Haftanın Çevirisi | Bilim kurgu, sosyalizmi nasıl şekillendirdi? – Nick Hubble

William Morris’ten Ursula K. Le Guin ve Iain M. Banks’a, bilim kurgu, sosyalist düşünürler için kasvetli bir politik gerçeklikten kopuş ve çok farklı bir dünya hayal etmelerini  sağlayarak onlara bir çıkış noktası sundu.

Kim Stanley Robinson’un son romanı The Ministry for the Future, kolektif eylemin kapitalizmi sona erdirdiği ve dünyayı iklim değişikliğinden kurtardığı spekülatif bir gelecek tarihi içinden yola çıkarak Küresel Kuzey’deki kapitalist gerçekçiliğin egemenliğine meydan okuyor. Robinson, statükoya karşı bir alternatif düşünürken, ütopik kurgu yazan solcu bilim kurgu yazarlarının uzun ve onurlu geleneğini sürdürüyor.

Gelenek, hiç değilse William Morris’in, yoksulluk ve baskının olmadığı ideal bir toplumu oluşturan proleter bir devrimi anlatan News from Nowhere (1890)’ine uzanıyor. Robinson ve Morris, farklı tarzları ile doğanın hem içinde hem de ona karşı işleyen toplumsal bir etkinlik olarak emek ile yaşayan bir insanlık vizyonunu paylaşırlar. Tüm bu tür çalışmalar ve H. G. Wells’ten Iain M. Banks’a diğer tanınmış sosyalist ütopyacı romancıların çalışmaları, okuyuculara basında nadiren var olan kapitalizm sonrası yaşamın radikal tasvirlerini sunarak sosyalizm davasını daha ileri götürüyor.

Ütopik bilim kurgu bize yalnızca gelecek için bir tasarı sunmakla kalmaz: aynı zamanda bize tarih hakkında düşünmenin yeni bir yolunu gösterir. Tribune’ün en son sayısının arka kapağında Marx’tan “Mücadele yalnızca elverişli koşullar altında yürütülseydi, dünya tarihini yapmak gerçekten kolay olurdu” mealinde [bir] alıntı yapıyor. Peki ya kendimizi içinde bulduğumuz koşulları yeniden şekillendirmenin kavramsal bir yolu olsaydı? Ya tarih hakkında geçmişle ilgili bu kadar çok düşünmeyi bırakıp gelecek perspektifinden düşünmeye başlarsak?

Max Saunders, Imagined Futures’ta (2019), iki savaş arası döneminin Britanyası’nda,hayali uzak bir geleceğin bakış açısından yazılan, şimdinin ve yakın geleceğinin tarihini kastettiği “gelecek tarihi”nin ortaya çıkışını anlatıyor. Bilim insanı ve komünist aydınlardan J. B. S. Haldane, Daedalus; or, Science and the Future (1923) kitabının bir bölümünü, 2073’ten yazılan, embriyoların anne bedeni dışında gelişmesi gibi biyolojik gelişmelerin nasıl yaygın bir uygulama haline geldiğini anlatan  bir öğrenci ödevi biçiminde yazdı. Haldane, gelecek perspektifini alarak ve bugününü, yerini başkasının alacağı tarihin bir aşaması olarak görerek, basit bir olgu olarak geleneksel cinsel ilişkilerin tamamen dönüşümü öngörüsünü sundu, kendisini geleneğin ve geçmişin kısıtlayıcı ahlaki pusulasından kurtardı.

Haldane’in kız kardeşi Naomi Mitchison kendi feminist bilim kurgusuna benzer bir mantık uyguladı. We Have Warned (1935)’i ‘kendi zamanlarım hakkında tarihsel bir roman’ olarak tanımlaması, gelecekte daha ilerici bir toplum perspektifinden bugününü de düşündüğünü ima ediyor. Romanın [faşizmin kontrolü ele aldığı] bir İngiltere tasviri, okurları bu kaderden sakınmak ve bunun yerine herkesin eşit olacağı öngörülen bir gelecek yaratmak için sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüştürülmesi gerektiği konusunda uyarıyor.

Gelecekteki toplumun ihtiyaçlarının geçmiş ve şimdiki toplumların ihtiyaçlarından daha ağır bastığı düşüncesi, endüstriyel eylemle bir analoji yoluyla etik bir ilke haline getirildi. Mitchison, devam eden grevleri veya siyasi kampanyaları mevcut sosyal düzene karşı saldırgan veya düşmanca eylemler olarak görmeye yönelik yaygın bir eğilim olduğunu kaydetti; bu tür mücadeleler, ancak yaşam koşullarında bir iyileşme ile sonuçlanmasının ortak farkındalığıyla geçmişi kapsayarak meşru hale geldi. Bu nedenle, sosyalistlerin ütopik geleceğin değerlerini etik açıdan iyi ve kapitalist sınıfın uygulamalarını geleceğin “iyi toplumu”na karşı düşmanca bir eylem olarak temsil etmeleri gerektiği iddia edildi. 1930’ların solcu kültür politikaları tarafından göklere çıkarılan, uğruna mücadele etmeye değer bir geleceğin bilim kurgu anlayışı, İngiliz işçilerin İkinci Dünya Savaşı’na kararlı katkılarını destekledi ve bir dereceye kadar 1945’te İşçi Partisi hükümetinin seçilmesine yol açtı.

İki savaş arası dönemin pek çok sol kurgusundaki bu ilerici gelecek modeli, çocuk sahibi olup olmama hakkı ve kiminle çocuk sahibi olacağına karar verme hakkına sahip olan özgürleşmiş kadın işçilerin bakış açısıyla We Have Been Warned’da temsil edilen, Sovyetler Birliği’nin ön gösterimi idi. (Bununla birlikte, Mitchison’un özgürleşme ve doğum kontrolü ile ilgili konuşmalara katkılarına, onun Öjenik Cemiyeti ile olan ilişkisinin farkında olunarak uyarı notu düşülmelidir.) Kurgu olmayan kitabı The Moral Basis of Politics’de (1938) Mitchison, geleneksel cinsel ahlakın bir kıtlık iktisadından kaynaklandığını ve özgürlük ile eşitliğin ancak bütün maddi ihtiyaçlar karşılandığında kural haline geleceğini savundu. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin nihai başarı veya başarısızlığının kıtlık sonrası bir toplumu kurma kapasitesine bağlı olduğunu öngördü.

 

Sonuç olarak, SSCB başarısız oldu, ancak bu başarısızlığın öyküsü, muhaliflerinin şimdiye kadar kabul ettiğinden çok daha ilginç ve öğreticidir. Francis Spufford’un, bütün ihtiyaçları bilimsel olarak karşılamaya yönelik bu Sovyet girişiminin yaratıcı belgesel anlatımı Red Plenty (2010), Robinson veya Ursula Le Guin tarafından yazılan bir bilim kurgu romanına eşdeğer olarak tanımlanıyor.

Daha genel olarak, kıtlık sonrası ütopik bir toplum fikri, son yıllardaki sosyalist bilim kurgunun en sürdürülebilir gövdesi için çerçeveyi oluşturuyor: Iain M Banks’ın Culture series (1987-2012). Bu romanlar birlikte, sosyalist güçlerin, geleneksel olarak hiyerarşik devletleri kendi halklarını özgürleştirmeye yönlendirmek için tasarlanmış müdahale etiği üzerine genişletilmiş bir incelemedir. Banks, Al ‘Minds’ın gelecek tarihi perspektifinden yazarak bugün insani yardım müdahaleleri tartışmalarına hakim olan klasik liberal ideolojiyi uzaklaştırıyor ve onu söz konusu politik değerlerin mantıklı bir analizi ile değiştiriyor.

Bu tür bir uzay romanının kapsamı aynı zamanda egemen sınıf değerlerinin sınırlarını gösterme işlevi de görür. Eleştirmen Fredric Jameson’un işaret ettiği gibi, geleneksel roman, Jane Austen’ın kadın kahramanlarından birinin mülkiyet ilişkilerini ve toplumsal düzeni destekleyen bir evlilik sözleşmesine girmesi gibi yapısal olarak biçimsel bir çözümlemeye dayalı olan burjuva bir edebiyat tarzıdır. Bilim kurgu [ise] aksine, bu tür kısıtlamaların cesurca ötesine geçmeyi isteyen bir türdür. Hareketin ölçeğini doğum koşulları ve iş fırsatları ile tanımlanan modern yaşamın sınırlarından sonsuz evrene kaydırarak, sınırların olmadığı bireysel ve toplumsal olasılıkları keşfeder; Tannhäuser Kapısı yakınlarında karanlıkta parlayan C-ışınlarını bir kere izledikten sonra edilgen geç-kapitalist hayata geri dönemezsiniz.

Sosyalist bilim kurgu içinde yüzyıldan daha fazla süredir bulduğumuz şey, günümüzün ideolojik kısıtlamalarından kurtulmamız ve tarihi yapma görevine devam etmemiz için gerekli perspektif değişimlerinden bazıları için bir rehberdir.  Bu romanlar sıkıntılı zamanlarda umut ve ilham vermekle kalmıyor, aynı zamanda gerçek bir eşitlik toplumunun neleri başarabileceğine dair yenilenmiş bir merak duygusu da sunuyor.

[Tribune’deki orijinalinden PolitikYol için Ekin Değirmenci tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.]