Salı, Mayıs 14, 2024

Özgür Çoban yazdı | Geri alacağız gökyüzünü sizden

Mutluyduk… Gülüşlerimiz vardı bizim ağızlarımızdan taşan. Özlemlerimiz vardı, güçlüydü, her biri sancıydı yüreklerimizde. Bahar ayrı, yaz ayrı, sonbahar, kış ayrı güzeldi bir zamanlar. Ben kokardı, sen kokardı, biz kokardı vatanın dört bir kıyısı. Bakışlarımızla güzelleşirdi ağaçlar, çiçekler… Komşumuz Hatice Teyzeler vardı bir de kapıları hep açık. Ev bizimdi. Mutfağa girer, ekmeğin üzerine ya salça sürer ya da toz şeker dökerdik acıkınca, evimiz gibiydi evleri. Mutluyduk… Burnumuzda mahallenin kuruyemişçisinin kavurduğu kahvenin kokusu, horoz şekeri tadındaydı hayat.

Büyüdük. Sonra siz geldiniz karanlık yüzünüzle. Avuçlarımızdan üflediğimiz leblebi tozu gibi dağıldı hayat bir anda. Gülüşlerimiz düşman oldu önce birbirine sonra gözlerimiz. İçtiğimiz su, aldığımız hava düşman oldu. Gerisi garabet… Güneş bile sanki eskisi gibi parlamıyordu, çiçekler kokmuyordu, ağaçlar yeşermiyordu, bahar gelmiyordu sanki. Gelmiyor hâlâ. Türkülerin canı ciğeri telli turnalar da gitti, dönmüyorlar artık. Irmaklar çağlamıyor, dereler gürlemiyor. Beton yığdılar inci kefallerinin, kırmızı benekli alabalıkların yurduna. Saklanıyordu Anadolu Parsı kıyı bucak. Korkuyordu. Sonra onu da buldular bir dağ başında boynunda bir ip, boğulmuştu. Belki de sonuncuydu ana vatanında.

Yetmedi, “3. havalimanı, 3. köprü, Kanal İstanbul” dediniz, bitmedi. Zümrütünü çaldınız İstanbul’un. Binlerce ağaç katledildi, yok edildi tavşanlı, tilkili, ibibikli koskoca bir ekosistem. Şimdi kahverengi oralar, koyu kahverengi. Onlarca dere kurutuldu hidroelektrik santralleri aşkına. Ne değişti? Yaşam ölüyor Türkiye’de ve yaşamı birlikte paylaştığımız hayvanlar ölüyor, flora yok oluyor. Ağzınızdan hiç düşürmediğiniz deyişle “yaratılmışların en şereflisi olan” insan yapıyor bunları. Homeros’un o güzelim, nazlı kızı İda Dağı’na maden ocakları açmak, günebakanların sarıya boyadığı Trakya ovalarına termik santraller inşa etmek istiyorlar bugünlerde. İnsanların yüreğini simsiyah is kaplasın, duman sarsın dört bir yanı istiyorlar. Su zehirleniyor, toprak tükeniyor. Hormon yığıyorlar sonra midelerimize. Plastik yediriyorlar. Yetmiyor, bunu söyleyenleri “vatan haini” ilan edip soruşturmalar açıyorlar.

 “Tamam”, “Sıkıldık”… “Vatan haini” miyiz o zaman?

Son zamanlarda özellikle sosyal medyada oldukça moda bir itham “vatan haini” En azılı düşmanımız için bile ağzımıza almaya utanırdık bir zamanlar. Şimdi umarsızca yaftalıyorlar, acımasızca karalamaya çalışıyorlar bu sözle kendileri gibi düşünmeyenleri, inanmayanları.

Merak ettim baktım, Türk Dil Kurumu (TDK), vatan hainini, “Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhinde iş gören kimse” olarak tanımlıyor.

Oysa ki sosyal medyada ağızlara pelesenk olan bu kavram artık iyice sıradanlaştı ve tavsadı. O kadar çok kullanılıyor ki önemsizleşti artık. Meselâ, “Bu köprü geçiş ücretleri çok pahalı biraz ucuzlatılsın” diyecek oluyorsun yanıt hazır “nankör, vatan hainisin sen”, “emekli maaşları azıcık artırılsın” diyecek oluyorsun “vatan haini” oluyorsun ya da “adamlar parasızlıktan böbreğini satıyor, ne hale getirdiniz ülkeyi” diyorsun anında yiyorsun lafı “yalancısın sen, vatan haini” Kısacası açtım ağzımı “vatan haini”, kapadım gözümü “vatan haini.”

“Vatan” nedir acaba? Vatan, sizin için bir siyasi partiden mi ibaret yoksa onun politikalarından mı? Meselâ, “Ben iktidarın şu ekonomi politikasını beğenmiyorum” deyince gerçekten vatan haini oluyor muyum?

