Türk Sağının ve mahallesinin -otomatik olarak- sağ otoriteye karşı durana karşı durma tutumu, ötekinin acısına bir nevi kayıtsız kalması veya otoriteye bağımlılığından mıdır? Psikologlar, ötekinin acısını görme kapasitesinin, kendi acısını görebilen insanda olacağını söyler. Kuşkusuz ki, tarihsel toplumsal altyapı da bunda etkili.

Yeni haberlerde okudum şu an kış mevsiminin ortasında olması gereken Arjantin’de 30 küsur derece ile sıcaklık rekoru kılındığını. Akdeniz’de ise yüzey sıcaklığının her an birçok canlı türünün yaşamasına izin veremeyeceği haberleri de cabası. Ülkemizde ve komşularımızda ise sıcaklıklardan kaynaklanan büyük çapta orman yangınları haberleri ise bizler için artık normal karşılanmakta.

Küresel ısınmaya ilişkin ise uluslararası yaptırımlara karşı duruşu, adeta milli bir onur olarak varsayan taşralı ve komplocu “aydınlarımızın” sayısı da aramızda az değil. Küresel hızlı iklim değişikliğinin çok değil 20 yıl sonra nasıl bir distopik dünyaya bizleri sürüklediği de pek mahallelinin umurunda değil.  Sanki devamlı göç ve yağma hâlindeyiz. Yaşadığımız topraklar adeta bizim değil düşmanlarımızın. Yolculuğumuzun göçümüzün adeta dünya ile sınırlı olmadığı varsayımında olarak uzaya da gecekondu koyacağımızı umarak küresel iklim değişikliğini ve çevre konusunu ansiklopedik bir konu olarak kabul etmekteyiz. Belki de medreselerimiz ve fıkıh kitaplarında namazda ellerimizi nasıl bağlayacağımız veya sağ ayak baş parmağımızı namazda dik tutmanın önemi kadar çevre konusu pek canlı durmamakta.

Yazıyı hazırlamadan zemin teşkil etsin diye Akbelen ve Kazdağı konusunda yokladığım mahalleli dostlar ise yaşanan çevre yıkımını değil de bu konuyu gündeme getiren solcu aydınların çelişkileri üzerine odaklanmaktalar. Bu duruma Latincede “Ad hominem” denmekte. Bu tanım bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten ziyade, argümanı ortaya atan kişinin konuyla ilgisiz bir özelliğini gündeme getirerek fikirlerini çürütmeye çalışmak anlamına gelmekte. Son seçimlerde bu adeta %52’nin muhalefet için yapıştırılan “onların programları sağlam ama onlar PKK’lı be yahu” yargısını da çağrıştırmakta. Ama konu her zamanki gibi bir şekilde ötekinin görülmemesi üzerine çakışmakta.

Kolektif bilinçaltı süreçlerinden midir bilmem ama mahallelinin çevre umursamazlığı tercihini yıllar önce, 16 Şubat 1969’daki ABD’yi çok anlamlı protesto eden devrimci gençlere o zamanki genç Sağcı ağır ağabeylerin beka için saldırmasının anlamsızlığı ve utancıyla göstermesi, zihnimde bir özdeşim kurdurmakta.

Hep düşünmüşümdür mahalleli neden çevre eylemlerine soğuk ve mesafeli yaklaşır diye. Çevrecilik genellikle sol protestoculuk ve LGBT eylemleriyle karıştırılmakta. Muhtemelen bu işin içinde iş var konu çevre değil devlete karşı iç veya dış bir komplo var diye bakılmakta. Ama tabii ki bu arada çevre de talan edilmiş olmakta.

Türk Sağının ve mahallesinin -otomatik olarak- sağ otoriteye karşı durana karşı durma tutumu, ötekinin acısına bir nevi kayıtsız kalması otoriteye bağımlılığından mıdır? Psikologlar, ötekinin acısını görme kapasitesinin, kendi acısını görebilen insanda olacağını söyler. Kuşkusuz ki, bu durumda kültürel ve tarihsel toplumsal altyapı da etkili. Kim bilir, belki de mahallelinin bu çevreci ve protestocu eylemcilere duyduğu öfke, içten içe kendi içlerinde duydukları bir utanç fenomenini de barındırıyordur.

Ancak görmeme sorunu sadece mahalle ile bitmiyor. Son dönemlerdeki insani anlamda çok doğru ancak siyaseten tartışılan beyanlarıyla Sayın Ahmet Davutoğlu’nu eşi Sare hanımla Akbelen’e ilk giden genel başkan olmasını sol aydınlarımız umursamadılar bile.

Bilindiği gibi %52’nin içi sadece Sağ mahalleden ibaret değil en az yarısına yakın seküler taşralı ulusalcılık da bu oranı kapsamaktadır. Sorun sadece Davutoğlu gibi muhafazakâr siyasetçilerin mahalleyi ikna yükümlülüğü değil başta CHP ve İYİ parti olmak üzere hep %48’de kalmaya mahkûm olmuş bir muhalefetin %52’nin seküler ulusalcı bileşenleriyle iletişim sorunudur da.

Bu iletişim sorunu çözülemedikçe %52, her zaman Akbelen ve Kazdağları örneklerindeki gibi canlı çevre katliamlarına karşı sesini duyurmak için sorumluluk alıp darp yiyen ülkemizin aydın beyaz yakalılarına, Fransa’daki marjinal bir eylem esnasında gaz yiyen entellere televizyon haberinde göz atar gibi bakmaya devam edecektir.