Pazar, Haziran 16, 2024

Krizin bedelinin ödenmesi

Eğer son iki yılda izlenen akıl dışı politikalardan şirketler kesimi, tartışmalı da olsa, kazançlı çıktıysa, şu anda içinden geçtiğimiz krize ait faturanın bedelini bu şirketler mi ödemelidir? İstihdamın ve dolayısıyla talebin kaynağı olan şirketlere yaklaşım nasıl olmalıdır?

Para politikasında sıkılaşmanın artarak devam ettiği bir dönemden geçilirken, kamunun hangi ölçüde tasarrufa yöneldiği ve gelir kalemlerini hangi etkinlikte kullandığı konularında ciddi soru işaretleri mevcuttur. Kökleri daha öncesine dayanmakla birlikte özellikle 2021’den itibaren inatla sürdürülen yanlış ekonomi politikaları sonucu ülke ekonomisi bataklığa saplanırken, çocukların okula aç gönderildiği, temel ihtiyaçların lüks sayıldığı günlere tanıklık ediyoruz.

Yanlış politikalara kesilen faturanın seçim sonrasında ödenmesi kaçınılmazdır; ancak faturanın paylaştırılmasında daha kabul edilebilir bir yöntem ve politika seti izlenmemesi krizin yaygınlık derecesini artırmaktadır. Bu durum iktidarın siyasi tercihinden kaynaklanmaktadır.

KRİZİN ZAMAN DİLİMİ

Akıl dışı politikalar etki süresi ve kapsam bakımından 2021-2023 dönemi ile sınırlandırılmamalıdır. Eğer sürdürülebilir ve başarılı olunabilirse, normalleşmeye kademeli geçişin ve görece düşük enflasyona ulaşılmasının beklendiği dönem de akıl dışı politikanın değerlendirme kapsamına alınmalıdır. Standart politikalardan olumsuz anlamda kesin ve keskin şekilde sapıldığı 2021 ile bu sapmanın gerçekleştiği andaki enflasyon, öngörülebilirlik ve görece istikrar şartlarına dönülmesinin hedeflendiği 2026 arası dönem (2021-2026) akıl dışı politikaların etkilerinin yansıdığı zaman dilimi olarak tanımlanabilir.

Kanımızca, 2021’de başlatılan akıl dışı politikaların şirketler kesimi üzerindeki net etkisi 2026 sonuna kadar görülecek ve o tarihte takriben 5 yıllık bir bilanço çıkarılarak kazanç veya hasarın tespiti yapılabilecektir. Yüksek ve oynak enflasyon ortamında yapılan getiri hesapları geçici mahiyettedir.

Bu beş yılın 2024’e kadar olan ilk döneminde kazanç sağladığı düşünülen bazı şirketlerin 2024-2026 aralığına ait ikinci dönemde bu kazançlarının bir kısmını, belki de tamamını kaybetmesi mümkündür. Veya bazı şirketlerin sistem dışı kalacak olması ya da azalacak sektör payları nedeniyle 2026 sonunda diğer bazı şirketlerin sektörde paylarını artırdıkları da net şekilde görülebilecektir.

Krizlerin konsolidasyona yol açarak, büyük işletmelerin sektörlerinden daha da fazla pay almasına yol açtığı bilinmektedir. Her kriz bir silkelemedir. Mevcut ekonomik sistemde tekelleşme ya da yoğunlaşmanın ana kaynağı rekabetin bir parçası olan krizlere ve dalgalanmalara dayanıklılık düzeyidir. Finansman ve özkaynak gücü olmayan, markalaşması zayıf, rekabet yeteneği kırılgan işletmeler genelde küçük-orta ölçekli ya da iyi yönetilmeyen büyük işletmeler olduğundan, her kriz daha büyük veya daha sağlam olanı krizin geçiştirilmesinden sonraki sürece daha güçlü şekilde hazırlamaktadır.

Genel kural, izlenen bir politikadan kazanç sağlayanların, o politikanın tersine dönmesi hâlinde zarara katlanmasıdır. İki zıt politikadan da aynı kesimin kazanç elde etmesi veya zarara maruz kalması anlaşılabilir olmadığı gibi, toplumun taşıyabileceği bir yük de değildir.

FATURANIN PAYLAŞTIRILMASI

Heterodoks (fakat öyle olmayan) veya sıra dışı  (ama sıra dışının da ötesi) ya da geleneksel olmayan (ama bu tarifi de aşan) gibi sıfatlarla tanımlanan akıl dışı ve günü kurtarmaya dönük politikalara ait faturanın ödenmesinde özünde basit, ama adalet ve denge terazisinde ayrıştırma yapılırken detaylandırılmış bir yönteme başvurulmalıdır.

Öncelikle reel sektör için kârlılığın ana dayanaklarına bakalım. Anormal politikaların izlendiği bir dönemde yüksek negatif reel faizlerle finansman sağlanması finansman giderlerini düşürmüş, diğer yandan negatif faiz oranı ve yüksek enflasyon ortamının doğal olarak yol açtığı artan talep de ciroları yükseltmiş, kendi lehlerine hareket edebilmeleri için şirketlere fiyatlamada alan açmıştır.

Yoksulluk ve bölüşüm krizinin üretim ve istihdam tarafına yansımasını bugüne kadar geciktiren ise parasal genişleme ve talebi erkene çekme etkisi yaratan yüksek enflasyondur; ancak iç talep, tasarruf ve sermaye bakımından bu durumun sürdürülebilirliğinin sonuna gelinmesi nedeniyle görece akılcı politikalara geçiş yapılmıştır.

Anormal politikaların izlendiği dönemde şartlar gereği aşırı kazanç elde eden kesimlerin normalleşmeye dönülmesiyle birlikte bu kazançlarının bir kısmından kaçınılmaz olarak feragat etmesi ve/veya bazı vergilendirme yöntemleriyle faturanın ödenmesine daha fazla iştirak etmesi bir zorunluluktur. ‘Kaçınılmaz feragat’ edilmesi ifadesiyle; örneğin düşük faiz ortamında finansman maliyeti azalan işletmelerin normalleşmeyle birlikte daha yüksek bir maliyete katlanması veya artan faiz ortamında tasarrufun mal/hizmet talebine değil, mevduata yönelmesi nedeniyle satışların daralması gibi yeni politikaların kaçınılmaz sonuçlarına işaret edilmektedir.

Anormal politikaların izlendiği son iki yılda yoksullaşma ve bataklığa sürüklenme şeklinde büyük bir bedel ödeyen, avurtları çöken ve gözlerinin feri sönen dar ve orta gelirli kesimlerin ve küçük işletmelerin de normalleşme sürecinden fayda sağlamasa dahi en azından ödenecek faturadan daha az pay alması gerekmektedir.

Genel kural, izlenen bir politikadan kazanç sağlayanların, o politikanın tersine dönmesi hâlinde zarara katlanmasıdır. İki zıt politikadan da aynı kesimin kazanç elde etmesi veya zarara maruz kalması anlaşılabilir olmadığı gibi, toplumun taşıyabileceği bir yük de değildir; bu tür bir yük direnci besleyecektir.

Ancak durum tespitinde temel sorun; sıra dışı politikalardan memnun olan ya da kazanç sağladığını kabul eden bir kesimin ortada gözükmemesidir. Finansal veriler üzerinden kazanç sağladığı açık olan kesimler, bu durumun sürdürülemez olduğunu, olağan akışında zaten bedel ödeyeceklerini, sermayelerinin aşındığını belirterek faturadan daha fazla pay almak istememektedir. Bu argümanların bir kısmı doğru olduğu gibi, faturadan pay almamak ya da en az payı almak için hamleler yapılması da olağandır. İşte bu noktada, durum tespiti ve fatura paylaşımında siyasi tercihler kilit roldedir.

Son iki yıldaki anormal politikalar döneminden kazanç sağlayanlar bazı açılardan henüz netleşmemiştir. Medyada reel sektörün (şirket ve tacirlerin) ve finansal kesimin son iki yılda yüksek kazançlar sağladıklarına dair bazı veriler paylaşılmaktadır.

KAZANÇ SAĞLAYANLAR-ŞİRKETLER KESİMİ

Son iki yıldaki anormal politikalar döneminden kazanç sağlayanlar bazı açılardan henüz netleşmemiştir. Medyada reel sektörün (şirket ve tacirlerin) ve finansal kesimin son iki yılda yüksek kazançlar sağladıklarına dair bazı veriler paylaşılmaktadır.

İSO 500 bünyesindeki şirketlerin ciroları 2022 yılında nominal %119, reel olarak TÜFE üzerinden %33, ÜFE üzerinden %11 büyümüştür. Bu şirketlerin faaliyet kârlılığı %96 artarken, faaliyet kârlılığı oranı 2 puan düşerek %12,8’e gerilemiştir. FAVÖK %100 oranında artarken, FAVÖK kârlılığı oranı gerilemiştir. Finansman tarafında yaşanan sıkıntıların katkısıyla özkaynaklar %124, toplam borçlar %67 büyümüştür. Finansman giderlerinin faaliyet kârına oranı %61’den %41’e gerilemiştir. İlk 500’de yer alan işletmeler içinde en büyük 50 işletmenin payı artmıştır.

Kapsamı en geniş araştırmalardan biri olan, TCMB ve TÜİK tarafından hazırlanan sektör bilançoları istatistiklerine göre, takriben 10.000’i büyük (250’den fazla çalışan ve 2022 için 250 milyon TL’den fazla ciro ve bilanço büyüklüğü), 40.000’i orta (50-250 çalışan ve 2022 için 50-250 milyon TL ciro ve bilanço büyüklüğü), 210.000’i küçük (10-50 çalışan ve 2022 için 10-50 milyon TL ciro ve bilanço büyüklüğü), 720.000’i mikro (10’dan az çalışan ve 2022 için 5 milyon TL’den az ciro ve bilanço büyüklüğü) ölçekli olmak üzere toplam 1 milyona yakın şirketin kârı 2022 yılında 4 kat artmış, özkaynaklar %93, aktifler %69, cirolar %113 büyümüştür. Banka kârları da 4 katı aşan oranlarda büyümüştür.

İşaret edilen sonuçlar toplam bazda bir gelişimi ve performansı sunarken, özünde fotoğrafın bileşenlerinin profilini net olarak göstermemektedir. Çünkü bu tür araştırmalarda, şirketler belirtilen 4 ölçeği aşacak şekilde daha fazla alt kırılımla analiz edilmelidir.

Büyük ve kurumsal şirketlerin sektör hâkimiyetleri, rekabet güçleri, fiyatlama kapasite ve becerileri bakımından belirtilen performanstan çok daha parlak sonuçlara imza atmış olmaları muhtemeldir. Hayatın her alanında geçerli olan yoğunlaşmanın etkisiyle, bu büyük firmaların ulaştığı performans genel görünümü doğrudan etkileyebilmektedir. (Yoksullaşmanın ve gelir uçurumunun artığı dönemlerde kişi başına gelirin artması gibi) Bu nedenle ulaşılan tüm sonuçlar alt kırılımlara göre ortaya konulmalıdır. TCMB-TÜİK araştırmasına konu edilmiş işletmelerle ilgili aşağıdaki tabloda bazı bilgiler sunulmaktadır.

 

Görüldüğü üzere satış, aktif ve özkaynaklar bakımından tüm işletmelerin %60’ını meydana getiren takriben 10.000 adet büyük ölçekli işletme istihdamda %1’lik paya sahiptir. Mikro olarak sınıflandırılan 10’dan az çalışanı bulunan ve toplam istihdamın %73’ünü oluşturan 720.000 işletmede yaşanacak büyük kayıpların toplam bazda, satış ve varlık gibi önemli finansal göstergeler üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Elbette küçük işletmelerdeki kayıplar istihdam ve talep üzerinden tahmin edilenin ötesinde tahribat yaratabilecektir. Ancak sadece yukarıdaki resim dikkate alındığında, satışlardaki payı %3,7 olan mikro işletmelerdeki küçülmenin büyük resime tesirinin olmayacağı görülebilir.

