Zeynep Altıok Akatlı yazdı | Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları bağlamında Türkiye

Kiminin yoktur bir tek kemiği,

Doğrulamaz ayakları üstünde.

Ona göre varsa yoksa kendisi,

Dürülüdür ütülü bir mendil gibi.*

16 Nisan referandumu öncesi kamuoyu yoklamalarında ‘evet’ oyu lehine bir veri yakalayamayan ve yeni bir mağduriyet hikâyesine ihtiyaç duyanların sipariş Hollanda – Türkiye krizinin ardından hükümet yetkililerinin ağzından “demokrasi, insan hakları, ifade hürriyeti, basın özgürlüğü, seyahat özgürlüğü” gibi temel hak ve hürriyetlere ilişkin cümleler duymaya başladık. Öyle ki, kimi hükümet yetkilileri demokrasi konusunda Hollanda’ya ders verebileceklerini, bu konuda Türkiye’nin örnek bir ülke olduğunu söyleyecek düzeyde absürd açıklamalar yaptı.

Tam bir “cambaza bak” durumu ile karşı karşıyayız. Daha önce Başbakan Binali Yıldırım ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte arasında 14 Mart 2017 Hollanda seçimlerinden önce Hollanda’da referandum kampanyası yapılmaması konusunda anlaşılmış olmasına rağmen, nedense birden bire gece yarısı kabinedeki tek kadın bakanın Almanya-Hollanda sınırını kara yoluyla geçip Rotterdam kapılarına dayandığını gördük. Sonrasında Türkiye’de hükümet yetkililerinin epeydir unuttuğu kavramlar görünür olmaya başladı. Demokrasi, özgürlük, insan hakları… Peki gerçekte Türkiye’de insan haklarında durum nasıl?

Sadece 15 Temmuz sonrası kesin olarak ihraç edilen kamu personeli sayısı 103 bin 143. Bu yalnızca KHK’larla takip edebildiklerimiz. Sözleşmesi feshedilen, kurum içi soruşturmalar ile kamu görevi sonlandırılan kamu personeli sayısını bilmiyoruz. Bununla ilgili soru önergeleri ve bilgi edinme kanunu çerçevesinde yönlendirilen sorulara kamu güvenliği açısından yanıt verilmiyor, hukuki olarak da önü kapatılmış durumda. Bu “kesin olarak ihraç edilen” 103 binden fazla insan için herhangi bir soruşturma yapılmadı, neye göre, kime göre, nasıl ihraç edildikleri belirsiz. İhraç gerekçesini öğrenmek isteyenlere herhangi bir yanıt verilmiyor. Terör örgütleriyle irtibat ve iltisak kavramı son derece geniş tutularak tek kalemde insanların emekleri yok sayılıyor. İhraç edilen insanların emeklilikleri de ellerinden alınıyor, sosyal güvenceleri de. Tam anlamıyla iki dudak arasından çıkan bir çift sözle binlerce insan “yaşayan ölü” haline getirildi. 15 Temmuz sonrası ihraç edilen sol sendika KESK üyesi kamu personeli sayısı 3 bin 145. 15 Temmuz’dan bu yana sistematik olarak akademinin de içi boşaltıldı. Bugüne kadar KHK’lar ile ihraç edilen muhalif akademisyen sayısı 312.

15 Temmuz sonrası gözaltında işkence iddiaları hiç bitmedi. Özellikle uzun süre devam eden 30 gün gözaltı süresi son gün, son saatine kadar savcılar tarafından kullanılıyor. Buna avukatla görüşme yasağı da eklenince gözaltı uygulaması işkenceye dönüşüyor. Bununla birlikte çok sayıda fiziksel ve psikolojik işkence iddiası gündeme geldi. Cezaevlerindeki durum ise ciddiyetini koruyor. Kalabalık koğuşlar, tecrit uygulaması, mektup yasakları, görüş yasakları, avukatla görüşmelere kısıtlamalar, kaba dayak, mahkemeye gidiş gelişlerde uygulanan şiddet gibi çok sayıda şikâyet dile getirildi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Daily Sabah Gazetesinin Avrupa Parlamentosu’nda dağıtımına son verilmesini takiben AP’nin “çirkin yüzünü” kınayarak basın ve ifade özgürlüğüne saygı çağrısı yaparken Türkiye’de cezaevlerinde gazeteciler, aydınlar, yazarlar, akademisyenler ise tam anlamıyla Türkiye’nin kara lekesi. Daha evvel Gülen Cemaati tarafından kumpas kurularak tutuklanan ve yargılanan Ahmet Şık’ın bugün Gülen Cemaati ile işbirliği suçlaması ile tutuklu olması gülünç bile değil. Cumhuriyet yazarları “FETÖcü” ve tutuklu,  birçok gazeteci birden fazla örgüte üye olmak suçlamasıyla, gerçekte ise gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu. Türkiye’de cezaevlerinde toplam 150 gazeteci var ve bu dünya rekoru.  Birçoğunun henüz iddianamesi bile yazılmış değilken ülkemizin başkanlık sevdalısı “Hapisteki gazetecilerin hepsi hırsız, çocuk istismarcısı, terörist” diyebilmiş bir kişi. Üstelik Daily Sabah’ı koruyanların Birgün, Evrensel ve Cumhuriyet gibi kendilerine muhalif gazeteleri THY gibi kurumlara sokmaması ve Bozdağ’ın bu çirkinlikten rahatsızlık duymaması kimin umurunda!

Basın ve ifade özgürlüğü demişken tutuklu gazetecilerin yanı sıra çok sayıda da medya kuruluşunu kapatıldığını da hatırlatmakta yarar var. IMC TV, Hayat TV, Evrensel Kültür, Özgür Gündem en çok bilinen kapatılmış medya kuruluşları. Bu kurumlarla birlikte toplam 28 TV kanalı, 5 haber ajansı, 66 gazete, 19 dergi, 36 radyo, 26 yayınevi kapatıldı. 2 bin 300’den fazla gazeteci işsiz kaldı. Sadece referandum sürecindeki baskıyla Kanal D’den 2 gazeteci, Fox TV’den 1 gazeteci, BengüTürk TV’den 2 gazeteci işsiz kaldı.

Kültür ve sanat dünyası da bu yıkımdan nasibini aldı. Kitapevleri basıldı, kültür merkezleri kundaklandı, oyunlar yasaklandı, salon tahsisleri iptal edildi, belediye tiyatroları kapatıldı, Kültür Bakanlığı ve Şehir Tiyatroları’ndan sanatçılar ihraç edildi. Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say müfredattan çıkartıldı, yine bir dünya sanatçısı maestro İbrahim Yazıcı sorgusuz sualsiz ihraç edildi. Sivil siyaset ise tam anlamıyla daraltıldı. Toplam 13 milletvekili tutuklandı, 86 belediyeye kayyum atandı. Referandumda partilere ve STK’lara propaganda yasağı getirildi. Kampanya yürütebilecek partiler iktidar tarafından belirlendi.

Türkiye’de manzara böyleyken, Avrupa; AB adayı Türkiye’yi uzaktan izlemedi ve bir aday ülke olduğunu hatırlatarak düzenli olarak raporlar, değerlendirmeler yayımladı, açıklamalarda bulundu. Avrupa ile birlikte, uluslararası insan hakları örgütleri, basın örgütleri ve BM de Türkiye’de demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlüklerini mercek altına aldı, görüş ve tavsiyeler yayınladı.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) referandum güvenliğine dair endişelerini açıklaması ve gözlemci göndereceğini belirtmesi kayıt altına aldığımız son açıklama. Elbette bu açıklama son derece olağan zira Anayasa değişikliğinin görüşülmeye başladığı günden bugüne ‘hayır’ diyenlere yönelik en az 200 tehdit, baskı, hakaret, hedef gösterme ve saldırı gerçekleşti. “Hayır” kampanyası yürüten en az 115 kişi gözaltına alındı, MHP’den 4 isme ihraç talep edildi, 5 gazeteci işten atıldı, Çanakkale, Kocaeli ve birçok yerde salon tahsisleri iptal edildi, sendika başkanına silahlı saldırı düzenlendi, Haziran Hareketi üyeleri bıçaklandı, ‘hayır’ şarkısı söyleyen kadınlar şiddet gördü,  KTÜ’de bir öğrencinin burnu kırıldı, Sinan Oğan’a saldırı düzenlendi, üniversitelerde ‘hayır’ demek yasaklandı, CHP yöneticilerine AKP’lilerce fiziksel saldırı gerçekleştirildi.

AGİT’in 13 Mart 2017 tarihli son açıklamasıyla birlikte demokrasi, özgürlükler ve insan hakları üzerinden Avrupa’ya meydan okuyan hükümete yönelik sadece 15 Temmuz sonrası Avrupa’dan, uluslararası kuruluşlardan ve BM’den yapılan açıklamaları, raporları ve değerlendirmeleri hatırlatmakta yarar var.

  • 22 Eylül 2016 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Türkiye’de gözaltında kaybedilenlerin akıbeti konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmadığına dair rapor hazırladı. BM Zorla ve İrade Dışı Kaybolmalar Çalışma Grubu hazırladığı raporda ihmâl tespitinde bulunarak kayıp yakınlarının ‘terörist’ olarak damgalandığını belirtti. Grup, hükümetlerin yüzleşmeye yanaşmaması ve kapsamlı bir politika izlenmemesi neticesinde birçok ailenin sevdiklerine ne olduğuna dair gerçeği halen bilmemekte olduğunu ifade etti ve hükümeti bu kapsamda göreve davet etti.
  • 9 Kasım 2016 tarihinde AB 2016 Türkiye İlerleme Raporu yayımlandı. Türkiye için önemi yüksek bu raporda neredeyse her alanda gerileme olduğuna işaret edildi. Özellikle ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasinin uygulanması gibi konularda yaşanan gerilemeye dikkat çekildi. Türkiye’ye uygulamalarında ölçülülük çağrısı yapıldı.
  • 15 Kasım 2016 tarihinde Merkezi Washington’da bulunan Özgürlük Evi (Freedom House) ülkelerde internetin ne kadar özgür olduğunu incelediği yıllık raporunu açıkladı. Türkiye’nin kategorisi “kısmen özgür” seviyesinden “özgür olmayan” seviyesine indirildi.
  • 2 Aralık 2016 tarihinde Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Temmuz 20015’te başlatılan terörle mücadele operasyonları ve bu operasyonlar kapsamındaki sokağa çıkma yasaklarının “siviller açısından ciddi insan hakkı ihlallerine neden olduğunu” belirten bir memorandum yayımladı.
  • 13 Aralık 2016 tarihinde Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Türkiye’nin en fazla ‘profesyonel gazetecinin’ hapiste bulunduğu ülke konumuna yükseldiğini açıkladı. Sözcü Hilpert: “Türkiye’de gazetecilere yönelik cadı avı tüm bilinen boyutları aşmıştır.” ifadesini kullandı.
  • 15 Aralık 2016 tarihinde, Türkiye’nin güneydoğusundaki sokağa çıkma yasaklarına ilişkin şikayetleri değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ankara’dan açıklama talep etti. Mahkemeye, konuya ilişkin 160’dan fazla başvuru yapıldı.
  • 15 Aralık 2016 tarihinde İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Türkiye’de basın özgürlüğünün durumuyla ilgili açıkladığı raporda Ankara’ya sert suçlamalarda bulundu. Raporda, ‘Ankara yönetiminin, sözde düşmanlarına karşı acımasızca girişimlerine yönelik kontrol ve eleştirinin önüne geçmek amacıyla sistematik olarak bağımsız medyayı hedef aldığı’ belirtildi. Yine aynı raporda ‘insan hakları ve hukuk devletinin temel prensiplerinin kasıtlı olarak görmezden gelindiği’ ifade edilerek, Türkiye’de 148 gazeteci ve medya mensubunun hapiste ya da gözaltında olduğu açıklandı.
  • 16 Aralık 2016 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) bünyesinde Türkiye’deki gelişmeleri takip için oluşturulan bir komisyon, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki “gerilemeyi” gerekçe göstererek Türkiye’nin yeniden “siyasi denetime” alınması önerisinde bulundu. Raporda özellikle Kanun Hükmünde Kararnamelerle 100 binden fazla kişi hakkındaki idari cezalar, on binlerce kişinin “somut delil olmaksızın” gözaltına alınması, bazı parlamenterlerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve medya kuruluşlarına yönelik operasyonlar “kaygı verici” olarak değerlendirildi.
  • 18 Aralık 2016 tarihinde Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) Almanya Başkanı Christian Mihr Türkiye’de gazetecilerin bir korku iklimi içinde yaşadığını söyledi. Mihr “Gazeteciler kiminle buluşuyorum, ne zaman telefon etmeliyim diye düşünüyor, taksiciye nereye gitmek istediklerini söylemiyor sadece gidecekleri sokağın köşesinde iniyorlar” saptamasında bulundu.
  • 25 Ocak 2017 tarihinde Avrupa Konseyi Ankara’ya “gazetecileri serbest bırakın” çağrısında bulundu. AKPM’nin, “OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) nedeniyle medya kuruluşları ve gazetecilerin içinde bulunduğu dramatik durumdan endişe duyduğu” dile getirildi. AKPM bu kapsamda Türk makamlarından, “terör eylemlerine aktif biçimde katıldıkları gerekçesiyle suçlanmamış gazetecilerin serbest bırakmasını” istedi.
  • 31 Ocak 2017 tarihinde Özgürlük Evi (Freedom House) bu kez 2017 Dünyada Özgürlükler raporunu açıkladı. Küresel Demokrasiye Çifte Tehdit başlıklı raporda Türkiye düşüşünü sürdürdü. Türkiye, 100 puan üzerinden yapılan puanlamada 38 puan ile 2016’da da kısmen özgür ülkeler arasında sayıldı. Ancak Türkiye 2016’da özgürlüklerin en çok gerilediği ülkeler arasında birinci oldu. 15 puan birden kaybeden ülke, son 10 yılda da özgürlüklerin en çok gerilediği ikinci ülke konumuna geldi.
  • 15 Şubat 2017 tarihinde Uluslararası Af Örgütü 2016 raporunu açıkladı. Dünyada insan haklarının durumunun incelendiği raporda, Türkiye’de işkence ve kötü muamelede artış olduğu, soruşturmaların ise sonuçsuz kaldığı belirtildi. Raporda ayrıca işkence ve kötü muamelede artış, muhalif görüşlere şiddet ve ceza, internet sansürü, düzmece sebeplerle toplanma özgürlüğü engellenmesine dikkat çekildi.
  • 1 Mart 2017 tarihinde Uluslararası Basın Enstitüsü Almanya Komitesi Başkanı Prof. Dr. Eberle Türkiye’de gazetecilerin Terörle Mücadele Kanunu ve terörist ile gazeteci arasında ayrım yapamayan mahkemelerin kurbanı olduğunu söyledi. Prof. Dr. Carl-Eugen Eberle, Türkiye’de hâkimlerin, Türk siyasi liderliğinin emirleri doğrultusunda hareket ederek gazeteciler aleyhine kararlar aldığını, basın ve ifade özgürlüğünün güvence altında olmadığını ifade etti.
  • 4 Mart 2017 tarihinde ABD İnsan Hakları Raporu açıklandı. Raporun Türkiye’yle ilgili bölümünün girişinde 15 Temmuz darbe girişimi ve girişim sırasında yaşanan sivil kayıplar dile getirildi. Raporda, çok sayıda medya kuruluşuna baskın yapıldığı, çoğunun kapatıldığı, kitapların yasaklandığı, gazeteciler ve editörler hakkında ‘teröre destek’ suçlamaları ile davalar açıldığı, internet sitelerinin engellendiği ve yayın yasakları getirildiği kaydedildi. İnsan hakları ihlallerine karışan yönetici ve güvenlik güçleri hakkında soruşturma açılması ve cezalandırılmaları konusunda hükümetin attığı adımların sınırlı kaldığı da hatırlatıldı.
  • 8 Mart 2017 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Denetim Komisyonu, demokratik kurumların Avrupa standartlarında işlememesini gerekçe göstererek Türkiye’nin 2004 öncesi olduğu gibi yeniden siyasi ve hukuksal planda denetime alınmasını kararlaştırdı. Raporda Türk hükümetinin OHAL adı altında Türk anayasası ve uluslararası hukuk kurallarının ötesine geçerek “orantısız” önlemler aldığı ifade edildi. Örnek olarak Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile on binlerce devlet memurunun işine son verilmesi gösterildi. Kararda ifade ve medya özgürlüğü konularına da geniş yer verildi. Gazetecilerin tutuklanması ve muhalif gazetecilere yönelik baskının “demokratik bir toplumda kabul edilemez” olduğu kaydedildi. Denetim Komisyonu, bu kapsamda Ankara’dan; OHAL uygulamasına derhal son vermesini, KHK yayımlamayı ve toplu işten çıkarmaları durdurmasını, suçları kanıtlanmamış tutuklu parlamenterler ve gazetecileri serbest bırakmasını, OHAL inceleme komisyonunu işletmesini, adil yargıyı güvence etmesini, medya ve ifade özgürlüğü için acil önlem almasını, 16 Nisan referandumunu Avrupa Konseyi standartlarında düzenlemesini ve Anayasa değişikliği konusunda Venedik Komisyonu tavsiyelerini temel almasını istedi.
  • 10 Mart 2017’de Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu, 16 Nisan’da halk oylamasına sunulacak anayasa değişikliğinin kabul edilmesi halinde Türkiye’nin “otoriter bir başkanlık sistemine sürükleneceği” görüşünü ifade etti. Raporda OHAL kapsamında anayasal referandum için demokratik bir ortamın bulunmadığı görüşü dile getirildi. Venedik Komisyonu, Avrupa standartlarında anayasal referandum için, “ya OHAL uygulaması sona erene kadar referandumun ertelenmesi, ya da özgürlükler üzerindeki sınırlamaların kaldırılması” önerisinde bulundu.
  • 10 Mart 2017 tarihinde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) “Türkiye’nin Güneydoğusunda İnsan Hakları Durumu”na ilişkin bir rapor yayımladı. Cenevre’de kamuoyuna tanıtılan 25 sayfalık raporda Türkiye, ağır insan hakları ihlalleri ile suçlandı.
  • Son olarak 13 Mart 2017’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) baş seçim gözlemcisi Georg Link, Alman gazetesi Heilbronner Stimmung’a yaptığı açıklamada, 16 Nisan’daki referandum öncesinde adil kampanya ortamı önündeki engellerin arttığı uyarısı yaptı. Kampanyaların büyük bir güvensizlik ortamı içinde yapıldığını dile getiren AGİT yetkilisi, muhaliflere yönelik tehditlerin de belirgin artış gösterdiğini kaydetti.

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Türkiye’nin dışarıdaki algısı ve büyüme tahminleri hakkında BloombergHT’ye yaptığı açıklamada “Dışarıdan sanki olağanüstü bir hâl varmış, sanki Türkiye her gün çok ciddi sorunlar yaşıyormuş gibi bir algı oluşmuş durumda. Geldiklerinde hayatın normal aktığını, herkesin işinde gücünde olduğunu, OHAL’in sadece terör örgütleriyle mücadele için uygulandığını burada görüyorlar” dedi. Tam bu sırada Hollanda – Türkiye krizi sonrası Avrupa’ya demokrasi, özgürlükler ve insan hakları dersi vermeye kalkan hükümete yönelik, Avrupa’nın, ABD’nin, BM’nin ve bağımsız uluslararası örgütlerin; demokrasi, özgürlükler ve insan hakları bağlamında yalnızca OHAL devam ederken yayınlanan raporları, açıklamaları ve değerlendirmeleri yukarıdaki gibiydi. Mehmet Şimşek gelenleri nerede gezdiriyor kestirmek güç. Öyle görülüyor ki Almanya –Hollanda krizi gibi kurgu bir darbe girişimini fırsat bilerek milli, yerli ve dini ayrımcılık üzerinden tüm muhalifler, demokratlar ve aydınlarla hesaplaşma içine girip sadece kendi içini görmeyen AKP iktidarının makam ve kulisleridir gelenlere gezdirilen.

Yüzü batıya dönük, AB adayı çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP iktidarının baskıları altında getirildiği konum ve görünümü algı oyunlarının güdümüne muhtaç açıklamalardaki gibi değil bahsedilen kayıtlı rapor ve açıklamalardaki gibidir. Demokrasinin, özgürlüklerin ve insan haklarının Türkiye’de geldiği nokta yine OHAL’in olağan (!) bulunduğu bu “baskı rejimi”nin başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye hiç bu kadar özgür olmadı.” açıklamasına somut veriler ışığında yapılacak açıklamayla tam da şöyle:

  • Türkiye kişisel özgürlük sıralamasında 159 ülke arasında 75. sırada
  • 2002-2016 yılları arasında tutuklu ve hükümlü sayısı % 231,9 artmış,
  • Türkiye Küresel Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 113 ülke arasında 99. sırada, iktidar üzerinde en az denetim olan 6. Ülke konumunda,
  • Türkiye AİHM’e en çok başvurusu olan 2. En çok başvurusu kabul edilen 1.ülke,
  • Dünya Demokrasi Endeksi’nde Türkiye 167 ülke arasında 97.sırada,
  • Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde Türkiye 180 ülke arasında 151.sırada,
  • Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Raporunda dünyada en çok gazeteciyi hapseden ülkeler sıralamasında 1.sırada,
  • Dünya İnternet Özgürlüğü Endeksi’nde “özgür olmayan ülke” seviyesinde,
  • Küresel Cinsiyet Eşitliği’nde 144 ülke arasında Türkiye 130.sırada,
  • Kadınların Ekonomiye Katılım ve Fırsatlar Endeksi’nde 144 ülke arasında 129.sırada,
  • Türkiye OECD ülkeleri arasında Çocukların Fırsat Eşitliği sıralamasında 35 ülke arasında 34. Sırada,
  • Kadına yönelik şiddet son 7 yılda %1400, kadına yönelik cinsel taciz son 14 yılda %449, çocuklara yönelik cinsel istismar son 14 yılda %434.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en antidemokratik hükümetin bu manzara eşliğinde batıya demokrasi, özgürlükler ve insan hakları dersi vermesi; bu çerçevede mağduriyet yaratmaya çalışması gerçeklikten kopuktur. Demokrasiyi, özgürlükleri ve insan haklarını savunacaksak önce kendi evimizden başlamalıyız. Başlamalıyız ki bu insanlığın tarihsel birikimi sonucu oluşmuş bu değerlerin içi boşaltılmasın, ciddiyetini yitirmesin. İnsanlığın ve Türk halkının demokrasiye, özgürlüklere ve insan haklarına ihtiyacı var.

“Büyük insanlığın toprağında gölge yok

sokağında fener

penceresinde cam

ama umudu var büyük insanlığın

umutsuz yaşanmıyor.”**

Zeynep Altıok Akatlı/ CHP İnsan ve Doğa Haklarından Sorumlu Gn. Bşk. Yrd. / İzmir Milletvekili

*Metin Altıok / Yerleşik Yabancı

**Nazım Hikmet / Büyük insanlık