Salı, Nisan 30, 2024

Dünyada ve Türkiye’de neler ol(m)uyor?

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Bugün hala şiddeti sönümlendir(e)meyen ve sarmalı sonlandırmak istemeyen; onunla semizlenen ve erk peşinde erksiz kabaran, iğdişlik ve bilinmezlik kaygılı evrensel ve arkaik eril zihniyettir.

Bu yazı için de yine haftanın önemli gündem konularından yola çıkalım. Fakat yine çok seçenek varken, sadece iki küyerel mesele ile sınırlı kalalım.

Hem mevcutta olana, hem de hala ol(a)mayana birlikte bakalım. Hatta ayrıntılarında kaybolmak yerine biraz da ilişkilendirelim.

BUGÜN KADIN

İlk olarak, her anlamda birincil ve derin köklü bir mesele. Aynı derecede de ikicil bir mesele. Her halükarda, dünyada ve Türkiye’de ve yıllardır hep aynı mesele. Özetle, sokaktaki ve evdeki, geceki ve sabahki, yataktaki ve heykeldeki, sevilen ve öldürülen kadın meselesi.

8 Mart’ta ülkemizde de yine hararetle gündeme geldi. Fakat hafta sonuna kadar ve her sene olduğu gibi sönümlendi bile.

Elbette zamanla kadınların mevcut haksız düzene direnişleri “gece yürüyüşleri” gibi protesto yöntemleri ve yaratıcı pankartlar ile gençleşti ve güçlendi.

İş, bürokrasi veya siyaset dünyasında “kadın yok” denildikçe de kadınlar göstermelik figüratif ve sembolik vitrin süsü olarak kullanılmaya başlandı. “Kadının adı yok” dendikçe marka isimler yaratıldı.

Yine de her geçen gün parlak ve güçlü kadınların dayanışması çoğaldı. Eşitlik talepleri ve sesleri daha çok çıktı. Feminist kadın hareketi son baskı döneminde daha da güçlenerek “kadın kadının kurdu” söylemini aşıp, “kadın kadının yurdu” demeye çalıştı.

Fakat o oranda da toplumda kadının nesneleştirilmesi, cinsiyet temelli ötekileştirilmesi, cinayetleri ve intiharları da arttı. Uğradığı türlü adaletsizlikleri ve bunları olağanlaştıran toplumsal şiddete hedef olmasının dozu da sadece artmadı; türleri de ilkelleşti.

İstanbul Sözleşmesi önce imzalandı, sonra cayıldı. Medyaya başı kapalı, zihni açık kadınların karşısına zihni kapalı, bağrı açık kadınlar kondu. Protestocu kadınların karşısına kadın polisler dikildi.

Bugün de tecrübeli bir kadın parti liderinin karşısına bir başka tecrübelisi siyaset arenasına ve savaşa yeniden sokuluyor. Sanki anonim kim vurdu” popülist siyaseti karşısına faili meçhul” popülist siyaseti çıkarılıyor. Yani kadına kadın vurdu” stratejisine geçiliyor.

ERKEĞİN ÇEVRİMİ, KADININ EVRİMİ VE CİNSİYET DEVRİMİ

Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri konusu asırlardır dünyada da evrildi, çevrildi; fakat asla çözümlenemedi. Evrilmek ve çevrilmek de demişken, bu alanda temel bir referansı hatırlamak gerek:

Evelyn Reed, Türkçe’ye de çevrilmiş olan Kadının Evrimi başlıklı klasik çalışmasında, kadının tarihsel toplumsal evrilme sürecini arkeolojik, biyolojik ve antropolojik kaynaklardan titizlikle inceledi. “Tarih-öncesi” anaerkil klan düzeni konusunu bir efsane olmaktan tamamen kurtardı. Ataerkil aile yapısının hakim olduğu sosyal düzene nasıl geçildiği ondan sonra da yeterince yazıldı. 

Yanısıra, yıllardır muhtelif disiplinlerde yapılan yığınla akademik çalışma ve kadın hakları tartışmaları farklı toplumlarda farklı feminist açılardan kategorilendi. Fakat bunlarla birlikte sadece LGBTİ+ gibi toplumsal cinsiyet kimlik kategorileri çoğaldı.

Kadınların ve diğer kategorilerdeki bireylerin ve grupların daha fazla şeyleştirilmesi ve ötekileştirilmesi kimlik ve beden politikaları ile vücut buldu. Gerek akademik, gerekse gündelik yaşamdaki hak, saygı, tanınma ve kabul gibi kazanımlar son derece yetersiz kaldı. Seksi ve cinselliği tabulaştıran ve ahlakçılıkla beslenen popülist toplumda, ezici şiddet giderek daha da ham ve ilkel vahşete dönüştü.

Çünkü zaten daha önce de yazdığım gibi hiç bir insan toplumu seks veya cinsel devrimini ve toplumsal cinsiyet evrimini gerçekleştirmedikçe sekülerleşemez, demokratikleşemez ve özgürleşemez.

ANATOMİ KADER MİDİR?

Cinsiyet” biyolojik ve fiziksel anlamda, yani hem organik hem de mekanik olarak maddi bir gerçek. En gözle görülebilen ve elle tutulabilen temel bir ikili ve süreksiz bölücü değişken. 

Bu sınıflama dünya nüfusunu da anatomik anlamda, mutlak ve süreksiz biçimde yarı yarıya ayrıştırır. Yani “kadın” veya “erkek” diye bir defada ikiye böler ve işlem biter. Doğadaki bu kararı da malum;  X ve Y kromozomları ile anlık bir “zar atışı” belirler.

Oysa zihniyetin cinsel kimliği” biyolojik veya anatomik değil; sosyal ve kültüreldir. Yani bu ikili (dual) kategoriyi ikicil (dikotomik) yapan, kutuplaştıran, zıtlaştıran, birini diğerinin ötekisi yapan, düşmanlaştıran ve onu ezdiren bölücü söylemler ve siyasalardır. İster kadın, ister erkek olsun; devletleri, akademik veya iş dünyalarını yönetenlerin ve yönetilenlerin, kafasına ve davranışlarına egemen olan eril zihniyettir.

Zihniyet veya mentalite konusu basma kalıp toplumsal cinsiyet rollerini” ve tartışmalarını çok aşar. Hatta günümüzde özgürleştirme adına onları paravan eder; arkasına saklanır.

Yine de şimdilik bir hızlı özet ve sonuç olarak, tarih boyunca ortak insanlığın ekonomik, toplumsal ve siyasi kaderini belirleyen ve evrilmesi gereken anatomi veya fizyoloji değil, bir arkaik zihniyettir:

Ataerkil ve maddeci. Görünürdekiyle sınırlı ve görünmezden kaygılı.  Sığ, yüzeysel, indirgemeci ve basit pragmatik. Totalist, kapitalist ve popülist. Ya/ya da bölücü, ölçmeci ve karşılaştırmacı. Baskıcı ve statükocu muhafazakâr. Şiddeti körükleyen ve onunla beslenen. Erk peşindeki, fallo-tekno-merkezli ve araçsallaştırcı eril zihniyet.

Zaten sefil ve batık neoliberalizmin zavallı ve inkarcı reklam cıngılları da ha bire zihinlere kazıyor: Karşı, karşıya, karşılaştır!

UKRAYNA KRİZİ

İkinci küyerel gündem meselemiz ise elbette ”Ukrayna krizi.” Son  PazarPolitik  yazımda da değindiğim gibi, Türkiyede demokratik, yüzleşmeci ve barışçıl muhalefet kafayı biraz kaldırmalı: İçine kapalı tarihimize zamansız, yaptırımsız ve ayrıntılı siyasi rejim notları düşmeyi filan erteleyip, bugün yeniden yazılan küresel tarihe bakmalı.

Zira tüm gelişmeler Ukrayna kadar hatta daha bile çok Türkiye’yi ilgilendiriyor. ABD, Rusya, Çin, AB ve diğer dünya ülkelerini de kendi yerel siyasi tarihsellikleri, toplumsal yapısal dirençlilikleri, kültürel yatkınlıkları ve yönetsel beceriklilikleri içinde yakalıyor. Tıpkı COVID pandemisi gibi.

Geçtiğimiz hafta Türkiye coğrafyası uluslararası diplomasi trafiğinin kesişme alanı oldu. Lavrov, Kuleba, Aliyev, Biden ve sıradaki Miçotakis, Scholz ile görüşmeler sadece benim duyduklarım. Rusya’nın “Akdeniz’deki sayfiyesi” olmuş Antalya’dan beklendiği gibi bir ateşkes antlaşması filan da çıkmadı tabii.

Bu konuda muhtelif uzmanlıklardan sayısız yorumlar ve taraf tutmalar gelmeye devam ediyor. Edecek de. Çünkü tüm kartlar mutlaka yeniden karılacak. Fakat bu iş; yani savaşcıl eski dünyanın kaotik pisliğinden yeni, temiz ve barışçıl dünya düzeninin doğumu öyle çabuk, kolay, sancısız ve acısız olmayacak.

Nitekim uzun soluklu olacak bu akut/kronik küyerel kriz kısıtlı yerimize sıkıştırılacak bir kaç cümleden daha fazlasını hak ediyor. Zira ciddi düşünsel ve zihinsel paradigmatik revizyonları davet ediyor. Onları da başka yazılara bırakalım.

TARİHİ COĞRAFYA KADER MİDİR?

Fakat eğer Türkiye sıklıkla tekrarlandığı -ve ısıtıldıkça besin değeri de lezzeti de adamakıllı düşmüş temcit pilavı – gibi gerçekten “daha fazlasını hak ediyor” ise önce kendine bakmalı. Ukrayna meselesini mutlaka ve hızla kendi siyasi kimliksel içgörüsü için işe yaratmalı.

Kendinin bazı derin coğrafi ve hala çözümleyemediği tarihsel saplantıları için son derece elverişli, fakat o oranda da kırılgan, bir ayna gibi çok dikkatle kullanabilmeli.

Bu kronik ve akut meseleye geniş ve makro tarihsel perpektiflerden bakılabilmeli. Eşzamanlı olarak, güncel müzakerelerdeki mikro diplomatik etkileşimlerde veya orta menzilli vizyon tasarımlarında, ekosistemik ilişkisel psikodinamiklere çok dikkat etmeli.

Artık kesinlikle iki kutuplu soğuk savaş dönemine dönülemeyeceği iyi idrak edilmeli. Doğu/Batı veya Rusya-Çin/ABD-AB-NATO gibi , kısaca ya/ya da gibi ikicil dünya düzeni tuzaklarına düşülmemeli.

Masum halkları ve insanların kolektif veya bireysel tercihlerini ve evrensel değerlerini, ulus-devletlerin ve küresel neoliberal şirketlerin politikalarından ve sömürücü kapitalist ahlaktan ayırt edebilmeli.

En az sokaktaki Ukraynalı kadınlar kadar, AB’nin demokratikleşme ideallerini ABD dış ilişkiler ve NATO’nun genişleme politikalarından, özgür yaşam biçimlerini totalist ve popülist Batı etiketinden ayrıştırılabilmeli.

GÜNÜN SONUNDA

Günün sonunda , yani dün de bugün de, sadece görseldeki gibi bazı renkleri ve ayrıntıları görünür olan aynı tablo: Kadın ve erkek eli ile ve el ele, birlikte boyanan. Yuva kuran veya yuva yıkan. Kendini veya yurdunu savunan ve başka yurtlara saldıran veya savaşları çıkaran.

“Silahlara Veda” edemediği gibi “savunma silahı” veya “özgürlük savaşı” oksimoronu ile silah endüstrisini sürekli büyüten. Sıcak veya soğuk, sert veya yumuşak silahları yeniden-üreten, ilerleten, eskilerinin veya atıklarının pazarını genişleten.

Şiddeti sönümlendir(e)meyen ve bu kısır ve tahripkar sarmalı sonlandırmak istemeyen. Çünkü onunla semizlenen ve erk peşinde erksiz kabaran.

Sonuç ve özet olarak, dünyada ve Türkiye’de başa bela olan da işte bu iğdişlik ve bilinmezlik kaygılı aynı evrensel ve arkaik eril zihniyet.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI