Pazar, Nisan 28, 2024

Joe Biden Söz Verdiği Yetkin Dış Politika Eylemlerini Gerçekleştirmedi

Branko Marcetic

Joe Biden Beyaz Saray’ının yetkin bir dış politika uygulaması gerekiyordu. Gerçekte olansa bir dizi utanç ve dünyanın geri kalanıyla artan gerilim oldu.

Joe Biden’ın başkanlığı Franklin Roosevelt’in yeniden doğuşunu sağlamamış olsa bile, deneyimli bir dış politikacı olan Biden’ın ABD’nin dünyadaki rolüne bir tür öngörülebilirlik, istikrar ve bütünlük getireceği fikriyle teselli bulmuş olabilirsiniz. Fakat ne yazık ki bu da gerçekleşmedi.

ABD’nin ev sahipliğinde düzenlenen ve bu hafta başlayan Amerika Kıtası Zirvesi’ne, zirvenin başlangıç tarihi olan 1994 yılından bu yana ilk kez otuz dört ülke katıldı. Yerel hegemon olarak ABD’nin bu süreci tereyağından kıl çeker gibi halletmesi gerekiyordu: çünkü bu toplantı Washington’a kıtanın liderleriyle birlikte göç başta olmak üzere kilit sorunlardan bazılarına çözüm bulma şansı veriyor ve aynı zamanda ABD’nin, bölgedeki etkisini yansıtarak dünyayla yeniden angaje olduğunu gösterme ve yatırım ve altyapı projeleriyle Biden’ın “Amerika’nın ön bahçesi” olarak adlandırdığı bölgeye girmeye çalışan Çin’e incelikli bir şekilde “defol git” deme olanağı sunuyor.

Bunun yerine, olay, Associated Press’in sözleriyle, zirvenin bir “utanç”a dönüşmesini önleme konusunda öncülük etmesi gereken iktidar açısından bir fiyaskoya dönüştü. Bunun nedeni, zirvenin, Bolivya, Meksika, Guatemala ve Honduras gibi bölgenin kilit aktörlerinden bazılarının liderleri tarafından boykot edilmesidir. Anlaşmazlık noktası, Küba, Venezuela ve Nikaragua hükümetlerinin demokratik olmayan kimlikleri nedeniyle zirveden dışlanması.

Biden’a adil davranmak gerekirse bu tamamen onun suçu değil: 2001 Amerika Kıtası Demokratik Tüzüğü, demokrasinin tesisini ve sürdürülmesini kıta için temel bir öncelik olarak kabul etti ve bu, ilk yıldan itibaren Küba’nın zirveye katılımın yasaklanmasıyla hiç tutarlı değil. Biden’ın katılmaya ikna etmek zorunda kaldığı kana bulanmış bağnaz Brezilya da dâhil olmak üzere diğer birçok üye devletin insan haklarına veya demokrasiye sağlam bir bağlılığa sahip olmadığı düşünüldüğünde bu kararı yönlendiren şeyin değerler mi yoksa jeopolitik mi olduğunu sorgulamak gayet makul.

Sonuç, ABD’nin prestijine yönelik büyük bir darbe ve Meksika devlet başkanı zirveye katılmadığı için ABD’nin göç konusunda anlamlı bir ilerleme sağlayamaması oldu. Ve bu dış politika fiyaskosu, son zamanlardaki tek fiyasko değil.

Anlaşma mı yoksa anlaşmama mı?

İran anlaşmasını hatırlıyor musunuz?

ABD diplomasisi için bir zafer olan anlaşma, Biden’ın eski patronu Barack Obama’nın başarılarından biriydi ve bu nedenle Donald Trump, görev süresi boyunca anlaşmayı baltalamak ve yok etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Biden’ın Trump’ın hamlelerini tersine çevirmesi, anlaşmaya hızla yeniden dâhil olması ve birçok Demokratın tarihin en büyük başkanı olarak gördüğü adamın başlıca miraslarından birine sahip çıkması bekleniyordu. Ne var ki anlaşma şu an yaşam destek ünitesinde.

Anlaşmayı yeniden tesis etme yönündeki bir yıldan uzun süredir devam eden müzakereler, en başından beri endişe verici şekilde ilerliyor. Ancak bu konudaki en son darboğaz, Biden iktidarının İran hükümetinin, askeriyesinin ve ekonomik altyapısının ayrılmaz bir parçasını oluşturan İslam Devrim Muhafızları’nı resmi ABD terör kara listesinden çıkarmayı reddetmesi oldu.

Bazıları ABD iktidarının çok az gerçekçi seçeneği olduğunu iddia edebilir. Ne de olsa Devrim Muhafızları, sınırlarının ötesinde devlet terörü olarak sınıflandırılabilecek bir dizi şiddet faaliyeti yürütüyor. Ne var ki meselenin anlaşmayı bozma noktasına kadar gitmesine izin vermek en az Tahran’daki yeni katı hükümet kadar ABD’nin de hatası.

Ancak bunlar, iktidarın ne kadar mantıksız olduğunu gizleyen iyi hazırlanmış söylemlerdir. Komşularının egemenliğini hava saldırılarıyla düzenli olarak ihlal eden, sivil toplulukları ayrım gözetmeksizin bombalayan, Amerikalı bir gazeteciye suikast düzenleyen ve onun tabutunu taşıyanlara saldıran bir İsrail devlet aygıtına ait herhangi bir kurumun değil de Devrim Muhafızları’nın listede olmasının ve İsrail resmi müttefikken İran’ın kötü çocuk sayılmasının nedeni ne?

İddia edildiğine göre Biden iktidarı Tahran’dan anlaşmayla ilgisi olmayan ekstra tavizler almak için Devrim Muhafızları meselesini bir pazarlık kozu olarak kullanmayı umuyordu. Aynı zamanda, Amerika Kıtası Zirvesi keşmekeşinde olduğu gibi, iç siyasi kaygıların da burada rol oynadığı kesin gibi görünüyor: Biden, zayıf olduğu iddiasıyla saldırıya uğramamak için dünya sahnesinde Trump politikasını tersine çevirme konusunda yavaş davrandı ve önemli sayıda İsrail yanlısı Demokrat Devrim Muhafızları’nın listeden çıkarılmasına karşı bir kararın alınmasına yardımcı oldu.

Ancak bu şekilde kısa vadeli düşünmek Biden için büyük siyasi riskler taşıyor. İsrail liderliği, Tahran’ın uranyumu zenginleştirmeye ve stoklamaya devam etmesi halinde askeri harekât yapacağını söylemeye devam ediyor ve geçenlerde bir Devrim Muhafızları albayına suikast düzenlediğini kabul etti. İşler bir İsrail-İran çatışmasına yol açacak şekilde tırmanırsa bu durum bölgeyi daha da istikrarsızlaştırmakla ve ABD’yi meselenin içine çekmekle kalmayacak, aynı zamanda petrol fiyatlarını -ve dolayısıyla daha genel olarak enflasyonu- artırıp Biden’ın halk desteğine ve partisinin seçim şansına zarar verecektir.

Bir de genel disiplin eksikliğinden kaynaklanan fiyaskolar var. Örneğin birkaç hafta önceki Asya gezisinde Biden, bir Çin işgali durumunda “stratejik belirsizlik” politikasıyla çelişen şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ni Tayvan’ı savunmaya adayacak gibi göründüğünde çok sayıda gazete manşetine konu oldu. Aynı “gaf”ı bir yıldan kısa bir süre içinde üçüncü kez yapıyordu.

Biden’ın bu konudaki sözlü yanlış adımlarının gerçekte planın bir parçası olup olmadığı konusunda tartışmalar var, ancak her iki durumda da bunlar hiç iyi değil. Tarihçi ve analist Stephen Wertheim, “Bu adımlar dünyanın önde gelen iki gücü arasındaki barışa ve istikrara zarar verme olasılığını artırıyor” diye belirtti ve bu tür gerilimleri tırmandırmanın Çin liderliğinin aceleci ve sert önlemlerini tetikleyebileceği ve kendi kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebileceği konusunda uyarı yaptı. Tabii ki Pekin Biden’ın açıklamasından memnun değildi ve yanıt olarak ada ülkesine yakın askeri tatbikatlar ve yapmaya başladı.

Belki de Biden’ın boşboğazlık yapmış olması olasılığından daha endişe verici olan, bunun iktidarın kasıtlı politikası olduğuna dair işaretler. Savunma yetkilisi Ely Ratner’ın Tayvan’ı “bölgenin güvenliği ve ABD’nin Hint-Pasifik’teki hayati çıkarlarının savunulması açısından kritik” olarak nitelendirmesi de dâhil olmak üzere diğer ABD’li yetkililer konuyla ilgili çok sayıda agresif açıklama yaptılar.

Tayvan-Çin meselesi hakkında ne düşünürseniz düşünün buradaki temel mesele bu tür açıklamaların gerilimi artırdığı ve Çin liderliğinin sorunu çözmek için barışçıl yollardansa savaşı seçme olasılığını yükselttiğidir.

Durum kötüleşiyor

Bunlar sadece güncel üç örnek, ne yazık ki dahası da var.

Örneğin, önceden var olan tedarik zinciri sorunları ve Ukrayna savaşı dolayısıyla Biden, petrol üretimini artıracağını ve ülkenin mevcut enflasyon sıkıntılarını gidereceğini umarak Suudi Arabistan’a dalkavukluk yapmaya mecbur hissediyor. Ancak plan, seçim kampanyasında vaat edilenlere aykırı olduğu ve Biden’ın ABD dış politikası vizyonunu yok saydığı için şimdiden belirgin bir tepki aldı. Suudi veliaht prensinin son zamanlarda Biden’ı küçük düşürmekten zevk aldığı göz önüne alındığında bunun işe yarayıp yaramayacağı bile belli değil.

Biden’ın Ukrayna’daki savaş süresince gözler önüne serdiği tehlikeli sözlü disiplin eksikliği Polonya’da var olan ve kamuoyunca bilinmeyen bir ABD eğitim programını teşhir etti ve ayrıca Rusya’da rejim değişikliği çağrısında bulunulduğu algısı yarattı. Bu algının yaratılması, Vladimir Putin’in öngörülemezliği ve sahip olduğu binlerce nükleer savaş başlığı göz önüne alındığında son derece tehlikeli bir şey.  Söylenildiğine göre Biden, yardımcılarının bu ifadeyi hemen geri almak için harekete geçmeleri –ki yapmaları gereken şey buydu– dolayısıyla “öfkeliydi”.

Biden’ın seçilmesi, delibozuk Trump yıllarından yetkin, istikrarlı ve öngörülebilir bir ABD dış politikasına geri dönüşünün habercisiydi. Ama bu gerçekleşmedi. Ve işin en kötü yanı, bunun Amerika Birleşik Devletleri için bir prestij kaybından ziyade ufukta daha fazla çatışma ve küresel kaos olasılığını temsil etmesidir.

 

(Bu yazı https://jacobin.com/2022/06/joe-biden-administration-foreign-policy-iran-taiwan-ukraine adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir)

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER