Pazartesi, Mayıs 13, 2024

Kemalizme esastan değil, usulden itiraz: Post-Kemalizm

Kıymetli meslek büyüğüm ve bu platformda köşe paylaştığımız Berk Esen, post-Kemalizm üzerine çok faydalı bir tartışma yürüttü. Kendisinin yazdıkları bana bir şeyi tekrar hatırlattı: Kemalizme yapılan bu post-Kemalist muhalefetin esastan olmaktan çok usulden olduğu. Ya da başka bir ifadeyle, bu muhalefetin Kemalist Devrim’in yöntemine itiraz ederken esası usule bağlayıp Cumhuriyet değerlerini aşağılarca bir tavır içinde bulunarak bu topraklara getirdiği laiklikten toplumcu düşünceye kadar birçok değeri de görmezden gelmeleri. Yani, halka “tepeden bakmak” ile suçladıkları Kemalizme tepeden bakmaları.

Bu ittifakın özellikle “sol” kısmında yer alanların tutumları, ait olduğunu iddia ettikleri Marksist literatürden de ne anladıklarını sorgulatır bir nitelik taşıyor. Her şeyden önce Marx, Osmanlı’nın da içinde bulunduğu Asya toplumlarını, “Asya Tipi Üretim Biçimi”ne dahil ettiği eder ve bu tür toplumların dinamik değil, durağan bir özellik gösterdiğini söyler. Bu yüzden, bu tür toplumlarda itici güçleri destekler. Hatta Marx, tam da bu yüzden Hindistan’daki İngiliz sömürgesine dahi destek vermiştir. Dolayısıyla yabancı sömürgesine dayanmaksızın milli güçlere dayanan Kemalist Devrim, Marksizm açısından da olumlu bir aşamayı, dinamizmi temsil etmektedir aslında.

Hakim toplumsal grubu, yani Osmanlı Hanedanı’nı yerinden etmesi açısından mutlak olarak ilerici bir noktayı temsil eden Kemalist Devrim’in “usul” ya da yöntemine yapılan itiraz da yine Doğu toplumlarına Batı literatüründen bakmanın bir sonucu olarak kabul edilebilir. Türkiye gibi modernleşmeyi bürokratlar üzerinden yaşayan, Batılı anlamda sınıfların zayıf olduğu, erken dönemde bürokratların eğitimleriyle doğru orantılı olarak bürokrasinin hakim sınıfsal çıkarlardan özerk bir karakter kazandığı, ülkeyi dönemin önemli Alman iktisatçısı List’in de etkisiyle başta bağımsız millî iktisat olmak üzere her anlamda bağımsız ve uluslararası sistemin onurlu bir mensubu yapabilmek için hanedanı gözden çıkarabilen ve ait olmadığı sınıfın, burjuvazinin çıkarlarına dönük bir devrim yapabilen bir bürokrat sınıfının bulunduğu bir ülke, Weberyan ve Marksist okumanın devleti hakim sınıfların tahakküm aracı olarak gören anlayışının dışında konumlanmaktadır. Nitekim bu çıkarımlar daha ziyade 19. yüzyıl Avrupası için yapılmışken, Marx ve Weber’in devrim için öngördükleri yöntemler dışında da bir devrim metodu, Trimberger’in teorize ettiği şekliyle yukarıdan aşağıya (revolution from above) ilerleyen dönemde ortaya çıkmıştır. Japonya’da Meiji Devrimi ve Türkiye’de Kemalist Devrim gibi örneklerle vücut bulan bu devrim türü, Marx ve Weber’in bürokrasiye atfettikleri negatif rolün Asya toplumlarında itici birer pozitif güç olabileceğini de bizlere göstermiştir.

Tabi ki bu bahsettiklerim Kemalizmi tartışılmaz kılmak, onu kendisinin anti-tezi olmaya çalıştığı dogmalardan biri hâline getirmek için değil, tarihle kavga etmek yerine onu ileri taşımak için söylenmiş sözler. Yaşadıklarımızın tecrübesinden çıkarmamız gereken en temel ders, her melaneti Kemalizmde ve onun liderinde aramaktansa yarattığımız bu döngüsel tarihsellikten sıyrılıp aydınlanmanın gerektirdiği gibi ileriye akan bir tarih yaratmak için çabalamak olmalı. Bunun da öncelikli yolu, tarih yorumumuzdaki mutlak iyi ve kötülerden arınarak analitik bir perspektifle bugünü ve yarını inşa etmektir. Bu bağlamda hem Atatürk devri Kemalizminin hem de sonraki yıllarda kalkınmacı bir perspektifle ortaya çıkan sol-Kemalistlerin artı ve eksilerini birer teraziye koyarak, haksızlık etmek amacıyla değil, imkanlarını ve sınırlılıklarını belirlemek amacıyla yeni tartışmaların önünü açmalıyız. Kemalizmin savaş yıllarında ve devrim döneminde halkla yaşadığı gerilimler dolayısıyla ortaya çıkan topluma karşı güvensizliğinin yarattığı edilgen bir toplum tahayyülünü yerinden ederek toplumu yerelden genele her aşamada siyasetin öznesi hâline getirecek modeller üzerine tartışmalıyız. Bunun ise önkoşulu, Türkiye’de hâlâ en ilerici noktayı temsil eden Kemalizmi Batılı örneklerle değil, Türkiye’nin Kemalizm öncesiyle karşılaştırmak ve bu örneğin toplum tahayyülü ve kurguladığı sistemdeki başarısını yeni bir toplum analiziyle katılımcı demokrasiyle taçlandırmak olmalı. Ez cümle, Kemalizme usulden itiraz etmek yerine, esastan ve metodolojik bir perspektifle eleştiriler yöneterek bir kavga değil, daha katılımcı bir demokratik perspektif ortaya koyabilmeliyiz. Bu yönde yürüttüğüm bir tartışmayı ilerleyen yazılarımda Kemalizm ve post-Kemalizm bağlamında derinleştireceğim.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI