Ülkenin bütün vatandaşlarına karşı sorumluluğu bulunmasına karşın, ülke tarihinin en önemli seçimi öncesinde taraflardan birinin propagandasına ev sahipliği yapan İstanbul Modern’in sanat çevrelerince keskin bir kurumsal eleştiriye tabii tutulması gerekiyor. Siyasi yelpazenin her kesimi tarafından ülke tarihinin en önemli seçimi olarak değerlendirilen 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin adaylarından olan Recep Tayyip Erdoğan ikinci turdan dokuz gün önce İstanbul Modern’i ziyaret etti. 19 Mayıs’a denk getirilen ziyaret Erdoğan’ın beklenmedik bir propaganda hamlesiydi. Erdoğan İstanbul Modern’in yöneticilerine bakarak yaptığı konuşmada ülkenin kültür alanını cepheleştirme yolunda bir adım daha atarak şöyle diyordu: “Sokaklarımızın ateşe verilmesinden edep ve insanlık sınırını aşan hakaretlere varıncaya kadar her yola başvurdular. Farklı düşünen sanatçılarımızı tehdit ettiler, üzerlerine mahalle baskısı kurarak korku iklimi oluşturarak bu insanları sindirmeye çalıştılar. Ülkenin, milletin, hatta doğrudan sanatçılarımızın hayrına olan işlerde bile maalesef bu hoyrat tavırlarından vazgeçmediler. Biz bu sıkıntıların hepsini de göğüsledik. Her tuzağı bozduk, her engeli aştık ve bu günlere geldik.” 11 Aralık 2004 tarihindeki açılış töreninden beri 19 sene boyunca bir kere bile İstanbul Modern’e uğramamış olan Erdoğan’ın söz konusu hamlesinin fikir babası “büyük ihtimalle” Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun. 2006’da İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Prof. Dr. Edibe Sözen danışmanlığında “M.McLuhan ve J.Baudrillard’ın Medya Kuramlarının Karşılaştırmalı Çözümlemesi” başlıklı doktora tezini veren Altun’da Batı düşüncesine karşı mesafeli bir duruşu barındıran tipik bir entelektüel muhafazakarlık gözlemleniyor. Tezin giriş kısmında M.McLuhan’ın Türkiye’de çok yankı bulmamasının nedenine dair yürütülen tahmin hiç şaşırtmıyor. Altun’a göre M. McLuhan’ın Türkiye’deki entelektüeller tarafından göz ardı edilmesinin nedeni kendisinin dindar olması. Altun kendi dünya görüşünü benimsemeyenlere karşı oldukça sert bir tavır sergilemekten kaçınmıyor. 5 Temmuz 2018 günü attığı bir tweet’te İstiklal Caddesi’ndeki Mephisto Kitabevi’nde çok satan kitapların yer aldığı rafın fotoğrafının üstüne şöyle yazmıştır: “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek!” Fahrettin Altun için kültür alanı karşısında konumlandırdığı kesimlerin alt edilmesine yönelik bir mücadele alanıdır. Maalesef İstanbul Modern, Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde bir tarafın yürüttüğü mücadele için ev sahipliği yapmıştır. 11 Aralık 2004 tarihinde Tophane’de daha önce 8. İstanbul Bienali için kullanılan, Melkan Gürsel ve Murat Tabanlıoğlu isimli mimarlar tarafından sekiz bin metrekarelik bir müzeye dönüştürülen 4. Antrepo binasında açılan İstanbul Modern ismi dışında başka bir yönüyle de Londra’daki Tate Modern’i anımsatıyor. 12 Mayıs 2000 tarihinde açılan Tate Modern de kullanılmayan büyük bir devlet binasının müzeye dönüştürülmesi ile ortaya çıktı. Açıldığı günden itibaren İngiliz sanat çevrelerinde “modern sanat” kavramı üzerine tartışmaları alevlendiren Tate Modern’in aksine İstanbul Modern bu yönde bir etkiyi Türkiye’de yaratmadı ve uzun yıllar bir modern sanat müzesinin eksikliğini hisseden sanat çevresi tarafından tartışılmadan kabullenildi. Bu kabullenilmenin karşılığında kurum faal olduğu dönem içinde çok önemli sergilere ev sahipliği yaptı. Erol Akyavaş, Cihat Burak, Burhan Doğançay, Fikret Mualla, Selma Gürbüz, Canan Tolon, İnci Eviner, Kutluğ Ataman, Sarkis gibi sanatçıların retrospektif veya geniş kapsamlı sergilerine İstanbul Modern sayesinde tanık olduk. (Bu noktada Erol Akyavaş’a dair ilk retrospektif serginin 2000 yılında Beral Madra ve Haldun Dostoğlu küratörlüğünde gerçekleştiğini belirtmek gerekir.) İstanbul Modern düzenlediği sergilerde içinde Louise Bourgeois, Christian Boltanski, Anish Kapoor, Rem Koolhaas, Jeff Koons, Guerilla Girls, Cindy Sherman, Jeff Wall, Gilbert&George, Francis Alÿs gibi isimlerin de yer aldığı sanatçıların işlerini sergilenmiş, dünya çağdaş sanat kanonunun Türkiye’de daha da tanınmasına yol açmıştır.
Egemen Bağış bir röportajında Erdoğan'ın bu desteğini müzenin 17 Aralık 2004'te Türkiye'ye tam üyelik müzakerelerine başlamak için tarih verilen AB zirvesinden önce hizmete açılması şartına bağladığından bahsetmektedir.
İstanbul Modern’in kuruluşundaki, Oya Eczacıbaşı başkanlığındaki yönetim kurulu incelendiğinde müzenin hem devlet hem de iş dünyası ile iç içe olduğu anlaşılmaktadır. Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin tam üyelik görüşmelerinin başlamasına dair oylamanın yapılacağı toplantının öncesinde AKP iktidarı tarafından erken açtırtılan müzenin yönetim kurulunda ilerleyen dönemde Avrupa Birliği Başmüzakereciliği görevini sürdürecek olan Egemen Bağış’ın da olması dikkat çekicidir. Egemen Bağış yakın zamanlara kadar kurumun yönetiminde yer almıştır. Keza AKP ile son günlere kadar yakınlığı bilinen Ethem Sancak kuruluşundan bugüne kadar müzenin yönetim kurulunda yer almaktadır. İstanbul Modern’in yönetim kurulu başkanı Oya Eczacıbaşı 2018’de verdiği bir röportajda şöyle diyor: “…Dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan… Kendisi 2003 yılındaki 8. İstanbul Bienali mekanlarından biri olan 4 no'lu antreponun müzeye dönüştürülmesine yeşil ışık yaktı ve binayı bizzat gezdikten sonra İstanbul Modern'e tahsis edilmesine onay verdi.” Egemen Bağış ise bir röportajında Erdoğan'ın bu desteğini müzenin 17 Aralık 2004'te Türkiye'ye tam üyelik müzakerelerine başlamak için tarih verilen AB zirvesinden önce hizmete açılması şartına bağladığından bahsetmektedir. 2003 yılında kiralanarak bir sergi mekânı hâline getirilmesi planlanan 4. Antrepo Binası 2004 yılında müze yapılması şartıyla Eczacıbaşı Ailesi’ne tahsis edildi. Oya Eczacıbaşı’nın devamlı suretle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan övgülerle bahsetmesinin altında Türkiye burjuvazisinin göbekten devlete ve iktidara bağlı olması yatmaktadır. Başbakanın desteği olmadan bir müzenin açılamayacağına dair bir ifade bu ülkenin trajedisidir. İstanbul Modern özel bir müze olmakla beraber Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait bir arsa üzerinde faaliyet gösteriyor. Dolayısıyla bu kuruma dair hepimizin söz söyleme hakkı bulunuyor. Ülkenin bütün vatandaşlarına karşı sorumluluğu bulunmasına karşın, ülke tarihinin en önemli seçimi öncesinde taraflardan birinin propagandasına ev sahipliği yapan İstanbul Modern’in sanat çevrelerince keskin bir kurumsal eleştiriye tabii tutulması gerekiyor. Şüphesiz ki sanat çevrelerinin de bir sanat müzesinin aslında siyaset ile de doğrudan ilintili ciddi bir kurum olduğunu kabul etmesi şart. İstanbul Modern’in 20 Haziran’daki açılışının sosyal medyadaki yansımalarına baktığımızda ise açılışa davet edilmenin hissettirdiği prestij ile mutlu mu mutlu sanat çevremizin etrafa saçtığı gülücükler görülüyordu. Stefan Zweig’ın anılarında bahsettiği, ülkenin çökmekte olduğu gerçeğinden kaçmak için kendini valse veren Viyanalılar misali. Not: Bu satırların yazarı olarak 15 sene boyunca verdiğim seminerler vesilesiyle İstanbul Modern ile doğrudan bir ilişki içinde olduğumu, 19 Mayıs’ın ertesi günü yazdığım bir e-posta ile bu ilişkiyi sonlandırdığımı belirtmekte fayda görüyorum.