Önemli ve bu nedenle de çok dikkatli olunması gereken bir kampanya süreci sonrasında bir ya da iki tane hayati seçim ve hemen akabinde de uzun bir iktidarı devralma süreci bizleri bekliyor olabilir. Hâl böyle olunca, sanıyorum yolun daha çok başındayız. Geçtiğimiz günlerde Diken’deki köşesinde Profesör İhsan Dağı bu seçimde en nihayetinde rüzgarın muhâlefet için estiğini ve de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekibi ile beraber çok şanslı bir konumda olduğunu yazmıştı. İhsan Hoca doğru söylüyor. Hatta yazısı sonrasında Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakına katılmaması ve de Mehmet Şimşek’in Erdoğan’ın görevlendirmemesini kabul etmemesi durumlarını da düşündüğümüz zaman İhsan Hoca çok da haklı bir şeyi dile getiriyor. Ancak rüzgârın muhâlefetin arkasından esmesi bu işin bittiği anlamına gelmiyor ve hatta kanımca büyük bir mücadele yeni başlıyor. Korkum ve kimi gözlemlerim muhâlefetin belirli kademelerinde bu işin çoktan bittiğinin düşünülmeye başlandığı ve de tehlikeli bir rehavete kapılandığı ile alakalı. Daha açık söyleyeyim, umuyorum ki öyle olacak ama şimdiden 13. Cumhurbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu demek, kimilerini kapılarda sayın Bakanım ya da sayın genel müdürüm diye karşılamak büyük bir tehlike. Zira bu kadar yakın olmasa da daha önceki seçimlerde de benzer durumlar gerçekleşti ve bu zihinsel rahatlama hem rahatlayanlara hem de ülkenin geneline çok büyük bedellere mal oldu. Daha öncede belirttiğim gibi Kemal Kılıçdaroğlu yanına 5 farklı partiyi alarak ama bundan da önemlisi iki belediye başkanını da kampanyaya aktif dahil ederek büyük bir güçler koalisyonu oluşturdu. Partilerin ideolojik temsil gücü zaten çok kapsayıcı konumdayken, Dersim Alevi’si bürokrat kökenli bir Cumhurbaşkanı adayının Sünni iş adamı bir Karadenizli ve de Beypazarlı milliyetçi bir avukat tarafından desteklenmesi büyük bir hadise. Erdoğan gibi kapsayıcı bir lider bile bu kadar büyük bir oluşuma tek başına cevap verecek durumda değil. Zaten bu yüzden de sürekli olarak kendi ittifakını doğrudan ve dolaylı olarak genişletmeye çalışıyor ama şu ana kadar çok da başarılı olmuş durumda değil. Fakat ne olursa olsun şu an için yorgun, çaresiz ve de tükenmiş gibi gözükse de karşımızda bir Erdoğan gerçeği ve hatta itiraf edelim bir kesim için Erdoğan efsanesi var. Evet bu efsanenin galiba son günlerini yaşıyoruz ve fakat bu efsanenin öncelikle hâlâ devletin içerisinde ne kadar gücü olduğunu ve Kürtleri de içine alan büyük bir koalisyon kuran Kılıçdaroğlu’nu ne oranda istediğini bilmiyoruz. Ya da tam olarak kestiremiyoruz. Dahası en ufak yönetim biriminden başlayarak yılları içerisinde Erdoğan rejiminden bir şekilde nemalanmış ya da kendisini kendi bölgesinin Erdoğan’ı zannedenlerin bu rejimin devamlılığı için ne yapacaklarını tam olarak bilmiyoruz. Kuşkusuz, ‘hiçbir şey yapamazlar efendim bu iş bitmiştir’ diyebilirsiniz ve bu da doğru olabilir. Ama ya değilse? Ya bir şekilde böyle bir yaklaşım şu anki moral üstünlük nedeniyle muhalefetin hata yapmasına neden olur ise? Böyle bir riski almaya muhalefetin cesareti ya da irrasyonelliği var mı bunu tartışmamak lazım ama böyle bir şımarıklığı Türkiye’nin çok da kaldıracak durumu yok. Bunu da bilmek lazım. Sonuç olarak Erdoğan daha sahaya çıkmadı. Çıkar mı, çıktığında etkili olur mu bunları bilmek de çok mümkün değil ama bilmemiz gereken bir şey var. Daha yolun başındayız. Önemli ve bu nedenle de çok dikkatli olunması gereken bir kampanya süreci sonrasında bir ya da iki tane hayati seçim ve hemen akabinde de uzun bir iktidarı devralma süreci bizleri bekliyor olabilir. Hâl böyle olunca, sanıyorum yolun daha çok başındayız. Kutlama yapmak ya da pastadan pay kapmak için hâlâ çok erken.