Cuma, Nisan 26, 2024

Mahmut Üstün yazdı | “Yerli ve milli değerler”, “halk değerleri”, muhafazakarlık ve sol

Her toplumun tarihten getirdiği bir toplumsal psikolojisi, değer ve alışkanlıkları (gelenek) vardır. Bu değer ve alışkanlıklar, muhafazakar sağ kesimlerin iddia ettiği gibi, aslında ne bütünsel ve tutarlı, ne de yekpare değildir. Ortak yanları olduğu gibi, parçalı, çelişen ve çatışan boyutları da içinde taşır. Sağ muhafazakar kesimler nesnel/ekonomik faktörlerden çok toplumu kültür üzerinden tanımlamaya çalışır ve özellikle de solu kültürel boyuta önem vermemekle eleştirir. Bu “yerli ve milli değerler”, “milletin değerleriyle kavga etmek”, “kutsallara saygı/saygısızlık” vb. söylemleri muhafazakar sağ tarafından toplumu konsolide etmek ve solu “yabancılaşmış” bir unsur olarak göstermek amacıyla pek sık kullanılır. Özellikle de otoriter ve faşizan yönelimli iktidar ve dönemler de, bu söylemler iyiden iyiye ayyuka çıkar.

Peki bir düşünce ve siyasal akım olarak sol akımlar. Gerçekten “kültür”, toplumsal değerler”, “gelenek” gibi öğelere önem vermezler mi? Dönemsel ya da yerel planda bu konuda bazı aksi örnekler ya da genel planda yetersizlikler olabilir ama sol, aksine kültürü önemli bir siyasal/ideolojik mücadele alanı olarak görür. Bu mücadelede yerel halk deneyim ve değerlerini, kültürel üretim alanlarını sahiplenir. Türkiye üzerinden düşünelim, folk (halk) müziği, halk oyunları, masalları, söylenceleri, edebiyatı, mimarisi üzerine sağ hiç bir zaman sol kadar sahiplenici bir özen ve titizlik göstermemiştir.

Sağ muhafazakar siyasetin “kültür” dediği aslında büyük ölçüde din ve milliyetçilikten ibarettir.

Bir kaç hafta bu konu üzerinde durmaya çalışacağız. “Yerli milli değerler”, “gelenek-kültür”, “Türk toplum psikolojisi” vb. üzerine bazı saptamalarda bulunup, bunun Türkiye sağı ve solu ile bağlantı noktaları hakkında sonuçlar çıkarmaya çalışacağız.

Önce bugünlerde pek revaçta olan “yerli ve milli değerler” argümanıyla başlayalım… Öncelikle bir soru: Neden sadece yerli değil de “yerli ve milli” değerlerden sözedilmektedir? Tesadüfi değildir; son derece anlamlıdır.Biz de bu tanımlardan kalkarak olayı kavramlaştırmaya çalışalım.

“Dini/Milli değer”, “Yerlilik” , “Halk değeri”…

Devletlerin tarihi ile toplumların/halkların tarihi elbette bir yanıyla bağlaşıktır, ortaklaşan yanları vardır. Ama öte yanıyla da farklıdır ve çatışan özelliklere de sahiptir.

Devlet homojenliği temsil eder. Hem sınıfsal, hem etnik/dini/mezhepsel anlamda görece homojen bir yapıdır devlet. Sınıfsal ve kimliksel heterojenlik devlet kavramının özü ile uyumsuzdur. Oysa halk sınıfsal anlamda görece homojen bir özellik gösterse de etnik/dini/mezhepsel anlamda heterojen bir özelliğe sahip bir bütünlüktür.

Devlet erki kural olarak zenginlikle/ayrıcalıklarla/yönetme erki ile ve egemen etniklik/dinsel/mezhepsel yapı ile özdeştir.Halk ise kural olarak yoksulluğu ya da görece yoksulluğu, yönetme erkinden uzaklığı ve kimliksel alanda heterojenliği temsil eder… Sünni de halktır, Alevi de halktır, Yahudi ve Hıristiyan da, Türk, Kürt ve Çerkes de halktır.

Buradan bakıldığında -başka şeyler sabit olmak kaydıyla- halk kültürünü yoksulluğun, yönetiliyor oluşun ve etnik/dini/mezhepsel heterojenliğin belirlediğini söylemek olasıdır. Yani halk değeri zenginlik kültürünü olduğu kadar, etnik/dinsel/mezhepsel anlamdaki tekçi anlayışı da dışlayan bir yapıya sahiptir.