Hükümet, süslü söylemlerle örtmeye çalışsa dahi, dar ve orta gelirli kesimlere daha fazla yük getirilmesinin arzulandığı açıktır. Ancak ekonomi öylesine tahrip edilmiştir ki şirketler kesimine ilave yüklerin getirilmesi kaçınılmazdır.

ENFLASYONUN KAYNAĞI

Krizden kazanç sağlayanların saptanmasında ve krizin faturasının paylaştırılmasında dikkate alınması gereken diğer bir husus olan ‘kâr enflasyonu’ Türkiye’de ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Yani maliyet ve ücret artışlarını aşacak boyutta gerçekleşen fiyat artışlarının, oluşturulan çarpık ortamdan, olumsuz beklentilerin beslediği ileriye dönük pozisyon alışlardan ve yapay piyasa fiyatlarından istifade eden şirketlerin kâr oranlarını yerleşik düzeyin üzerine çıkarmasından kaynaklandığı ifade edilmektedir.

IMF, Avrupa için yaptığı araştırmada enflasyonun ana kaynağının kâr enflasyonu olduğuna işaret etmiştir. Avrupa örneğinde, fiyatlara göre ücretlerin daha yavaş hareket etmesi kâr enflasyonunun temel nedeni olarak gösterilmekte ve 2 yıl içinde kâr oranlarının eski düzeyine döneceği öngörülmektedir. Türkiye’de reel kesimi temsil edenler ise aksi yönde iddialarda bulunmaktadır. Mesela İSO 500 şirketlerinde kârlılık oranları 2022’de gerilemiştir.

Her kesim kendi işine gelen argümanlarla konuya temas ederken, yüksek ve oynak enflasyonun ve çarpık bir düzenin bulunduğu ortamlarda esasında bizzat işin içinde olanların da yanlış değerlendirmeler yapabildiği açıktır. Zaten bu nedenle krizin farklı toplum kesimlerine, özellikle şirketlere etkileri bakımından 2021-2026 döneminin ele alınması gerektiğine, henüz ilk yarının yeni bittiğine yukarıda değinilmiştir.

ŞİRKETLERE FATURADAN DAHA BÜYÜK PAY MI?

Bu noktada kritik sorumuzu soralım; eğer son iki yılda izlenen akıl dışı politikalardan şirketler kesimi, tartışmalı da olsa, kazançlı çıktıysa, şu anda içinden geçtiğimiz krize ait faturanın bedelini bu şirketler mi ödemelidir? İstihdamın ve dolayısıyla talebin kaynağı olan şirketlere yaklaşım nasıl olmalıdır?

Şirketler kesimi son iki yılda kriz ortamından yüksek kazanç sağladığına göre krizin bedelini de ödemelidir gibi kestirme bir çıkarım yanlış olacaktır. Faturayı bölüştürmede izlenecek yönteme değinmeden önce şirketler kesiminin ödeyeceği bedele ilişkin bir saptama yapmamız gerekmektedir.

Öncelikle ödenecek bedeli ikili bir sınıflandırmaya tabi tutmalıyız. İlki, bundan sonraki dönemde azalan talep, zayıflamış sermaye ve artan/artacak finansman yükü nedeniyle olağan akışında şirketlerin ödeyeceği bir bedel bulunmaktadır. Bu bedeli net olarak tanımlamak zordur; yaşanarak görülecektir. Zaten toplumun geniş kesimlerinin yoksullukla boğuştuğu bir ortamda aksi bir gelişim olamaz. Konunun sadece iç talep değil, şu anda yönü ve kapsamı bakımından belirsizlikler bulunan dış talep boyutu da mevcuttur.

Ödenecek ikinci bedel ise, kamunun şirketler kesimine getireceği vergi ve vergi benzeri yüklerdir. Kamu kesimindeki israfın devasa boyutu, tasarruf yapmamaktaki ısrar ve bozulan bütçe dengesi şirketlere ilave yükler getirilmesine neden olacaktır. Hükümet, süslü söylemlerle örtmeye çalışsa dahi, dar ve orta gelirli kesimlere daha fazla yük getirilmesinin arzulandığı açıktır. Ancak ekonomi öylesine tahrip edilmiştir ki şirketler kesimine ilave yüklerin getirilmesi kaçınılmazdır.

Kamunun şirketler kesimine yükleyeceği bedelin saptanmasında yukarıda da işaret ettiğimiz üzere toptancı, genel geçer uygulamalara başvurulmamalıdır. Her öneri ve yoruma karşı dile getirilebilecek argümanlar bulunmakla birlikte, bir krizin yaşanmakta olduğu, bir şekilde faturanın ödeneceği ve bugüne kadar krizin bedelini ödeyenlerle ödemeyenler arasında ve aynı zamanda bedeli henüz ödememiş olanların kendi içinde bir ayrıştırma yapılması gereği açıktır. Büyüklük, performans ve sektörler bakımından ayrıştırma yapılarak kurumlar vergisi oranlarının belirlenmesinde bazı farklılaştırmalar yapılabilecektir.

Hâlihazırda hükümet, bazı farklılıklar olsa da genel anlamda kurumlar vergisini şirketler için %25’e yükseltti. Bu oran ihracat yapan kurumlar için %20, sanayi sicil belgesine sahip kurumlar için %24, finans kurumları için %30’dur. Esasında bu ayırım doğru olmakla birlikte en azından 3 yıl için vergi oranları bazı düzeltmelere tabi tutulmalı ve sektörler arasındaki farklar daha da açılmalıdır. İmalar sanayinin korunması öncelikli olmalıdır.

Örneğin, sanayici ve ihracatçı kuruluşların vergi oranlarının daha da düşük, diğer işletmelerin ise daha da yüksek olması ekonominin ihtiyaçlarına uygun olacaktır. Önceki yazılarımızda detaylı şekilde aktardığımız üzere, bankalar için kurumlar vergisinin %40’a çıkarılması ve bu durumun kredi verme potansiyeli üzerinde yaratacağı baskının azaltılması ve finansal yapının güçlendirilmesi amacıyla bankaların (kamu ve özel) ciddi tutarda zorunlu sermaye artırımına yönlendirilmesi yararlı olacaktır. İç talep daralmasına gidilen bir dönemde ve durgun ve yönü belirsiz bir dış talep ortamında imalat sanayinde verginin %20’ye düşürülmesi ve istihdama önemli katkı sunan mikro işletmelerin gözetilmesi de anlamlı bir yaklaşıma tekabül edecektir.

Diğer bir önerimiz ise, son iki yılda yüksek performans sergileyen kuruluşların, sektör ayırımına da bağlı olarak, daha yüksek vergi oranlarına veya belirli finansal göstergelere (kârlılık gibi) bağlı olarak artan vergi oranlarına tabi tutulmasıdır. Ekonomideki tüm aktörleri (sektörler, kuruluşlar, çalışanlar) sadece 2-3 gruba ayıran ve tek tip oran içeren vergilendirme politikaları günümüz gerçeklerine ve krizin bedelinin ödenmesi koşullarına uymamaktadır.

Kamuoyundaki tepkiye istinaden siyasilerin zaman zaman kamuda tasarrufun yapılacağı ya da bu konuda bazı genelgelerin yayımlandığına dönük beyanlarını konu alan haberler herhangi bir kişi tarafından ciddiye alınmamaktadır. Bu haberler tersine insanlarla dalga geçildiği şeklinde yorumlanmaktadır.

KAZANÇ SAĞLAYANLAR-VARLIK SAHİPLERİ

İzlenen akıl dışı politikalardan son iki yılda kazanç sağlayan diğer bir grup ise, herhangi bir uğraş göstermeden, ticari ya da finansal riske girmeden sahip olduğu varlıkların değeri 3-5 kat artan kesimdir. Hükümet garip şekilde bu kesimi vergilendirmeye dönük hiçbir adım atmamakta, aksine son yıllarda gelirini ve varsa çok sınırlı tasarrufunu kaybetmiş, kamburu çıkmış, hayata yabancılaşmış çalışan ve işsiz kesimi hedef tahtasına oturtmaktadır.

Bir çaba ya da emek sergilemeden ya da risk almadan varlıklarının değerinde keskin artış olanlara kesilecek faturada tek tip ya da tek grup altında bir ilave vergilendirme yapılmamalıdır. Ama örneğin, 3’den fazla gayrimenkule sahip olanlar için artan gayrimenkul sayısına göre artan oranda bir ilave vergilendirme yapılabilir. Benzer bir dilimlendirme kira geliri olanlar için de mümkündür.

Türkiye’de finansal piyasaların gelişimi için bazı kazançlar vergilendirilmemektedir. Örneğin, borsada çok yüksek kazançlar edilebilmesine karşın bir vergilendirme söz konusu değildir. Benzer şekilde yüksek mevduat kazancı elde edenler için de stopaj dışında beyan ve vergi mevcut değildir. Oysa bazı gruplandırma ve artan vergi oranları ile vergi kapsamı dışına çıkarılan bu kesime de ilave vergiler getirilmelidir.

Her vergi önerisinde karşılaşılan itirazlara benzer şekilde, bu öneriye de, finansal piyasaların korunması ve geliştirilmesinin aksayacağı gibi klişe hâline gelmiş ve gerçeklikle alakası olmayan karşı argümanlar dile getirilecektir. Oysa %100’leri aşan kazançların elde edildiği bir ortamda %5-10-20 gibi vergi oranlarının bir caydırıcı etkisi söz konusu olmayacaktır.

Ayrıca kadim sorumuz ortadır: bu faturayı kim ödeyecektir? Yanlış para politikası nedeniyle darbe almış kesim mi, yoksa bu politikalardan ciddi tutarda kazanç sağlamış olanlar mı? Vergi kazanandan mı, yoksa adına vergi denilmese de gelir kaybı üzerinden bugüne kadar kaybedenlerden mi alınacaktır? Negatif reel faizler sebebiyle TL’de kalıp sınırlı birikimini kaybedenler mi, yoksa bu ortamdan hiçbir risk almadan son derece yüksek kazanç sağlayanlar mı vergi ödeyecektir?

KAMUDA TASARRUF

Gelir ve sermaye kayıplarının yaşandığı ekonomik kriz ortamında devletin geniş kesimlere vergi ve benzeri yükler getirmesi yanlış politikaların bir sonucu olmakla birlikte, aynı zamanda farklı bir konu daha herkes tarafından tartışılmaktadır: Bireyler ve özel sektörün farklı zorluklarla boğuştuğu ve sıkıntıların şiddet seviyesinin her geçen gün artığı bir ortamda kamu kesiminin tasarruf yapmaması.

Kamuoyundaki tepkiye istinaden siyasilerin zaman zaman kamuda tasarrufun yapılacağı ya da bu konuda bazı genelgelerin yayımlandığına dönük beyanlarını konu alan haberler herhangi bir kişi tarafından ciddiye alınmamaktadır. Bu haberler tersine insanlarla dalga geçildiği şeklinde yorumlanmaktadır.

Bu nedenle kamu kesiminde tasarruf yapılacağı yönündeki afaki açıklamaların bir kenara bırakılarak, temel beslenme ihtiyacını karşılayamayan çocuklara duyulması gereken bir saygının gereği olarak, her ay kamunun yaptığı (‘yapacağı’ değil) tasarrufun ilgili kamu kurumu, tasarruf kaleminin niteliği ve tutarı gibi detaylarla paylaşılması gelir ve adalet uçurumunun derinleştiği bir ortamda sembolik bir anlam taşıyacaktır. Her kesime getirilen vergilerin memurlara yapılan seyyanen zammı karşılamadığı bir ortamda, kamunun savurganlığı toplumun ve şirketlerin ilave yükleri taşımadaki tükenmiş potansiyelleri üzerinde bir ağırlık oluşturmaktadır.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI