Perşembe, Mart 28, 2024

Zeki Kılıçaslan: AKP döneminde ’emek’

AKP iktidarı dönemi, 12 Eylül askeri rejiminin siyasal alanda hedeflediği otoriter devlet yapılanmasının, ekonomik politik alanda da neoliberal (vahşi kapitalist) politikaların kurumsallaşmasının tamamlanması süreci olarak tanımlanabilir.

1980 sonrasında amaçlanan özelleştirme, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, emek piyasasının esnekleşme ve kuralsızlaşma temelinde yeniden yapılanması politikaları, ancak 2002 AKP iktidarı dönemi ile hız kazanmıştır. Bu dönüşümler 1990’lı yıllarda ülkenin gündeminde olsa da zayıf koalisyon hükümetleri ve geleneksel sendikal yapıların azda olsa devam eden güçleri nedeniyle istenilen hızda uygulanamamıştır. Ulusal ve uluslararası bütün sermaye güçlerinin istediği yasal değişiklikler ancak AKP’nin güçlü tek parti iktidarı ile yerine getirilebilmiştir.

İşsizlik oranları bölüşüm ilişkilerinde belirleyici rolü açısından önemlidir. AKP iktidarın ekonomik büyümenin  en yüksek oranda yaşandığı yıllarında bile  işsizlikte belirgin düşme sağlanamamıştır.İşsiz sayılma kriterleri yapılan tanımlama değişiklikleri ile önemli ölçüde sınırlanmış olmasına rağmen 2015 yılında görülen 11.3 seviyesindeki işsizlik ve özellikle  eğitimli genç kesim içindeki yüksek işsizlik oranları dikkat çekicidir.

AKP döneminde peş peşe çıkarılan yasa, uygulama ve fiili müdahaleler yoluyla çalışma hayatında kuralsızlık, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma yeni bir emek rejimi olarak kurumsallaştırılmıştır. 2003 yılında çıkarılan 4857 Sayılı İş Kanunu, 2010 yılı Haziran ayı başında gündeme getirilen Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS 2010) anlayışı doğrultusunda yapılan değişiklikler ve en son bu ay içinde Özel İstihdam Bürolarının (İşçi kiralama büroları) kanunları yeni emek rejimini yasal zeminini tam olarak sağlamıştır. 

ANAP döneminde öncelikle Belediyelerde başlanan taşeron işçi çalıştırma uygulamaları AKP iktidarı döneminde tüm kamu kurumlarında doruğa fırlamıştır. Yasada belirtilen asıl iş yardımcı iş ayrımını da tanımayarak kamuda bütün işler taşeron firmalar eliyle yürütülür hale gelmiş, asgari ücretli, iş güvencesiz ve sendikasız çalışma kural olmuştur. Benzer durum özel firmalarda da giderek yaygınlaşmıştır.

İşçi kesiminde gerek taşeronlaştırma, gerek sendika yasalarındaki sınırlamalar gerekse sendikalaşma yönündeki çabaların önüne çıkarılan bitmez bilmez bürokratik engeller ve fiili müdahaleler sendikalaşmayı pratikte imkansız hale getirmiştir. Buna rağmen hala kalan sendikalı alanda da, hükümet eliyle büyütülen “sendikalar” hakim kılınarak bir kontrol aracına dönüştürülmeye çalışılmıştır.

1990’larda çok başarı bir atak gerçekleştiren kamu emekçileri sendikalaşma hareketi ise gerek yasa gerek AKP hükümetlerinin eliyle bugün işlevsiz, benzer siyasal görüşte çalışanların bir araya geldiği ve büyük kesimi hükümetin yan kuruluş olarak tanımlanabilecek “dernek” yapılarına indirgenmiştir.   

AKP hükümetleri dönemi, emeği değersizleştirip ucuz hale getirmek yoluyla yabancı sermayeyi Türkiye’ ye çekme politikası dışında fazla bir şey yapılamadığından, emek gelirlerinin GSYH’dan aldığı paydaki kendinden önceki dönemde başlayan düşmenin devam ettiği bir dönem olmuştur. Ücretlilerin GSYH’ dan aldığı pay AB ülkelerinde % 56 iken bu oran Türkiye’ de 2002 yılında bulunduğu % 43 seviyesinden şimdi % 32 düzeyine düşmüştür.Sadece alınan pay oranı değil  1989 bahar eylemlerinden sonra eski düzeylerini yakalamaya çalışan  reel işçi ücretlerinde de 1994 den sonra tekrar başlayan azalma devam etmiştir. 

Türkiye OECD ülkeleri içinde 48 saat olan ortalama haftalık çalışma süresi ile birinci sıradadır. Bu rakam Türkiye’deki çalışma koşullarının ağırlığını yeterince ortaya koymaktadır. Fakat örgütsüz, kuralsız , yoğunlaştırılmış ,uzun çalışma saatleri ve düşük ücretlerle karakterize çalışma yaşamımızın kendini  ortaya koyduğu en acı işaretlerden biride yaşanan iş cinayetleri (“kazaları”) dır.Her gün 4-5 işçinin bu olaylarda yaşamını yitirmesi çok daha fazla sayıda işçinin yaralanıp ömür boyu sakalıklara maruz kalması ve Türkiye’nin bu alanda Dünya ölçüsünde en kötü iki veya üçüncü ülkesi olması çalışma yaşamımızın en utandırıcı gerçeği olarak ortadadır. 

AKP iktidarı döneminde işsizlik yüksek oranlarda sürerken ve emek gelirlerinin GSYH’ dan aldığı pay azalırken  görülen diğer bir gerçeklikte devletin işsiz, yoksul kesimlerine yönelik sosyal tardım harcamalarındaki çok belirgin artışıdır. Bölüşümde emeğin payının gerilediği, sermaye kazançlarının arttığı, dolaylı vergilerin artışı ile vergi gelirlerinin halk sınıflarının sırtından yükseltildiği koşullarda ortaya çıkan kazançların küçük bir kısmı ile kamu yardımlarına ayrılan pay artırılmıştır.

Başka ülkelerde de gördüğümüz bu politikalarla çalışan veya çalışamayan geniş yoksul kitlelerin politik kontrolü hükümetler lehine büyük öççüde değişmiştir. İstanbul’dan bir örnek verirsek, 1990’lı yıllarda İstanbul belediyelerinde çalışan ve tümü sendikalı olan işçiler yerel ve merkezi yönetim karşısında bağımsız bir güç iken bugün sayıları çok daha artmasına rağmen neredeyse % 80’i taşeron firmalarda, güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırılan belediye işçileri örgütsüz ve yardıma muhtaç haldedirler. Hem işleri patronun iki dudağı arasında olan işçiler hem de onları çalıştırmakta aracılık eden yönetim yanlısı taşeron firma sahiplerinin iktidarın politik tabanı olma dışında bir seçenekleri yoktur.

Sonuç olarak,  AKP hükümetleri dönemi emek açısından bakıldığında, çalışma yaşamında  kuralsızlaştırma, örgütsüzleştirme politikaları ile emek gelirlerini sermaye lehine baskılanma ve ortaya çıkan kazançların küçük bir kısmı ile de yoksulları, yoksullaşan çalışanları ve  işsizleri sosyal yardımlarla politik iktidara bağlama uygulamaları ile karakterizedir denilebilir.

Bu durumun değişmesinde muhalefetin, emek ve yoksul kesimin hak temelli taleplerini politikleştirme, emekçiler ve halk sınıflarının sırtına bindirilmiş dolaylı vergilerin azaltılması taleplerini yükseltmesi önemli olacaktır. Ancak bu sosyal adaletçi politikaların, AKP’nin din/mezhep, yaşam tarzı temelli kutuplaştırma politikalarının karşısında, her kimliğin  kendisini ifade etmesini sağlayacak özgürlükçü demokratik yaklaşımlarla bir bütün halinde savunulması gereği de kaçınılmazdır. 

Batı/Kuzey Avrupa merkezli evrensel sosyal demokrat politikalar esasta örgütlü emeğin geleneksel sosyal/sendikal yapıları üzerinde yükselmişti. Belki bizim şimdi, %99’un % 1 karşısında ezildiği, çok kültürlülüğün egemen olduğu günümüz koşullarında ihtiyacımız olan şey, egemen azınlığa karşı halk sınıflarının çoğulcu birlikteliğinin  “yeni özgürlükçü halkçılık” diyebileceğimiz politikalar ile inşa edilmesidir. 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER