Bir ülkenin en güçlü ailelerinin emekliye ayrılmış darbeci bir askerin gözüne girmek için yarışa girmelerinin altında ne yatmaktadır? Bu sorunun cevabı dürüstçe ve açıkça tartışılmadıkça Osman Kavala yalnız kalmaya devam edecektir. 1 Kasım 2017 tarihinden beri tutuklu olarak cezaevinde hayatını sürdüren, Türkiye burjuvazisi ve yönettiği sanat kurumlarının sinik korkaklığı yüzünden yalnız bırakılan Osman Kavala’nın durumunu anlayabilmek için devlete ve iktidara omurgasından bağlı büyük sermayenin 12 Eylül darbecisi Kenan Evren’in resimlerine gösterdiği ilgiye bakmamız gerekiyor. Kenan Evren’in sanat ile ilişkisine dair en erken anekdotlardan biri 1976 yılına dayanır. Antalya’da düzenlenmekte olan 13. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali Resim ve Heykel Sempozyumu çerçevesinde içinde Orhan Taylan, Yusuf Taktak, Gülsün Karamustafa gibi isimlerin bulunduğu sanatçılar kamusal alanda işler üretirler. Kenan Evren Ege Ordu Komutanı olduğu o günlerde Belediye İşhanı duvarında bulunan Orhan Taylan’ın ‘‘Prometheus’’ isimli resminde Stalin’i gördüğünü zannedip belediye başkanı Selahattin Tonguç ile tartışmaya girer.  Evren resmi yok etmek için darbe yapmayı bekleyecektir. 12 Eylül Darbesi’nden altı yıl sonra uluslararası alanda imaj tazelemeye yönelik arayışlara giren ülke yönetimi sanatı bir yumuşak güç olarak kullanma yoluna girer. 1986 yılında 1. Asya – Avrupa Sanat Bienali’ni düzenleme fikri bu yolda atılan ilk önemli adım olur. Kültür Bakanlığı’nın organize ettiği bu uluslararası çağdaş sanat etkinliği devlet nezdinde oldukça önemsenir. Hatta bienale dair pul bile basılır. Şüphesiz ki 12 Eylül Darbesi’nin sorumlusunun devletin başında olması trajikomik bir çelişkidir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in açılışta Polonyalı sanatçı Jean Dubkowski‘nın eserini müstehcen bularak sergiden çıkartması ile bienal henüz ilk gününde işlevini kaybeder. Böylece çok partili döneme girmiş olmanın demokratik bir yaşam için tek şart olmadığı sanat üzerinden tekrar anlaşılır. Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonra emeklilik hayatını resim yaparak geçirmeye karar veren Kenan Evren’in en önemli destekçisi darbede olduğu gibi yine büyük sermaye olacaktır. Yaptığı resimlerin gördüğü ilgi muhtemelen Evren’i bile şaşırtmıştır. 1991 yılında Evren ilk resmini piyasaya sürer ve Sakıp Sabancı esere hayran olmuş olacak ki 50 milyon lirayı kolayca gözden çıkarır. Koç Grubu da Kenan Evren’in gözüne girme yarışında Sabancı Ailesi’nden geri kalmamak için ertesi yıl 110 milyon lirayı harcamakta beis görmez. Sabancı Ailesi bir adım daha ileri giderek Kenan Evren’in sanat hayatına yalnızca eser satın alarak katkıda bulunmayıp Aksanat’ı kişisel sergisi için tahsis eder. 1993 yılındaki bu sergi ve sergiye sanat çevresinden gösterilen tepkiye dair daha ayrıntılı bilgi için: https://www.politikyol.com/atsanat-sergisinden-gunumuze/ Haziran 1998’de, Evren’in “Denizli Horozu” adlı tablosu düzenlenen bir açık artırmada dönemin parasıyla 10 milyar TL’ye Mehmet Kayabey Kayalıoğlu tarafından satın alınır. Atatürk portresi ise 105 milyar liraya alıcı bulur ve artık Kenan Evren darbe yaptığı ülkenin yaşayan en pahalı sanatçıdır. Satışa ev sahipliği yapan Maçka Mezat’ın sahibi Ahmet Utku Türkiye’nin büyük sermayesinin kendi arasındaki rekabeti şöyle anlatmaktadır: “Her artıran aradaki farkı ödeyerek bağışta bulundu. Örneğin müzayedenin son bölümünde Çarmıklı ailesi 85 milyar lira verirken daha sonra fiyatı arttıran ENKA 100 milyar verdi ve yalnızca aradaki fark olan 15 milyarı ödedi. En son fiyat veren de Ali Şen ve Ali Balkaner’di.” Bir ülkenin en güçlü ailelerinin emekliye ayrılmış darbeci bir askerin gözüne girmek için yarışa girmelerinin altında ne yatmaktadır? Bu sorunun cevabı dürüstçe ve açıkça tartışılmadıkça Osman Kavala yalnız kalmaya devam edecektir.