Pazartesi, Mayıs 13, 2024

Unutturulması gereken İlişki – Devalüasyon ve enflasyon…

Fiyat istikrarı için devalüasyon – enflasyon ikilisi arasındaki ilişkinin koparılması ve kafalardan silinmesi gerek. Bunun güçlü bir ekonomi programı, sağlam bir para politikası ve eşgüdümlü bir maliye politikası dışında çözümü yoktur.

2001 yılına gelene kadar Türkiye’de uygulanan kur rejimi Merkez Bankası’nın aylık enflasyon kadar devalüasyon yapılması üzerine kurgulanmış sürünen kur rejimiydi. 1990 yıllarını yaşayan tüm hazineciler o dönemde akşam saatlerinde açıklanan kurlardan aylık enflasyonun ne olabileceğini hesaplar ve aylık beklentilerini ona göre belirlerlerdi. Bu sadece banka hazinelerinde çalışanlara özel bir durum değildi. Mal ve emek piyaslarındaki üreticiler, hane halkı da Merkez Bankasının açıkladığı kura göre fiyatlama yaparak enflasyonda belirli bir beklenti ile fiyatlama yaparlardı.

Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar diyebilirsiniz. Yani kuru daha düşük bir devalüasyona tabi tutsak o zaman beklentileri o yönde yönetmiş ve daha düşük bir enflasyon hedefine ulaşmış olabilirdik diyebilirsiniz. Tabi herşey bu kadar kolay olmuyor. İktisatçıların imkansız üçleme dedikleri kavramın devreye girmesi işte bu noktada önemli. Yani aynı anda faizleri, kuru ve sermaye hareketlerini kontrol etme imkanınız yok. Sermaye hareketlerinin serbest olmasını istiyorsanız ve para biriminizin değer yitirmemesini istiyorsanız karşılığında mevcut risklerinize göre ödemeniz gereken bir faiz bedeli oluyor. Faiz konusunda bedel ödemek istemiyorsanız ve sermaye hareketleri serbest olsun diyorsanız bedelini para biriminizin düşüşü ile ödüyorsunuz. Ülkeniz dışa açık, tasarruf açığı yaşıyor ve cari işlemlerde de açık yaşıyorsanız bu bedel çok daha ağır oluyor ve tüm dengeler bozuluyor. Hatta bir sonraki dönem öedediğiniz fatura daha da ağırlaşarak gelecek nesiller üzerine borç yükü olarak biniyor.

Bu konuda en güzel yaşanan örnek 1994 yılıdır. O dönemin hükümeti faizleri düşürme konusunda uyguladığı baskıyla kuru patlatmış ve bir sonraki dönemde enflasyonun kontrolden çıkmasına neden olmuştur. Kurun tekrar kontrol altına alınması için çok daha yüksek faizlerle büyük bedeller ödenmiştir.

Enflasyonu düşürmek için uygulanan para kurulları ve önceden belirli devalüasyon oranları uygulaması da  arka planda sağlam ve bütüncül bir programın gereklililiğini Türkiye’ye 2000 yılında öğretmiştir. Siyasetçinin vazgeçemediği popülizm sebebiyle maliye tarafındaki dengesizlikler para politikasını etkisiz hale getirmiş, programın inandırıcılığını sıfırlamış ve bir sonraki yıla büyük bir devalüasyonu aktararak Para birimine önemli bir değer kaybı yaşatmıştır.

Yıllardır uygulanan ve toplumun genlerine işlemiş klasik devalüasyon ve enflasyon döngüsünün kırılması da kolay değildir ve olmamıştır. Fiyat istikrarının sağlanması için devalüasyon ve enflasyon ikilisi arasındaki ilişkinin koparılması ve kafalardan silinmesi çok önemli bir noktadır. Bunu güçlü bir ekonomi programı, sağlam ve güvenilir bir para politikası ve kurala dayalı eşgüdümle yönetilen bir maliye politikası ile sağlanması dışında ekonomi teorisinde ve uygulamalarda herhangi bir çözümü yoktur. 2002 yılında uygulanmaya başlanan ve 2015 yılına kadar sürüdürülmeye çalışılan fakat sonrasında tamamen terk edilen bu ekonomi politikası, verimliliğin de artışı ile Türkiye’ye ekonomide oldukça başarılı bir resim çizdirmiştir. Burada kurumların bağımsızlığı, liyakata dayalı yapılmış görevlendirmeler, şeffaflık ve hesap verebilirlik kavramlarının da çok önemli bir yer tuttuğunu söylemenin doğru olacağı kesindir. Kur rejiminin değişimi ve güvenin yeniden tesisi ile sağlanan resimde enflasyon ile devalüasyon birbirleri ile hiç ilgilenmemeye başlamışlardır. 2008 global krizinde yaşanan sermaye çıkışlarının TL’deki değer kaybına rağmen bir sonraki sene ve izleyen yıllarda enflasyonda önemli bir trend yaratmamıştır. Yatırımların arttığı ve buna bağlı olarak yüksek cari açıkların oluştuğu yıllarda bile para politikası etkin bir şekilde uygulanmış ve enflasyonu kontrol altında tutacak yeterlilikte bir faiz oranı ile sermaye çıkışlarını önlemiştir.

2013 yıllarında başalayan otoriterleşmeye paralel olarak kurumsal yapıların çöküşü, liyakatsizliğin sıradanlaşması ve hukuktan uzaklaşılarak şeffaflığın rafa kaldırılması farklı bir rejime geçişin sinyallerini vermeye başlamıştır. Dalgalı kur rejiminde olmamıza rağmen fiyatlama davranışları değişmiş ve 2018 yılından bugüne kadar ortaya çıkan resim enflasyon ve devalüasyon ilişkisini tekrar uyandırmıştır. Ekonomi teorisini hiçe sayarak politik ideoloji ile faize bakmak, sermaye hareketlerinde önemli miktarda kaynağın çıkışı ile sonuçlanmıştır. Hükümetin 1994 yılındaki faiz takıntısı gibi bir takıntıya dalgalı kur rejiminde giriyor olması, hem faizi hem de kuru kontorl altında tutmak istemesinin sonuçları tabi ki sermaye kontorlü yönünde olacaktır. Finans kesimine kamunun kurumları tarafından yapılan baskılar, finansal mühendislikler, ortodoks yöntemlerin bırakılarak heterodoks yaklaşımla eklektik yöntemlerin seçilmesi daha önce yaşananların aynı sonucu vereceği konusunda neredeyse hiç bir soru işareti bırakmamaktadır.

Tüm bunlar dövizin yeniden kılavuz enflasyon bekleyişlerinin de bu çerçevede oluşacağını ve biriken devalüasyonların topluma enflasyon olarak geri döneceğinin en büyük kanıtıdır.

Çözüm belliyken yanlışta ısrar etmenin bedeli 84 milyon tarafından ve geleceği çalınarak ödenecektir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI