Cuma, Mayıs 17, 2024

Neoliberalizmin Ölümü Fazlasıyla Abartılıyor

Philip Mirowski

Ölümüne ilişkin kehanetlere rağmen düşünce kuruluşları ve lobi gruplarından oluşan neoliberal güç bloğu hâlâ oldukça köklü ve sağlık hizmetlerinden uzay araştırmalarına kadar yeni alanlara doğru ilerliyor. Sol bu güce meydan okuyana kadar neoliberalizm sona ermeyecek.

COVID-19 pandemisinin tamamen bittiği düşüncesiyle herkesin rahatlamış göründüğünü fark etmek hayli endişe verici. “Bir şeyi dilersen gerçekleşir”, üzerine siyasi hareketler inşa etmek için pek de sağlam bir politika değil; ne var ki bu, karşı karşıya olduğumuz küresel ısınma, biyolojik çeşitliliğin kaybı, Trumpizm, ekonomik eşitsizlik, pandemi, hatta Ukrayna’daki savaş gibi mevcut krizlerin çoğuna karşı varsayılan duruş olma tehdidini taşıyor.

Bu “sona ermesi arzusu”nun solda çok bariz biçimde görünen bir örneği, neoliberalizm çağının da benzer şekilde sona ermiş, ya da en azından sona erme yolunda olduğuna dair yaygın kanaattir. Bu bitişe duyulan özel arzunun, neoliberalizmin tatmin edici bir şekilde tanımlanamayacağına dair yorucu nakaratla birleşen çaresizlik duygularının bir sonucu olduğundan şüphelenmemek elde değil. Tartışmayı netleştirmek için öncelikle Solda duran insanların “neoliberal” terimine yönelik farklı kullanımlarını ele almamız gerekiyor.

Neoliberalizmi Tanımlamak

Öncelikle, geniş bir kitle, ulusal ya da küresel tarihin bir alt kümesini belirtmek için “neoliberal” terimini kullanır. Bu sadece uygun bir kısaltma olarak değerlendirilebilir veya bundan fazlasına işaret ediyor olabilir: tarihçilerin “girişim çağı” veya “New Deal çağı” benzeri dönemlendirmeleri gibi.

Bu anlamda terim, uygun bir retorik araçtan veya bir ders programı başlığından öte bir şey olarak pek ciddiye alınmaz. Terimin bir başlangıcı mı yoksa bir sonu mu olduğunu söyleyemeyiz, çünkü bunun tartışmaya değer bir mahiyeti yoktur. Aydınlanma veya New Deal dönemini uzatmaya veya kısaltmaya yönelik sonu gelmez girişimler, yalnızca bu tür tarihsel dönemlendirmelerin politik dayanağının ne kadar güçsüz olduğunu gösterir.

Terimin bir diğer kullanımı, “neoliberalizmi” belirli bir politika paketi veya politik uygulamayla eşitleme eğilimindedir. Buna bir örnek, iktisatçı John Williamson tarafından 1989’da Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’ndaki iktisatçıların o dönemdeki ortak yönelimini özetlemek için ortaya atılan “Washington Konsensüsü” terimidir. Ancak Williamson daha sonra, tanımladığı listenin neoliberalizm olarak adlandırdığı şeye eşdeğer olmadığında ısrar etti ve neoliberalizm ile piyasayı teşvik politikalarının birleştirilmesinin “markaya zarar verdiğini” söyledi.

Listedeki maddelerin çoğunun o zamanlar neoklasik iktisadın basit kestirimleri olduğu ve yirminci yüzyıl neoklasik iktisat teorisinin neoliberal çerçevenin önemli bir kısmından büyük ölçüde ayrıldığı göz önüne alındığında Williamson’ın itirazının sınırlı bir değeri vardı. Milton Friedman ve Chicago Okulu’nun diğer figürleri tarafından tamamen yanlış temsil edildiğinden bu gerçek gözden kaçırılabilir.

Neoliberalizm her şeyden önce siyasi bir proje olsa da herhangi bir kanonik devlet politikasına indirgenemez.

Daha derinde yatan bir nokta, neoliberalizmin her şeyden önce siyasi bir proje olmasına rağmen açıkça herhangi bir kanonik devlet politikası dizisine indirgenememesidir. Ünlü neoliberal teorisyenler bazı spesifik belirteçler ortaya koymuş olabilir, ancak hareketin bir bütün olarak, sözde aziz politika hedeflerini esnetmek ve revize etmek için belirli tarihsel konjonktürlerden yararlanma konusunda çok esnek olduğu kanıtlanmıştır.

Neoliberalizmi bir politikalar paketine indirgeyebileceğimiz fikrine ilişkin temel itiraz, belirli bir politika ile basit ve benzersiz bir neoliberal fikri birbirinden ayırt etmenin neredeyse imkânsız olmasıdır. Solda yer alan insanlar, fikirlerin ve ideolojilerin siyaset için gerçekten önemli olmadığı argümanını desteklemek için doktrinlerin pratik sonuçlarla olan gevşek bağlantısına sıklıkla atıfta bulunur. Yine de neoliberallerin kendilerinin bu tür nosyonları hor görmekten başka yaptıkları bir şey yok.

Foucault’dan Federalist Topluma

“Neoliberal” teriminin, genellikle kültürel çalışmalarda, eğitim tarihi araştırmalarında ve genel olarak beşeri bilimlerde, öznel bireysel deneyimin kendine özgü yapısının kültürel olarak biçimlendirilmesi şeklinde ifade edilen üçüncü bir kullanımı vardır. Bu tanım Michel Foucault’nun yazılarından, özellikle de neoliberalizmi “girişimci insan” yaratmaya yönelik bir yapı olarak tasvir etmesinden kaynaklanmaktadır.

Foucault’nun Gary Becker gibi neoliberallere duyduğu sempatinin kapsamını tartışan geniş bir literatür var. Bununla birlikte Foucault, neoliberal benlik şablonunu satılacak bir ürün, bir reklam, yatırım yapılacak, yönetilecek ve geliştirilecek bir varlık kargaşası; ve bununla eşit ölçüde budanacak, dışarıdan temin edilecek, sakınılacak ve minimize edilecek bir yükümlülükler envanteri olarak popülerleştirdi.

Bu vizyon, sosyal medyanın neoliberal kimliklerin öğreticisi ve örneği olarak rolü ve aynı zamanda eğitim kurumlarının neoliberal yankı odalarına dönüştürülmesi konusunda bazı etkileyici çalışmalara ilham verdi. Bu tanım, piyasanın dayatmalarına boyun eğen bir kişisel ahlak ve ifade tarzının yayılması söz konusu olduğunda makul bir şekilde tanımlanabilir kökenlere sahip bir neoliberalizm zaman çizelgesini teşvik eder. Bununla birlikte bu zaman çizelgesinin belirgin bir bitiş noktasına sahip olup olmadığı tartışmalıdır.

Neoliberalizmin dördüncü ve son tanımı, 1947’den itibaren Mont Pelerin Cemiyeti (MPS) ile ilişkili olan bir dizi düşünür ve eylemcinin somut tezahüründen oluşur. Amerika Birleşik Devletleri’nde söz konusu tarihten itibaren bir dizi think tank (Cato Enstitüsü, Manhattan Enstitüsü, Heritage Vakfı, Rekabetçi Girişim Enstitüsü), akademik birim (Hoover Enstitüsü, Mercatus), ağ (Ulusal Politika Konseyi, Refah için Amerikalılar, Amerikan Yasama Değişim Konseyi) [ALEC], Federalist Society) ve fon kaynağı (Kochlar, Bradleyler, Volker Fonu, Liberty Fonu, Rockbridge) şekillendi. Başka ülkelerde de benzer yapılar var.

Erken bir aşamadan itibaren neoliberal teorisyenler, aktivistler ve fon sağlayıcılar arasındaki kenetlenme, bunu kurumsal kayıtlar, biyografik ayrıntılar ve siyasi oluşumların tarihi aracılığıyla izlenebilecek tutarlı bir hareket olarak görme motivasyonunu sağlar. Bu tür analizlerin neye benzediğine dair somut bir örneğe ihtiyaç duyanlar, DeSmog’daki Koch Ağ Veritabanına başvurabilir. Neoliberalizmin bu son tanımı, dört tanım içinde en büyük ampirik içeriğe sahip ve en yoğun olandır.

Mont Pelerin’in Gölgesi

Neoliberalizmin bu tezahürü fiilen sona ermiş olarak mı görülmeli? MPS hâlâ var ve bu Ekim ayında Oslo’da bir toplantı yapması planlanıyor. Ancak kaygısız günlerinin çoktan sona erdiğinden şüphelenmek için nedenler var. Son zamanlarda MPS taze kan çekmek için üyelik kurallarını gevşetmek zorunda kaldı ve Sağ avangard siyasi düşünce için bir platform olarak hizmet etme iddiaları, cemiyet aşırı zenginlerin siyasi iyi niyetlerini değerlendirdikleri bir toplantıya benzemeye başladığı için parlaklığını yitirdi.

Neoliberal düşünce kolektifi John Taylor’ın Milton Friedman olmadığını, Deirdre McCloskey’nin George Stigler olmadığını ve Tyler Cowen’in Friedrich Hayek olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. MPS başkanlığı şu anda aslında boş. Ve bu, dışarıdan bakanlara canlı, güçlü bir hareket gibi görünmüyor.

Belki de MPS’nin ve çevresinin hayal gücünün azalması bir dizi geçmiş zaferin sonucudur. Quinn Slobodian geçenlerde MPS’nin tanımının modern siyaseti anlamak isteyenler için artık geçerli olmadığını, bu yüzden belki de neoliberalizmin her şeye rağmen öldüğünü öne sürdü.

Söz konusu neoliberal düşünce kolektifinin bu maddi tezahürü farklı ülkelerde o kadar köklü biçimde yerleşmiştir ki, pandemi sırasında bile bir zaferden diğerine yol almaktadır.

Pandeminin bitişini ilan etmek için erken olduğu gibi, bu söylem için de erken olduğunu iddia etmek istiyorum. Bugünün MPS’sinin yaşam fonksiyonları çok sağlam görünmeyebilir, ancak bu, think tankların, medyanın, aktivist enstitülerin, lobicilerin, ticaret birliklerinin ve aynı zamanda dördüncü tanımın kapsamında yer alan akademik birimlerin güçlü altyapısının gözden kaçırılmasına sebep olur. Söz konusu neoliberal düşünce kolektifinin bu maddi tezahürü farklı ülkelerde o kadar köklü biçimde yerleşmiştir ki, pandemi sırasında bile bir zaferden diğerine yol almaktadır.

Örneğimizi Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlayacak olursak, Federalist Society’nin Yargıtay’ın çoğunluğunu ele geçirmesinin bariz bir etkisi var. ALEC, eyalet yasama organlarının siyasi olarak ele geçirilmesine ve oy hakları üzerindeki kısıtlamalara öncülük etti. Kripto para birimleri, vatansız para hayalleri tarafından yönlendirilirken ve bu, Amerikan İlerleme Merkezi tarafından teşvik edilirken, Gıda ve İlaç İdaresi ile Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin halk sağlığının hakemleri olma işlevi sona erdirildi. Bunu yapan kurum Amerikan Ekonomik Araştırma Enstitüsü’ydü ve tıp pratiklerinin kendisi Manhattan Enstitüsü’nün vizyonlarına göre yeniden yapılandırıldı.

Sağlık Sgortası, bir dizi gizlilik politikasıyla özelleştirilme yolunda ilerliyor. Diğerlerinin yanı sıra Cato Enstitüsü tarafından kutlanan bir gelişme olan uzay araştırmaları, milyarderlerin oyuncağı haline getirilerek tamamen ticarileştirildi. Akademik bilimsel araştırmaların ortadan kaldırılmasını hedefleyen “açık bilim”in yükselişine tanık oluyoruz. Küresel ısınmaya çözüm olarak sunulan jeomühendislik planları Amerikan Girişim Enstitüsü’nde ve Harvard’da hızla ilerlerken son savaşlar enerji altyapısının karbondan arındırılmasını engelleme konusunda bir bahane olarak hizmet ediyor.

Neoliberallerin devleti retorik olarak aşağılama alışkanlığına sahip olmaları onu kendi amaçları için bir araç olarak kullanmayı reddettikleri anlamına gelmez.

Bu zaferlerin arkasındaki neoliberal örgütleri bulmak çok zahmetli olmasa da DeSmog ve Think Tank Networks Research gibi siteler bu işi biraz daha kolaylaştırıyor. Neoliberal girişimler mevcut manzarayı o kadar büyük ölçüde şekillendirdi ki, neoliberalizmin öldüğü hususunda ısrar eden Solcuların neden bu etkinin önemli bir kısmını gözden kaçırdığını sormamız gerekiyor. Bu kavrayış başarısızlığı, en azından kısmen, neoliberalizm ile liberteryenizmin karıştırılmasına bağlanabilir.

Neoliberallerin devleti retorik olarak aşağılama alışkanlığına sahip olmaları onu kendi amaçları için bir araç olarak kullanmayı reddettikleri anlamına gelmez. Büyük Leviathan’a, dadı devlete ve onları yöneten uzman sınıflara yönelik sürekli alayları esas olarak hükümeti kendi proje ve arzularına boyun eğdirme planlarının başlangıcı olarak hizmet ediyor.

Bu durum siyasi hareketlerin tarihinde o kadar sık ​​yaşanmıştır ki, herkesin liberteryenleri ve onların devlet ile piyasa arasındaki ayrıcalıklı ikiliğini ciddiye almaya istekli olması şaşırtıcıdır. Merkez bankası müdahalelerinden Çin kurtarma paketlerine kadar devlet sübvansiyonlarının yeniden düzenlenmesi neoliberalizmin sonu değil, yalnızca bir varyasyonudur.

Sağ Popülizmin Neoliberal Kökenleri

Pek çok Solcu için neoliberalizmin yaklaşan ölümünü beklemekteki daha makul gerekçe, Sağdaki otoriter, liberal olmayan, milliyetçi, küreselleşme karşıtı ve antidemokratik eğilimlerin son zamanlardaki yükselişidir. Yorumcular bu fenomeni sıklıkla “popülizm” olarak tanımladığından söz konusu karmaşık belirteçten tamamen kaçınmak zor olacaktır.

Pek çok neoliberal, son birkaç yılda popülizm olarak adlandırdıkları fenomenle bizzat mücadele etti: Cato ve Heritage gibi düşünce kuruluşlarının web sitelerinde popülistlerin varlığı dolayısıyla ıstırap çekildiğini belirten makaleler var ve MPS, kendini, Stockholm’de 2017 yılında yapılan toplantıyı “Özgür Bir Topluma Yönelik Popülist Tehditler”e ayırmak zorunda hissetti. Yakın zamanda neoliberal hempaların bir kanadını “küreselciler” olarak tanımlamayı öğrenen Soldaki birçok kişi popülist hareketleri daha önceki neoliberal egemenliğin reddi olarak görme eğiliminde.

Ancak, bu duruma, çağdaş sağ popülizmi neoliberal düşünce kolektifinin bir dalı olarak gören alternatif bir bakış açısı var. Tarihçiler şimdi ilk MPS katılımcılarının çoğunun yönelimleri açısından büyük ölçüde antidemokratik olduğunu ve milliyetçi kanadın hiçbir zaman tamamen bastırılmadığını fark ediyor. Neoliberaller için süregelen sorun, otoriter eğilimlerini totaliterliğin muhalifleri ve liberalizmin kozmopolit standart taşıyıcıları olma yönündeki kamusal imajla nasıl bağdaştıracaklarıydı.

Bu ikilemden kurtulmanın sihirli bir yolu yoktu ve her ulus için herkese uyan tek bir reçete mevcut değildi. Bu da, ideoloji ile politika arasında basit bir örtüşme olmadığı gerçeğini açıklıyor. Bu, geniş bir yelpaze içinde tartışılabilir: ordoliberallerin, Chicago Okulu’nun ve Cenevre Okulu’nun bu konuya dair farklı önerileri vardı.

Mevcut siyasetin yabancı düşmanı, ırkçı, cahil halini, ekonomik bozulma ve salgından kaynaklanan hayal kırıklıklarına dayalı bir öfke olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu, dikkatleri, ayrılıkçı neoliberal fraksiyonun ve onların daha ortodoks yoldaşlarının bu şiddetli hoşnutsuzluğu tahmin etme ve kendi kullanımına sunma yollarından saptırır.

Slobodian, Avrupa Birliği’nin ve Dünya Ticaret Örgütü’nün inşasından memnun olmayan ve genellikle, Globalists (Küreselciler) adlı eserinde tanımladığı öğretiye karşı çıkan intikamcı bir neoliberaller grubunun varlığını öne sürüyor. Murray Rothbard’ın 1992 tarihli manifestosu Right–Wing Populism (Sağ-Kanat Popülizm), açıkça “Önce Amerika”yı savunuyor ve onaylayıcı eylemi kınıyor. Birleşik Krallık’ta Brexit’in arkasında bariz neoliberal kahramanlar vardı ve bu tür figürler Almanya’nın Alternativ für Deutschland oluşumun ilk liderliğini de eline aldı.

Elbette Donald Trump’ın kendisi hiçbir zaman tutarlı bir ideolojik duruş sergilemedi. Bununla birlikte, idari personeli büyük ölçüde Koch güdümlü think tank dünyasından işe alındı. Çevre Koruma Ajansı, İçişleri Bakanlığı, Gıda ve İlaç İdaresi, Dışişleri Bakanlığı ve başka yerlerdeki eylemleri neoliberal politika reçetelerine yakından uyuyordu. Sağdaki küreselleşme karşıtı eğilimleri önceki neoliberal kısıtlamaların açık bir reddi olarak görmek veya yeniden canlanan milliyetçiliğin doğası gereği neoliberal itikadı ihlal ettiği izlenimini edinmek hata olur.

Güveni Yeniden Kazanmak

Neoliberalizmin fiilen sona erdiğini söylemek bize ne kazandırabilir? Biraz fazladan bütçe harcaması, Big Tech’e yönelik birkaç antitröst saldırı veya vergi cennetlerine yönelik bazı samimiyetsiz baskılar “post-neoliberalizm” dönemini müjdelemiyor. Ancak Soldaki neoliberalizm muhalifleri neoliberal itikat için neyin vazgeçilmez, neyin ise harcanabilir olduğunu kavramaya başladığında neoliberalizme ciddi bir tehdit yönelebilir.

Neoliberaller için temel teorik kilit nokta, pazar ve onun yeteneklerine ilişkin vizyonları iken, itikatlarının birincil şartı sosyalizme karşı çıkmaktır. Neoliberal düşünce kolektifinin tüm fraksiyonları ve eğilimleri bu ilkeleri paylaşır.

Soldakiler kendi inanç dizilerini barındırsalar da siyasi inisiyatiflerinde hâlâ neoliberal piyasa kavramlarına bel bağladıkları için kendilerinin muhalifleri tarafından sürekli olarak engellendiğini ve alt edildiğini düşünüyorlar. Hatalara veya piyasa başarısızlıklarına yaptıkları atıflar yalnızca Solcuların politik sezgilerinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkarır. Sosyalizmin temel ilkesi epistemolojiktir: bazı insanların çaba ve özveriyle mevcut durumu kavrayabileceklerini ve bunu daha iyi yönde değiştirebileceklerini ortaya koyar. Richard Seymour buna “Promethean dürtü” adını verir.

Sol siyasi hareketler ekonomik alan üzerindeki bilinçli hâkimiyetlerine olan güvenlerini yeniden kazanmadıkça neoliberalizm sona ermeyecek.

Bunun mümkün olmasının nedeni, piyasanın bir “hakikat rejimi”nin monolitik, bağımsız hakemi değil, belirli hesaplanabilir sonuçlar üreten müdahaleler yoluyla inşa edilmiş bir dizi farklı kişilerarası mekanizma olmasıdır. Herhangi bir şeyi “bildiğimiz” için piyasaya itibar etmemiz mümkün değildir. Özellikle mevcut durumda piyasalar özgürlük değil, sosyal kontrol üretir. Sol siyasi hareketler ekonomik alan üzerindeki bilinçli hâkimiyetlerine olan güvenlerini yeniden kazanmadıkça neoliberalizm sona ermeyecek.

Pandemi analojisine dönersek, neoliberaller enfeksiyon ve hastalık verilerinin devlet tarafından izlenmesini engelleyerek, bu alanı gürültü ve dezenformasyonla doldurarak ve sağlık sonuçlarını piyasanın belirlemesine izin vererek bunun bittiğini iddia edecekler. Sosyalistler, halk sağlığı müdahaleleri belirli bir süre için üzerinde anlaşmaya varılan temel seviyelere dönen birleşik, standartlaştırılmış, ulusötesi hastalık ve ölüm verileri ürettiğinde pandeminin bittiğini ilan edeceklerdir. İkinci durum asla ilkiyle karıştırılmamalıdır.

(Bu yazı https://jacobin.com/2022/04/end-of-neoliberalism-think-tanks-lobby-groups adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir)

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER