Esas “endişeli” olan kim(ler)? Toplumun geleceğiyle kumar oynayan kim(ler)? Sağlam siyasi muhakemeli “proaktif inisiyatif” ile “retroaktif  risk” farkını göremeyen kim(ler)? “Bakiye” zihinlerde daha çok mali muhasebe bağlamında yer etmiş bir terim. Bütçede arzulanan harcamayı karşılayacak kadar birikim yoksa da “yetersiz bakiye” oluyor tabii. Fakat bakiye ve muhasebe de salt parasal ekonomiye özgü terimler değil. Zaten ekonomi kavramı da yaşamın her alanında, tamamının bile felsefi muhasebesi için de kullanılır. Hatta, zamanı ve yeri geldikçe politik ekonominin (Marx ve diğerleri) ve psişik ekonominin (Freud ve diğerleri) rasyonel ve toplumsal dinamikleri açısından önemli farklarına önceki bazı yazılarımda değinmiş idim. Tüm kültürlerde, yaşam felsefesi olarak da bakiyenin yeterli olmayacağı harcamalar, karşılanamayacak borçlanmalar, hatta gerçekçi olmayan hevesler bile özendirilmez. Dahası, bizdeki, “Ayağını yorganına göre uzat”, “Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider…” gibi pek çok atasözü, deyim ve bilge nasihati de, ahlaklı kâr  ve kazanç düşlemeden önce, bu denkleştirmeyi ve dengeyi sağlamayı bir erdem olarak belletir. Fakat, bu metafor ve kavramların hepsi de “bakkal defteri tutmak ve denkleştirmek” gibi basit muhasebe becerileri kadar, hatta ondan daha da önce, muhakemenin yeterince sağlam gelişmiş olmasını gerektirir. Zaten “evde yapılan hesabın, pazardaki fiyatlarla falan tutmaması” da işin daha çok muhakeme ve dinamik koşullara ayak uydurabilme yanına işaret eder. Örneğin, pişirilecek yemek için gerekli malzeme elde veya markette yoksa eğer, menüde veya tarifte değişiklik yapabilmek yaratıcı inisiyatifi gibi. Nitekim bu da ülkeyi ekonomiden hukuka kadar her alanda yöneten veya yönetmeye talip olanlarda bulunması şart olan bir özellik. Öte yandan, somut ekonomik anlamda da zaten fiyatlar insanlar evde hesabını doğru yapıp pazara gelene kadar artıyor. Yüksek enflasyon ve geçim derdi artık ülkenin sabit gerçek gündem maddesi olarak yerleşti. Hal böyleyken ülkeyi yönetenlerin ister ekonomik, ister siyasi, ister bilişsel, isterse de duygusal ve vicdani anlamlarda olsun, ciddi demokrasi cehaleti ve muhasebe ve siyasi muhakeme ve güncel dinamikleri idrak eksikliği var. Şimdiye kadarki bütün analizlerimde “ilişkisel düşünsel çerçeve” dışına çıkmadım. Dolayısıyla da, ülke yöneti(ş)imine her zaman iktidar-muhalefet ve geniş toplumu dahil ettim. Elbette bu dinamik süreçler içindeki bazı paydaşlara özgü görüşlerimi de paylaştım. Nitekim geçen sene tam bugünkü “Muhalefet’ neden kazanamaz” yazımda da olduğu gibi, gerekçeli bazı naçizane uyarı ve önerileri sürekli olarak yaptım. Bugünse Kılıçdaroğlu’nun son hamlesi ile ve aradan geçen zamanda ülkedeki bunları sadece daha da desteklemiş onca tecrübeye rağmen, neredeyse hiç birinin gerçekleştirilmediği artık açık seçik belli oldu. Kim, neyi, nasıl rasyonalize ederse etsin! Medyada hala siyasette bir "gündemi belirlemek" edebiyatıdır ve bunu yüceltmektir gidiyor. Sanki neyin konuşulduğu ve (siyasi) yaşamın akışına ne yönde ne zaman müdahale ettiği önemsizmiş gibi. Kılıçdaroğlu’nun son videosunu izler izlemez bu konuya ilişkin düşüncelerimi de bir tweet zinciri ile de paylaştığımdan, bu yazıyı başka bazı hususların altını çizerek bitireyim. Çünkü günün sonunda iktidara verilmiş (kafa golü?) pasının veya ondan önce de Kılıçdaroğlu’na atılmış topun oy hesaplı, bilinçli veya kasıtlı olup olmamasının fazla bir önemi yok. İşlevi önemli. Zaten, varoluş sebebi “ortak (iç/dış) düşman” olan 4 veya 6 bacaklı masa da sanıldığı veya gündemde tutulduğu gibi dağılmaz. Sadece sallanmaya ve etkisizliğine, işlev(sizliğ)ine devam eder. İşte böyle muhalefet kalesine goller veya kaybedilen irili ufaklı muharebeler biriktikçe maçı veya savaşı kaybeder. Hepimize de kaybettirir. Her şeyden önce, ev videoları üzerinden halka seslenmeye başladığından beri Kılıçdaroğlu yeni ve tuhaf bir “siyasi iletişim, muhasebe ve muhakeme örüntüsü” sergiledi. Biçim ve biçem olarak, “sembolik yerleştirmeler” ile kötü ve yararsız bir Peker videoları taklidi olan bu “halka seslenişler” hata üstüne hatalarla doldu. İçerik olarak, o da tıpkı Erdoğan gibi önce “önemli müjde” daveti yapıp meraklandırıyor ve bir “balon uçuruyor veya patlatıyor”. Sonra da gelen tepkilere ve yükselen tartışmalara göre “aslında öyle değil de, şöyle” demek istediği, “o niyetle değil de, bu maksatla” yaptığı, vb. açıklanıyor. “Yakın dost çevresi” ile birlikte sözel demeçlerindeki vaatleri yeniden yorumlanarak revize ediliyor. Ayrıca ne muhatap alınan kitle ve ana mesaj odaklı, ne de siyasi dil ve muhakeme tutarlı. Dolayısıyla da muhalif veya taraftar tüm izleyenlerce ne bilişsel olarak yeterince ikna edici, ne de duygusal olarak güven verici bulunuyor. Bu örüntü özellikle de iktidarın “kara propagandalı algı yönetimi” serzenişlerini dilinden hiç düşürmemiş muhalefetin “ak propagandalı algı yönetimi” olarak son derece sorunlu. Nitekim son önerisi zamanlaması, vs. de bir yana, aklanmış yorumlarıyla bile, yığınla çelişkiyi ve cılız savı barındırıyor. Meğer bu bir satrançtaki “şah” çekme hamlesiymiş! Ardından bir tane daha tarikatlar için falan çekmeliymiş! Bu gerçekten de yersiz ve zamansız çıkışı türlü biçimlerde rasyonelize edip savunanlar ise, beğenmeyenlerin gerekçesinin başörtüsü konusunda endişelilerin kalmadığını düşündükleri varsayımı üzerine argüman yürütüyorlar ki, bu da doğru değil. Hiç değilse kendim, AKP seçmeni olsun olmasın, başörtüsü veya başka konularda varsaydıkları ve iddia ettikleri gibi “akılsız, iradesiz, istismara yatkın, kara propoganda tesirinde kalan” kesimler olsa bile, bu hamlenin onları rahatlatmayacağın veya %25’lik kemik seçmenden ağzıyla kuş tutsa da oy getirmeyeceğini önce de yazmıştım. Ayrıca zaten (hukukun kısa dönem siyasi çıkarlar için araçsallaştırılarak, iyi düşünülmemiş ifadelerle kalıcı yasa yapılmasının yanlışlığı da bir yana) kökeninde “hukuksal” olmayan hiç bir endişe bu şekilde giderilemez. Söz konusu edilen ister “muhafazakar/dindar”, ister “modern/laik” diye saçma sapan etiketlenmiş ve kutuplaştırılmış kılık kıyafete/yaşam biçimine müdahale endişesi olsun. Üstelik ilk grubunki geçmişteki kuyruk acısı ile “ya olursa, ya iyileşmiş yara yeniden kanarsa, hastalık nüksederse, vb.” ideolojik/siyasi endişe iken, ikincininki şimdiki ve “zaten yeterince nefes alamıyorum, giderek de kötüleşiyor, boğuluyorum, ölüyor muyum” fenomenolojik/yaşamsal endişe. Bunların teşhisi gibi, tedavisi de “aynı, üstelik cinsiyetçi ve eril reçete” (yasa!) ile de olmaz. Kaldı ki, bugün ülkede yürürlükteki değil yasal, onun üstündeki anayasal hakların bile ihlal edildiği, artık içselleştirilmiş ve KHK’e bile gereksinim duymayan bir misyoner kararlılığıyla, hukukun antidemokratik biçimlerde istismar edildiği bir adalet ortamından bahsediyoruz. “Hak! Hukuk! Adalet!” diye kim yürüdü? Üstelik tüm koşullar ve hayati göstergeler şimdi o zamanki konjonktürden çok daha kötü; alarm veriyor. CB olursa/olunca yapmayı düşlediklerini yapabilmek için, Kılıçdaroğlu’nun öncelikle şimdiki Altılı Masanın CB aday adaylarından biri statüsünden çıkıp CB adayı, sonra da “evdeki hesaplar Türkiye siyaset pazarına uyarsa” eğer, CB filan olması gerekiyor. Esas “endişeli” olan kim(ler)? Toplumun geleceğiyle kumar oynayan kim(ler)? Sağlam siyasi muhakemeli “proaktif inisiyatif” ile gaza gelmiş reaktif ve “retroaktif risk” farkını göremeyen kim(ler)? Her halükarda, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışlarının, özellikle kendisinin ve Altılı Masanın ittifak taahhütünde bulunmuş ve henüz bulunmamış bileşen bacaklarının muhtelif “ayak oyunlu” ifadelerine bakınca, masaya kendini aday olarak kabul ettirme pazarlığı veya çabası olduğu aşikar. Bu durumun toplumun kolektif algısına, adeta rüştünü önce kendi anababasına ispatlamaya çalışan bir gencin çırpınışları veya ülkenin sıcak/soğuk gündeminde zerre önem ve önceliği yok iken, masadaki Davutoğlu ve Karamollaoğlu gibi misyoner liderlerin siyasi ideolojik ajandası, hatta “azmettirmesi” gibi yansıdığının acaba ne kadar farkında? İnsanlar da bütün bu muhalefet, masa, hatta CHP içi mücadeleyi canlı yayınlarda izliyor. Bazı masadaşı liderler de ilk kez orada duyduklarını açıklıyor. Bazı muhalefet destekçileri ise esas kendisinin kimlerin telkinine açık olduğunu veya tesirinde kaldığını sürekli merak ediyor. Elbette bu talihsiz güncel tablo, Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetinin ve siyasi rant muhasebesi yapmadan “helalleşme” arzusu ile davrandığı ve yılmadan yorulmadan bu uğurda çabaladığı gerçeğinin, samimiyetinin, mali veya ahlaki anlamda dürüstlüğünün sorgulanmasını da gerektirmiyor. Hatta bırakmayı arzuladığı ulvî mirasın (kaç nesil sonraki?) varislerine ulaşmasına, yani tarihin ona hak ettiği hakkını ve değerini teslim etmesine engel değil. Ancak bu yoldan, zihinlere kazınmış kutuplaşma, mevcut aşırı (hatta paranoya derecesindeki) güvensizlik ortamında ve üstelik insani geçerliği ve toplumsal karşılığı olmayan bilişsel-duygusal haritalar ile, elinde en yüksek teknolojili GPS pusulası bile olsa, bu toplum “helalleşip” daha iyi geleceğe huzurlu ve sağlam adımlarla birlikte yürüyemez. Kaldı ki, muhalefetin söylem ve siyaset biçimini ivedilikle değiştirmediği takdirde, toplumda artmış ve sürekli olarak tek kişiye kanalize edilmiş öfkenin, “yeniden mağdur edilene (s)empatiye yol açacağını, muhalif taraftarlarca bile birden yön ve boomerang gibi hedef değiştirmesinin işten bile olmadığı uyarısını da çok önce yapmıştım. Bugün itibariyle Altılı Masa o eşiği aşmıştır. İktidarın blöf olmayan “anayasa kozu” ile oynarken çok dikkatli ve ciddi olunmalıdır. Gerçekten ne yazık ve acıdır ki, bugüne kadar onca geri-bildirimlere rağmen Millet İttifakı, Altılı Masa, Emek ve Özgürlük İttifakı ve toplumsal muhalefet, karşılıklı atılan adımlarla, daha doğrusu adı kuralı belirsiz fakat bitmek bilmeyen hayali bir oyunda çekilen restlerle, “geniş toplumsal demokratik oydaşma” yerine, kendine/topluma muhalefete dönüşmüş durumda. Benzer yanlışlarda ısrarcı. Ve adeta kaybet(tir)mek için inatçı! Başta parti liderleri olmak üzere, düzgün demokrasi için toplumun “gelişerek büyümesi” şart! Oysa büyüyen sadece iktidarı ile, muhalefeti ile hep birlikte paylaşılan ve bir yandan “ödendikçe” bir yandan da katlanarak artan “Türkiye’nin aydınlanma faturası”. Hangi siyasi lider veya parti suçlanmaya, sorumlu tutulmaya çalışılırsa çalışılsın. Tek gerçek bu: Yetersiz bakiye!  
Editör: TE Bilisim