Nitekim devlette temsil edilen (zenginlik/yönetme/kimliksel homojenlik) kültürünün ulaşamadığı tüm alan ve zamanlarda ( uç bölgelerde) halk kültürünün bu özellikleri çok daha net olarak kendini dışa vurur. Dinsel devletin ulaşamadığı alanda yerel halk kültürü ile merkez kültürü (yani devlet merkezli kültür) arasında çok ciddi çatışmalar yaşanmış, merkez kültür kural olarak yerel halka kendi kültürünü kural olarak kılıç zoruyla kabul ettirebilmiştir. Yerel halk kültürünün en önemli yazılı/sözlü tarihi olan halk müziği/halk şiiri vb. üzerine yapılan bir inceleme bile bize bu gerçeği açıkça gösterecektir. Milli devletlerde ise bu direnme halk kültürünün yanı sıra eski egemen devlet kültürüne (din) sarılmak biçiminde ortaya çıkmıştır. Milli devletin Türk ve (modern) Sünni kimlik temelli homojen kültürü, halk kültürünün doğal evrimsel bir türevi olarak değil, bir dışsal dayatma ürünü olarak şekillenmiş ve yine direnişle karşılaşmış ve yine öncelikle zor marifetiyle topluma “kabul” ettirilebilmiştir.

Tam da bu noktada “milli”, “yerli” ve “halk” değerleri arasında bir kategorik ayrım yapmak gerekiyor. Sağ muhafazakarlığın “kültür” sorununu indirgediği dini ve etnik/milli değerler açık biçimde devletsel değerlerdir.

AKP’nin dilindeki “yerli değerler” ifadesi daha çok dini, Sünni İslam’ı çağrıştırmaktadır. Ama biz daha genelde “yerli değerler”i halktan iktidara, iktidardan halka doğru akışın gerçekleştiği, devletin kendi değer hegemonyasını tesis ettiği geçirgen bir kültürel alan olarak kavramlaştırabiliriz. Bu alanda, halk kültürünün verili devlet kültürü ile en azından o konjonktürde aralarında bir çatışma olmayan unsurlarının da yer aldığını söyleyebiliriz. Örneğin halk kültürünün Osmanlı sistemine isyan eden motifleri Cumhuriyetin başında devlet kültürü açısından öne çıkarılabilir bir niteliktedir. Sonra nötr bir nitelik alır ama bu kültürün giderek verili sisteme isyanı da çağrıştırmasıyla “yerli” değer olmaktan çıkarılır; dışsallaştırılır vb.

“Halk değerleri” ise etnik ya da dinsel farklılıkları/değerleri ikincilleştiren, toplumu ortak kader ve mücadele temelinde (sınıfsal alan) birbirine yakınlaştıran, aralarında kardeşlik ve dayanışma ilişkilerini geliştiren bir kültürel alandır.

Sağ muhafazakarlar bugün çok sık iddia edildiği gibi halkın değerlerinin devlette temsilini talep eden değil tam aksine devletin kültürünü halka taşıyan bir “kültür politikası”nın temsilcileridir. Muhafazakarlığın milletin değeri dediği aslında dinsel değerlerden ibarettir ve bu dinsel değerlerde halk kültürünün seküler inanç kültürü değil, eski devletin/iktidarın resmi ideolojisidir. Muhafazakarlık “eski efendilerin mağduriyetini” temsil eder. Eski ve yeni efendilik düzeninin (dinsel ve milli kültürün) tarihsel ve ideolojik uzlaşmasını amaçlar.

Sol akımlar ise halkın değerlerinden hareket ederler ve bu değerlerin yukarıya, iktidara doğru etki alanının genişletilmesini ve/ya tümden hegemonya tesis etmesini amaçlarlar.

Ne var ki solun bugün bu işlevi layıkıyla yerine getirememesi, “eski efendilerin mağduriyet dillendiricisi” olan sağ muhafazakarlık ile “her dönemin gerçek mağduru” olan halk arasında bir “mağduriyet” benzerliği, yüzeysel bir duygusal yakınlaşma sağlanmasına neden olmakta, muhafazakarlığın kendisini aynı zamanda “halk kültürü”nün temsilcisi olarak takdim etmesini kolaylaştırmaktadır.

Özetle: Halkı en temelde geleneksel ya da çağdaş teba, amele, asker ve şehit olarak gören/önemseyen dini ya da milli kültür, halk kültürü değil egemenlerin/devletin kültürüdür.

İnsanların rahat, özgür, güvenli ve barış içinde kardeşçe yaşamasını önceleyen, bu amaç karşısında dinsel ve etnik ayrımları ikincilleştiren kültür halk kültürüdür ve bu kültür özü itibariyle barışçıl, seküler ve yurtseverdir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER