Cumartesi, Nisan 27, 2024

Aranan “taze kan” bulundu. Şimdi sıra “seri operasyonlarda”

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetlerle başladığı “helalleşme/yüzleşme/toplumsal barış” misyonu İmamoğlu ile İBB Bşk. olarak da sürdürülüp tamamlanabilir. Bu amaçla, partiler-üstü yeni bir siyasi zihniyet ve katılımcı demokrasi anlayışı ile yurttaşı ve doğayı birlikte önceleyecek nitelikli adayları belirlemek ve seçmek olmalı.

Kendimi bildim bileli bu ülkede her türlü sorunun çözümüne dönük bütün “uygar” tartışmalar dönüp dolaşıp “zihniyetin kökten değişmesi  gerekiyor” diye biter. Üstelik büyük bir çaresizlik hissiyle .

Fakat, ne hikmetse o zihniyet de bir türlü değişmez. En az iki sebeple:

  1. Zihniyetin ne evrimi, ne de devrimi pek kolay ve “doğal” veya kendiliğinden olmaz.
  2. Kolay olmaz, çünkü herkes değişimin kendi dışında olmasını arzular. Yani kendi zihniyetini bırakınız değiştirmeyi, onun da gerekli olduğunu görmez bile veya kabul etmez.

Politikyol’da yazmaya başladığımda bu iki saptamayı verili aldım elbette. Fakat hem seçimlere daha tam iki sene vardı. Hem de muhalefette de zihniyet değişiminin gereğinden muhalefet taraftarları sıklıkla söz ediyorlardı.  Yani cılız da olsa, çaresizlik değil kazanma umudu vardı. Ancak “uygar” olmasından veya adabından da vaz geçtim, ülke için hiç bir hayati konuda doğru dürüst “tartışma” yoktu.

Dolayısıyla  ilk yazımda  kendi analizlerim çerçevesinden öncelikli olarak teşhisin doğru konulması ve izlenecek siyasetin de buna uygun biçimde yapılması gerektiğini yazdım. Ve aynen şöyle bitirdim:

Nitekim işte bu sebeple de demokratikleşme-antidemokratikleşme paradoksundan ulusça başarıyla çıkabilmek için, onarıcı ve yapıcı tartışmaya daha yeni yeni başlıyoruz. Daha da genişleterek ve derinleştirerek diyalog içinde sürdürmeliyiz.

Fakat en başından itibaren demokratikleşme meselesine “ne iktidar, ne muhalefet” perspektifinden bakan birisi olarak esas özgürleşmesi gerekenlerin “doğrudan toplumun tüm bireyleri” olduğu pozisyonumu hiç değiştirmedim.

Nitekim 21 Mayıs 2021 tarihli o yazıda, onarıcı ve yapıcı entelektüel tartışmanın aciliyetinin ana sebebini ve diğer saptamalarımı özetledim. Elbette beni “naif” ve ”idealist” bulan “devrimci entelektüel” dostlara da zerre katılmayarak. Çünkü bu “statükocu aydın/entelektüel direncini” nerede görse tanıyan biri olarak!

Şimdi kendileriyle yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı pek beceremeyenler açısından geriye dönük bazı hatırlatmalar yapmak gereğini neden mi duydum?

Özellikle seçim sonrası iktidar/muhalefet diğer parti liderlerinin ve üyelerinin “tuhaf” bazı davranışları bir yana, gündemden düşmeyen CHP’nin en az iki siyasî aktörünü doğrudan odağına koyan, en az iki sebeple.

Ve yine “naifçe umuyorum” ki, bu konulardaki genel yorum ve eleştirilerden ciddî ölçüde ayrıldığım görülerek geçmiş dikkatle okunur. Diğerlerine de değişken konjonktürel bağlamlar içindeki öncelik -sonralık ilişkileri de  göz önünde bulundurularak ara sıra bakılır. Daha da açıkçası toplumun tamamını ilgilendiren en önemli ve çok acil konular, “kişiselleştirilmeden” ciddiye alınır:

I)Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu seçim öncesinde muhtelif kesimlerden insanlarla buluşup, görüşleri notlar alarak dinliyordu. 2022 Ocak başında, bazı Politikyol yazarları ile buluştuğunda, yani yüzüne karşı, özgül olarak “helalleşme” ve genel olarak da izlenmesi gereken en etkili siyaset biçimi ve biçemi konusunda naçizane analizlerimi özetlemek olanağını buldum.

Daha sonra da önceden olduğu gibi “kazanamayacak aday” olarak “Millet İttifakı’nca mobbinge maruz bırakıldığı” da dahil olmak üzere , “muhalefetin ne yaparsa kazanamayacağını” açık seçik yazdım. Fakat onların ve iki yıldan fazladır tüm yazdıklarımın neredeyse tamamen tersi yapıldı.  Seçim öncesi ve sonrası, ne ittifak, ne de parti-içi yerel teşkilatlar ve ne de medya iletişimi ve halkla ilişkiler doğru yönetildi.

Seçimler kaybedildi. Zaten kazanılsaydı da doğru işler yapıldığı için kazanılmış olmayacağını da seçimin hemen öncesinde yazmış idim. Hal böyleyken, şimdi Kılıçdaroğlu’nun ‘halden anlamıyorlar, şahsıma haksız yükleniyorlar’ gibi serzenişte bulunması ve hele (parti-içi meseleleri bilemem, zaten konuyla ilgisiz!) ‘seçmene kırgınlığını’ dile getirmesi son derece absürd.

Zaten kendisi kendiminki gibi uyarıların aksine çok daha önce Haberal transferi sırasında da dikkatime gelmiş olan ve bence çok yanlış varsayımlı popülist hesaplarla yapılan geleneksel pragmatist siyaset zihniyetinin hiç değişmemiş olduğunu, gerek İttifak-içi liderler, gerekse Özdağ ile pazarlıklarında bir kez daha sergilemiş  oldu.

Türkiye’nin tüm toplumsal alanlardaki (“çoklu organ yetmezliği”) gibi hastalığına koymuş olduğum teşhis, öncelikli olarak, CB seçimi için bile, “dereyi görmeden paçayı sıvayan”, halktan kopuk, önden ve merkezden “blueprint” planlamaları kesinlikle uygunsuz olduğunu öngörüyordu. Yerel yönetimlerin mutlaka olabildiğince özerkleştirilerek güçlendirilmesini ve aralarında eşgüdümlü düzenlenecek mikro-analitik çalışmaları ve dönüştürücü faaliyet planlarını öneriyordu.

Oysa, iki “parlak BB Bşk. başkanının hem CB adayı olarak  uzun süre gereksiz yere gündemde tutulmasına izin verildi. Hem de ülkeyi dolaşarak (özellikle de “en çalışkan nefer” İmamoğlu) Kılıçdaroğlu’na ve “en başından ölü doğum” dediğim Millet ittifakına destek olmaya koştular.

Kılıçdaroğlu her geçen gün biraz daha olmak kaydıyla, bir yandan şeffaflıktan söz edip, diğer yandan da “kozmik” bilgiler biliyor ve fakat (genelde bu ülke siyasetçisinin yaygın  hastalığı olarak!) ‘bir şeyden anlamaz, komplike siyasete aklı ermez’ diye bebeksileştirilen/ önemsizleştirilen halkın güvenini büyük ölçüde kaybetti.

Başta kendisine oy verenler olmak üzere hem toplumun tüm “bastırılmış” isyan ve öfke duygularını “paratoner” gibi üstüne çekmeyi hala sürdürüyor. Fakat her halükarda ve çoğunluğun aksine, koltuğa yapıştığını düşünmüyorum. Hatta, kurultayda partililerin yüksek olasılıkla teveccühüne rağmen aday olmayacağını düşünüyorum.

II-İmamoğlu’nun ise Yavaş gibi CB adayı anketlerinde yer almasını, zaten salt CHP’yi sabote eden/içerden parçalayan, muhalefeti zayıflatan, “yetersiz bakiyeli entelektüel sermaye” ile tasarlayan siyasi aklın büyük yanlışı olarak gördüm. Yani tıpkı, Akşener’in “3 Mart masa olayı” ve “kazana(maya)cak aday” meselesinden çok çok önce daha yolun başında “çok beğenilip, alkışlanmış ve büyük fedakarlık” diye pazarlanmış ve “gökten zembille inmiş Başbakanlık adaylık anonsu” gibi!

İmamoğlu ile şahsen, bir “Kanal İstanbul” çalıştayı sonrası yemekte, sevgili Tayfun Kahraman, çok değerli merhum mimar dostlarım İhsan Bilgin ve Murat Balamir ile birlikte çok kısa formel bir tanışma dışında, doğrudan hiç bir iletişimim olmadı.

Fakat, bugüne kadar hakkında yapılmış olan bence acımasız ve hayli projektif  yorumların çoğuna katılmadığım gibi, gerek İBB Bşk. şapkasıyla, gerekse siyasetçi şapkasıyla ve elbette mevcut konjonktürel bağlamlar içinde değerlendirdiğimde, ciddi bir hatasını da görmedim.

Geçenlerde de nitekim, kendisine “gaz verip”, hatta yeterince “cesur” olmamakla suçlayıp, “baba” Kılıçdaroğlu’nu devirip, CHP GB adayı olmasını salık verenlerin tersine, bunun çok büyük bir hata olacağını da açıkça  yazdım. Yukarıdaki gibi gerekçem ve fazlası oradan okunabilir.

Dolayısıyla, İmamoğlu’nun  İBB Bşk. adayı olacağını açıklamasına, onların yanı sıra iki sebepten ötürü de memnun oldum açıkçası: İlki ve ironik olarak tabii ki, hani neredeyse tüm yazdıklarımı değil kaale alanın, okuyup anlayanın bile bir tek kendisinin olduğunu düşünesim geldi.

İkincisi ve önemlisi, iktidardaki ve muhalefetteki siyasetin kalitesinden yeterince yakınan, zarar görmüş, hatta hastalanmış ve yıkımın eşiğine gelmiş ülke halkının yeniden toparlanabileceğini ve motive olup, umutlanabileceğini düşünüyorum.

O bakımdan da işte, uzun zamandır kendine Erdoğan sonrası için yeni bir lider arayışındaki Türkiye için,  “aranan taze kan bulundu” diye attım başlığı. Fakat bu metaforla sadece İmamoğlu’nun şahsını kast etmemekle birlikte, neden olmasın? Her şey onunla birlikte neden güzel olmasın?

Mııymıntı ve mızmızlık ile topluma sinerji veremeyen inisiyatifsiz bir  sürünceme siyaseti bu ülkeye en son lazım olandı. Türkiye’nin her zaman yerelde gelişerek güçlenecek kapsamlı ve katılımcı bir demokratikleşme projesine gereksinimi vardı. İstanbul’un gerçek ve sembolik tarihi, ekonomik ve siyasi önemi bir yana, tüm ülkenin dolaşım sisteminde “ülkenin kalbi Ankara” ile yeniden kurumsal yapılanmayı ve sistemik temizlenmeyi sağlayacak atar ve toplar damarların iyileştirilmesi ve bir dizi operasyon gerekiyordu.

Her kim içi boş, muğlak, kaypak, vs bulursa bulsun, İmamoğlu’nun da dediği gibi “yeni yaklaşımlar, yeni bir dil, yeni kadrolar, yeni bir örgütlenme, kısaca yeni bir siyaset” şarttı.  Bunlar içi doldurulamayacak şeyler değil. Zaten İmamoğlu da bunun için gerekli örgütlenmeleri organize, mobilize ve koordine edebilecek kişisel becerilere yeterince sahip görünüyor.

Kişi olarak da, yönetici-siyasetçi kumaşını yeterince “kıvrak ve renkli” bulduğum İmamoğlu (kan metaforunu sürdürecek olursam ve Biyoloji bilgim beni mahcup etmezse eğer)  AB Rh pozitif grubu gibi. Yani iktidar veya muhalefet, Sol/Sağ, muhafazakar/liberal fark etmeksizin, tüm kan gruplarından alabilen “uluslararası genel alıcı”.

Umalım da böylece ülkeden ve dünyadan çoğul geribildirimler doğru değerlendirilsin. Kılıçdaroğlu’nun tüm iyi niyetli çabalarla başlatmış olduğu helalleşme/yüzleşme/barış söylemi İmamoğlu ile kısa/orta/uzun vadeli bir “demokratikleşme inisiyatifi” ile sürdürülsün ve tamamlansın!

Zaten, bundan önce 2005’te de AB (Avrupa Birliği) ile uyum yasaları, katılım müzakereleri sırasında da “donör” bulundu diye heyecanlanmıştı millet. Fakat çifte sinyaller alınmış o kanın sonunda “negatif” (”dış düşman”) olduğu hükmüne varıldı. Yani el alemden/dışardan bulunan ”gavurun” kanı “yerli ve millî” alıcınınkiyle  uyuşmadı. Bu kez hem “pozitif” (“iyimser”) ve hem de bu kültürün/toplumun/cemaatin/ailenin, vb “içinden”.

Yani “yabancı” değil; “iç dost” olarak benimsenebilir. Hiç değilse ret etmeyip topluma, (yani herkes İmamoğlu’nun şahsına değil!) ve kendinin ruhsal-zihinsel-davranışsal dönüşümlerine fırsat vermeli. Kazanmayı kendisi için ve tüm toplum için arzulamalı.

Çünkü elbette, tek başına “taze kan” da her şey demek değil. Fakat iyi bir motivatöre çok gereksinim var geldiğimiz şu noktada. Sadece CHP partililerin değil, İstanbulluların değil, tüm ülke halkının da hem bir “dizi demokratikleşme operasyonu”nun başarılı geçmesi, hem de “hastanın yaşaması” için, kendini de alıcılığını akomode etmesi ve  yardımcı olması gerekecek.

Yeterli zaman zarfında gerekli hazırlıkların yapılması gerekecek. İlk kolay adım da partiler-üstü bir siyasi zihniyet ve katılımcı demokrasi anlayışı ile yurttaşı ve doğayı birlikte önceleyip, temiz ve gerçekçi siyasalar ile siyaset yapabilecek nitelikli adayları belirlemek ve seçmek olmalı.

O yazıda da vurgulamış olduğum gibi, siyasete geleneksel alışkanlıklarla kabız bakışın ve partizan siyasetin dışına çıkmak gerekecek. Bu toplum, oradan buradan yamalı bohça gibi alımlamalardan vaz geçip, temsili, katmanlı ve doğrudan; yani merkezi-yerel melez demokratik yönetişim modelini” deneyerek ve yaparak öğrenmek zorunda.

  

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI