130-151). içinde İstanbul: Birikim Yayınları.

[6] İnsel, A. (2014). Kemalist “Laiklik” mi, Çoğul Toplum Laikliği mi? Türkiye Toplumunun Bunalımı (s. 130-151). içinde İstanbul: Birikim Yayınları.

[7] Tunçay, M. (1981). T.C.’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931). Ankara: Yurt Yayınları.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI