Arzu Çerkezoğlu: Gün savunma günü değildir, bugün ihtiyaç duyduğumuz şey hayatın tüm alanlarında bir kurucu iradedir

Söyleşi: Aylin Kaplan

Fotoğraflar: Can Kaya/ DİSK Basın Dairesi

DİSK Genel Sekreteri ve Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile “Türkiye’nin adalet arayışı” ve yaklaşan Adalet Kurultayı’nı konuştuk. 

Çerkezoğlu, bugün kurulmaya çalışılan rejime karşı adalet, emek, barış ve demokrasi taleplerinin sokağa çıkarak ve iddialı olarak büyütülebildiğini söylüyor.

“Neoliberal politikalar sonucunda büyük oranda işçileşen ve güvencesizleşen toplumun, ancak zor ile, baskı ile, kimlik ekseninde bölerek, parçalayarak yönetildiğini görmeli, emeğin birleştirici, bütünleştirici adalet hareketini, eşitik hareketini yaratmanın yollarını aramalıyız” diyen Çerkezoğlu DİSK olarak böylesi bir adalet mücadelesi için çıkardıkları başlıkları sıralıyor.

Bugünün ülkenin kaderini tek adama bırakmama, ellerimize alma zamanı olduğunu söyleyen Çerkezoğlu “Cumhuriyeti de, demokrasiyi de, laikliği de adil bir biçimde yeniden inşa etmeliyiz” diyor.

Adalet Yürüyüşü’nün Türkiye’deki “hak, hukuk ve adalet” mücadelesine nasıl bir katkı sunduğunu düşünüyorsunuz? Yürüyüş hakkındaki genel değerlendirmeleriniz nelerdir?

Adalet yürüyüşü, toplumun geniş kesimlerinin giderek artan ve tüm ülkeyi saran adaletsizliklere tepkisini bir kez daha ortaya çıkardı. “Bir kez daha” diyorum çünkü, Türkiye halkı ülkenin otoriter bir rejime sürüklenmesine, tek adamın ağzından çıkan her sözün kanun sayılmasına karşı tepkisini daha önceden de gösterdi.

2013’te Gezi’de eşitlik ve özgürlük için, ülkenin dört bir yanında ayağa kalkan, evlatlarını toprağa veren, 7 Haziran 2015’te AKP’ye tek başına iktidarı vermeyen, 16 Nisan 2017 referandumunda “Hayır memleketimizi ve geleceğimizi tek adama bırakmayacağız” diyen halk iradesi giderek büyüyerek kendini uzun süredir ortaya koyuyor.

Referandumda her türlü yolsuzluğa, hileye, usulsüzlüğe, baskıya, sansüre rağmen kapı kapı dolaşarak örülen “hayır” iradesi çıktığında, bunu Türkiye’yi karanlık günlerden çıkaracak en geniş toplam olduğunu tespit etmiştik. Adalet yürüyüşü belki bunu da aşan genişlikte bir kesimi etkiledi.

Sadece hukuk önünde değil, yaşamın her alanında artan adaletsizlikler çok küçük bir kesim dışında tüm yurttaşları olumsuz etkiliyor. Bu nesnel durumu doğru değerlendirerek başlayan yürüyüş hepimiz için umutlu bir tablo ortaya çıkardı. Farklı kesimlerden, farklı siyasi bakış açılarından milyonlarca kişi biraraya geldi. İşçiler özelinde çalışma hakkı, iş güvencesi, ücret ve işçi sağlığı iş güvenliği konularında yaşanan adaletsizliklere karşı işçi sınıfının duygularına tercüman oldu diyebiliriz.

Bu görkemli bir araya geliş, bize şunu gösterdi. Bugün kurulmaya çalışılan rejime karşı adalet, emek, barış ve demokrasi talepleri sokağa çıkarak ve iddialı olarak büyütülebiliyor.

CHP’nin 26-29 Ağustos tarihlerinde düzenleyeceğini açıkladığı “Adalet Kurultayı”nın çerçevesi hangi talepler ve beklentiler ekseninde oluşturulmalıdır?

Adalet yürüyüşü boyunca ve Maltepe mitinginde, hem Kemal Kılıçdaroğlu’nun hem de yürüyüşe katılanların ifade ettiği talepler, adalet ve demokrasi talepleri, bundan sonraki mücadele çizgisinin ve yan yana gelişlerin ana çerçevesini oluşturmuş oldu. Adalet Kurultayında da bu hattın sürdürülmesi gerekir.

Burada bahsettiğim bir mücadele hattı ve Adalet Kurultayı bu mücadele hattını belirginleştirmek için bir yol, bir hareket tarzı ortaya koymalı. “Nerede adaletsizlik varsa orada olacağız” iradesi somutlaşmalı. İşçinin grev hakkı yasaklandığına, bir kadın şiddete uğradığında, bir gazeteci hapse atıldığında, halkın seçtikleri tek adamın talimatıyla rehin alındığında, rant için bir dere kurutulduğunda, bir ağaç kesildiğinde, topraklar zehirlendiğinde, kısacası nerede bir adaletsizlik yaşanıyorsa orada hep beraber olma kararlılığı ortaya konmalı.

Adalet Kurultayı’nın işçi sınıfı için nasıl bir anlamı var? İşçi sınıfı mücadelesi göz önüne alındığında kurultay önüne nasıl bir hedef koymalı?

İşçiler olarak istediğimiz adalet sadece hukuk önünde eşitlik değildir, toplumsal eşitliktir. Unutulmamalıdır ki, adaletin en hakiki ve en somut teminatı toplumsal eşitliktir. Toplumun dörtte üçünün ücret gelirleriyle yaşadığı bir ülkede, adalet talebini toplumsallaştırmanın, daha da geniş kitleleri bu yürüyüşe dahil etmenin yollu bellidir: Emeğin adalet talebini örgütlemek gerekmektedir.

Bize dayatılan bu adaletsiz rejimin özünde neoliberal politikaların bir sonucu olduğunu bir an bile akıldan çıkarmamalıyız. Neoliberal politikalar sonucunda büyük oranda işçileşen ve güvencesizleşen toplumun, ancak zor ile, baskı ile, kimlik ekseninde bölerek, parçalayarak yönetildiğini görmeli, emeğin birleştirici, bütünleştirici adalet hareketini, eşitlik hareketini yaratmanın yollarını aramalıyız. DİSK olarak böylesi bir adalet mücadelesinin başlıklarını şu şekilde ortaya koyduk:

OHAL’e karşı çıkarken, OHAL’in sınıfsal karakterini de görmeli, sermayeye olağanüstü sömürü olanakları sağladığını, olağanüstü işsizlik, güvencesizlik ve hak gaspı yarattığını görerek hareket etmeliyiz.

Haklarında hiçbir yargı kararı ve hatta soruşturma dahi olmadan işlerinden edilen, başvuracak mahkemeleri bile olmayan yüzbinlerce kamu emekçisi ve işçi için; kapatılan TV’ler, radyolar, gazeteler, hapishanelerdeki basın emekçileri için; yok edilen akademi, karanlığa gömülen üniversiteler, kürsülerinden uzaklaştırılan bilim insanlarımız için adalet istemeliyiz.

Anayasal bir hak olan sendikalaşma ve grev hakkı OHAL’de daha fütursuzca gasp edilen işçiler için adalet istemeliyiz. Kar hırsı uğruna, her yıl iş cinayetlerinde ölen 2000’e yakın işçi arkadaşımız için adalet istemeliyiz.

Teşvik adı altında işsizlik sigortası fonu patronlara akıtılırken açlıkla boğuşan 6 milyon işsiz için adalet istemeliyiz. Taşeron çalıştırma, kiralık işçilik, evden çalışma, tele çalışma gibi yöntemlerle güvencesizliğe mahkum edilmek istenen milyonlarca işçi için adalet istemeliyiz.

Güvencesiz çalıştırılmaya mahkum edilmek istenen, şiddetin ve eşitsizliğin en ağırını yaşayan kadınlar için adalet istemeliyiz. Sosyal devletin çöküşüyle ve 4+4+4 eğitim sistemiyle okuldan koparılan, çalışmaya ve evlenmeye zorlanan, ölümle ve istismarla adı anılan yurtlara mahkum edilen yoksul çocuklarımız için adalet istemeliyiz.

Emeğiyle, doğasıyla, kentleriyle tüm ülkeyi sermaye talanına açanlara karşı sadece insanlarımız için değil, ağaçtaki yaprak, daldaki zeytin, deredeki balık için de adalet istemeliyiz.

Adalet ekseninde ülkenin yeniden inşası için hangi adımlar atılmalı nasıl bir siyaset izlenmelidir?

“Yeniden inşa” bu soruda çok isabetli bir kavram çünkü karşımızda, daha doğrusu üzerimizde bir enkaz var. Ortada açık bir yıkım var. Halkımız da hangi partiye oy vermiş olursa olsun bu yıkımı görüyor, yıkımın acı sonuçlarıyla karşılaşıyor ve hatta yıkımın bedelini ödüyor. Güvenlikten eğitime, sağlıktan hukuka çökmüş bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız. Belki kabullenmek zor ama yıkılmamış gibi davranamayız.

Tek adam rejimi “yeni bir devlet kurmak”tan bahsederken bunun karşısına sadece “kuramazsın” diyerek çıkılmaz. Erdoğan kendi yarattığı bu enkazı kaldırıp devleti sıfırdan kurmaktan bahsederken bizlere düşen, enkazdan kurtardıklarımızı savunmak, korumakla sınırlı kalamaz. Gün savunma günü değildir. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey hayatın tüm alanlarında bir kurucu iradedir. Bir kurucu iradenin cüretidir, iddiasıdır. Bizlere düşen yeniden kuruluşun tek adamın haddine olmadığını söylemektir. Bu topraklarda gerici-faşist bir tek adam devletinin ayakta kalamayacağını göstermektir.

Kısacası gün, bu ülkenin kaderini tek adama bırakmama, ellerimize alma zamanı. Cumhuriyeti de, demokrasiyi de, laikliği de adil bir biçimde yeniden inşa etmeliyiz.

Kurucu özne yok diye yakınmanın da alemi yok. Özne var, biz o özneyi 16 Nisan’da “hayır” derken gördük. Tüm geleneksel siyasal kanalların/kürsülerin/medyanın iktidarın hizmetine sunulup muhalefete tıkandığı bir ortamda “iş başa düştü” diyerek kapı kapı, iş yeri işyeri, sokak sokak, mahalle mahalle gezen yüz binlerce insandır Cumhuriyeti, demokrasiyi ve laikliği yeniden kuracak olan özne.

Hemen ardından 1 Mayıs’larda “köleliğe hayır” diyerek Türkiye’nin her yerinde meydanlara çıkan yüzbinlerdir. Adalet Yürüyüşü’nün, adalet nöbetlerinin neferleridir bu ülkeyi yeniden kuracak olan. Kardeş kavgasına karşı duran, bu topraklarda binlerce yıldır birlikte yaşayan halkın barış içinde kardeşçe yaşamını inatla savunanlardır.

“Eşitlik olmadan adalet olmaz” diyerek yan yana gelen, örgütlenen kadınlardır. Ürünü değersizleştirilen köylüler, toprağından koparılan ve büyük şehirlere ucuz emek gücü olarak göç ettirilen milyonlardır.

Yalancı iktidardan kadro hakkını söke söke alacak olan taşeron işçiler, kredi borcu batağından sıyrılıp işine ve emeğine sahip çıkacak emekçilerdir. Türkiye’nin emekçi nüfusudur devrimci özne.

2019’a giderken bunu aklımızdan çıkarmayalım. Bizler diktatörlüğü muazzam bir aday çıkararak değil, demokratik, laik ve sosyal bir Cumhuriyeti yeniden kurmak üzere muazzam bir buluşmayla ve muazzam bir mücadele vererek yeneceğiz! Hepimizin yolu açık olsun!