TDK’nın tanımından yola çıkarak, yukarıda yazdığımız vatan haini olma kriterlerinden hangisi, “vatanın yüksek çıkarlarına aykırılık” teşkil etmektedir? “Bana suikast düzenleyecekler” deyip devletin namusu olan kozmik odanın ırzına geçilmesine yataklık etmek vatan hainliği değil midir meselâ? Bu durum hangi nedenlerden ötürü “devletin yüksek çıkarlarına aykırılık teşkil etmemektedir” de köprü geçişlerinin biraz ucuzlatılmasını istemek âli çıkarlarla uyumsuz düşmektedir?

Bize göre, vatan her türden seviyesiz politik yaygara ve cazırtının üzerinde bir değerdir. Vatan, Türktür, Kürttür, Çerkestir, Lazdır, Rumdur, Ermenidir, Alevidir, Sünnidir, Ezîdidir, Süryanidir, Keldânidir, Yahudidir, Manavdır, Arnavuttur, Azeridir, Özbektir, Nogaydır, Araptır. Vatan, buğdaydır, zeytindir, arpadır, yulaftır, elmadır, portakaldır. Vatan, masmavi gökyüzüdür, denizdir, ılık ılık yüzüne çarpan rüzgârdır, gürül gürül çağlayan ırmaklardır. Vatan, ilk aşktır, ilk acı, ilk sevinç, ilk kaybediş, ilk gözyaşıdır. Vatan, Diyarbakır’da bir Kürt çocuğunun gülmesi, Çamlıhemşin’de bir Laz çocuğunun ağlamasıdır. Vatan, birlikte nefes alınıp, birlikte ağlanıp, birlikte gülünen yerdir. Vatan, böldüğün sıcacık ekmek, bir de onun arasına koyduğun çökelektir. Vatan, dalından kopardığın incir, soluduğun yosun kokusudur. Vatan, üzerine bastığın taş, yüzüne vuran güneşin sıcağıdır. “Vatan” denilince bunları anlıyorum ben.

Bir köprü, bir altgeçit, bir siyasi parti ya da sıradan bir politikacı için önünüze geleni “vatan haini” diye kategorize ederken bunları küçültüyorsunuz işte.

Şimdi siz çıkmış diyorsunuz ki “memlekette ne varsa hepsi bizim, hepsi bizimle birlikte olanların” Olur mu öyle şey? Mardin’de yüzyıllardır bezlere işlenen göz nuru Süryani Şahmeranı’na, duvarlarında asırlar eskitmiş Deyrülzafaran’a, yüzlerce yıldır Anadolu topraklarını süsleyen kadim, göz nuru Ermeni kiliselerine, manastırlarına, Anadolu toprağını kendine sadık yar eylemiş Aşık Veysel’e, halayı, Yaşar Kemal’i, Ahmed Arif’i ile Kürtlere, Koca Mimar Sinan’ın ata milleti Rumlara, Arnavut kaldırımlarına, Çerkezlere, Araplara ne diyeceğiz? “Neden sahip çıkmadınız bize” diye sorarlarsa ne diyeceğiz? O yüzden siz isteseniz de istemeseniz de hepsi bizim, hepimizin. Biz güneşin yeniden parlayacağı, umudun çiçek açacağı günlere inanıyoruz. Biz seviyoruz, aşık oluyoruz, kadınlarımızın elinden tutuyoruz, onlarla gülmeyi, kahkaha atmayı, onlarla ağlamayı seviyoruz. Korkusuzca, saklamadan, kilometrelerce ve hesapsızca âşık olmayı seviyoruz ve yaşamı, bu toprakları tüm renkleriyle sorgulamadan, dönüştürmeye çalışmadan kabul ediyoruz.

Belki de son şans, son umut…

Demokrasilerde seçimler, siyasiler ülkenin başına çöreklenebilsin, hanedanını kurabilsin diye yapılmıyor. Politikacılar, kendilerini seçen ya da seçmeyen tüm yurttaşların mutluluğunu, huzurunu ve refahını temin için makamlara geliyorlar. Bir erken seçim tarihi açıklandı, milletin yarısı tedirginliğin esareti altında feveran halinde. Anlamıyorum, ekmeğinizi, suyunuzu paylaştığınız, aynı havayı soluduğunuz insanların içerisinde bulunduğu şu bedbin ruh hali hiç mi üzmüyor sizi? “Biz ne yaptık da bu insanlar bu hale geldi “ sorusu sadece bir saniye bile utandırmıyor mu? Ama ne olursa olsun önce “ben” değil mi? Yorulduk, yordunuz.

Yaklaşıyor, zaman geliyor. Bulaştırdığınız karanlığı yırtıp atacağız gökyüzünden sonra bitmeyen özlemler ve incinmeyen kalpler boyunca seveceğiz birbirimiz yeniden. “Tamam”, “sıkıldık” artık sizin sevgisiz, merhametsiz kalbinizden. 24 Haziran son şans, son ışık gülüşlerimizi, umutlarımızı, özlemlerimiz geri almak için. Bu şansı iyi kullanalım. Kurtaralım gökyüzünü karanlıktan.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER