Bir bakıma bu müzeyi gezip incelerken çocukluğumuzdan bu yana hepimizi sıkıştıran popülist İslamcı ve devletçi ideolojinin kalıplarından biraz sıyrılıp rahat nefes alabildiğimi hissetmiştim. Lozan, Kurtuluş savaşı ve Mübadelenin bugünlerimiz için önemini ve değerini yaşadım.

Yakın bir dostumun misafiri olarak Ege adaları ve Pire’ye üç günlük kruvaziyer turu yaptım. Turizm şirketlerinin tur ilanları oldukça ilgimi çeker ama bir türlü gitmeye ayaklarım varmazdı. Büyük gemilerle yapılan kalabalık turlar benim için hareket alanımı ve irademi kısıtlayıcı gelmekteydi.

Aslında önyargılarımda bu tur sonucunda kendimce haklı çıkmıştım. Ancak bu tur dinlencesinde kalabalık guruplar, girilen uzun pasaport ve gümrük kuyrukları, denizin ortasında kapalı gemi hayatı, tüm eğlence etkinlikleri, katılımcıların stres atmalarının ayrılmaz birer parçaları olduklarını gözlemleyebilmiştim.

Ekonomik krizden önce orta sınıf bir çalışanın veya emeklinin yıllık makul birikimi ile katılımını sağlayabileceği bu tip turlar artık biraz zorlaşmakla beraber benim radarıma takılan tur katılımcıları genelde genç beyaz yakalı çalışan ve emekli sekülerlerden oluşmaktalarıydı. Sanırım bunların popüler davranış kalıpları, mahalleli AK parti seçmeni ile Sayın Erdoğan’a oy vermek dışında onlarla bir simetri arz ediyordu. Bu durum aslında hepimizin dış görünüşleri ve yaşam tarzlarımızın farklılıkları ile zihniyetlerimizin aynı olduğu gerçeğinin de teyidiydi.

Benim için en ilginç olan Pire-Atina gezisiydi. Atina’daki betonlaşma ve çarpık kentleşmeyi gördükten sonra İstanbul artık neredeyse gözüme batmamakta. Yunanistan’ı gezdikçe içimden bunlar asla Helenlerin torunları olamazlar olsa olsa Helen köylülerinin torunları olur hissi içimden geçmekteydi. Adaların dağınıklığından mıdır bilinmez ama Yunanistan katı bir merkezden yönetilebilecek kadar bir ülke değil. Bir ulus olarak da belki Güney Yunanistan hariç o kadar güçlü bir asabiyeleri de yok.

Bu bana Yunanlıların bağımsızlık, gerekse Anadolu işgal savaşlarında Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi dış güçler faktörlerinin gölgelerinin katkısını çağrıştırdı. Muhtemeldir ki İngiltere bu Yunanistan’ı işgale teşvik ederken sonradan Anadolu’da Yunanistan’ın Ortodoks ve naif karakteriyle de Ruslara karşı bir denge oluşturamayacağına kanaat getirdi. Ve tavrını da buna göre belirledi.

Bu gezi esnasında katılımcıların genel tercihi Akropol olmasına karşın şahsen dostum ile biz tercihimizi “National Historical Museum” yani Yunan ulusal tarihi müzesi olarak seçtik. Zira yakın dönemdeki Yunan bağımsızlığı, Anadolu işgali ve Lozan gibi konulara yerinden onların bakışı ile bir pencere açabilmek tarihsel bakışım için daha zenginleştirici olabilirdi. Müze de zikrettiğim bu üç hususa odaklanmıştı. Binası da o zamanki ilk Yunan parlamento binalarıydı. Ancak müzeyi destekleyen vakfın etkisinden midir bilinmez müzede göreceli bir objektif yaklaşımı da fark edebiliyordum.

Büyük güçlerin tercih ve çıkarları masum halkları ne kadar isteseler de bazen savaştırmaya, kan döktürmeye yetmeyebiliyor. Yalnız ve tabii ki ülkelerin iç siyaset dinamiklerinin sağduyulu olmaları şartıyla.

Öncelikle Anadolu’nun Yunan işgaline ilişkin Afyon, Sakarya, Bursa, Kütahya ve İzmir dahil zengin fotoğraf, anı ve kıyafet koleksiyonu mevcuttu. Tabii ardından bu zenginliğe başta Trabzon, Kapadokya, İzmir ve Marmara bölgesi olmak üzere Ortodoks Hıristiyanlar ve Müslüman Türklerin mübadele dokümanlarını da ilave etmek lazımdı. Çoğunluğu Rumlardan oluşan Anadolu’dan kopan muhacirlerin mübadelesi ciddi bir kopuş travması yaratmıştı. Ancak bu durumu sanki teselli edercesine “kalan Müslüman ve Türk kimliğine bürünen soydaşlarımız Türkiye’de çok önemli roller aldılar” ifadelerine de müze de rastlayabiliyordunuz.

Yunanistan’ın iç siyasi tartışmaları ve komuta kademesi görüşü, İzmir ve çevresinde konuşlanmayı orada yerel unsurlarla Kıbrıs benzeri otonom bir ön Asya Ortodoks devleti kurmayı hedeflemişlerdi. Sonradan Anadolu içine yayılmalarının motivasyonunda ise bizdekine benzer dış güçleri suçlamaktalar. Anladığım kadarıyla dağılan ve bıkan Osmanlı ordusunu o zamanlar oldukça rahat gözlerine kestirmişler. Ancak “Kemalistler” dedikleri Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayi-milliye askerlerinden çok çekinmişler. Mağlubiyetlerinde Atatürk’ün taktik ve diplomasi dehasını net kabul ediyorlar. Asker hatıra mektupları ve subay anıları ise bizlerin bu topraklarda ne işi vardı tarzında.

Yunan diplomasisi müzedeki belgelere göre Lozan için şunu açıkça ifade etmekte “Lozan anlaşması bizim Megalo-idea dediğimiz Ön Asya ile ilgili Sevr de canlandırılan hayallerimizi resmen sonlandırmıştır”.

Bu durumlar insanın aklına merhum Yunanlı Prof. Dimitri Kiçrikis’in (1935-2021) tezlerini getirmekte. Kiçrikis Yunan bağımsızlık savaşını eleştirir. Ulus devlet olmadan Osmanlı imparatorluğunun aslında Rum halkının da devleti olduğunu, çoğu üst bürokratın Müslüman olan Rumlardan zaten oluştuğundan bahseder. Türkler ve Yunanlıların çıkarının ortaklık yapmaktan geçtiğini savunur.

Bir bakıma bu müzeyi gezip incelerken çocukluğumuzdan bu yana hepimizi sıkıştıran popülist İslamcı ve devletçi ideolojinin kalıplarından biraz sıyrılıp rahat nefes alabildiğimi hissetmiştim. Lozan, Kurtuluş savaşı ve Mübadele’nin bugünlerimiz için önemini ve değerini yaşadım. Dersleri tekrar idrak edebildim.

Büyük güçlerin tercih ve çıkarları masum halkları ne kadar isteseler de bazen savaştırmaya, kan döktürmeye yetmeyebiliyor. Yalnız ve tabii ki ülkelerin iç siyaset dinamiklerinin sağduyulu olmaları şartıyla.