Cuma, Mart 29, 2024

Yüksel Işık yazdı | Hangisi daha iyi: Aptallık mı, akıl mı?

İçinde bulunduğumuz hafta boyunca ölüm yıldönümü nedeniyle Mevlana’nın anıldığını biliyorsunuz.

İranlı şair Molla Camii’nin, “Peygamber değil ama kitabı var” tanımlamasını yaptığı Mevlana’nın.

Muhtemelen “devlet töreni” ile anıldığı için muhalif odakların pek ilgisini çekmemiş.

İtiraf etmem gerekir ki benim ilgimi ilk kez, 17-25 Aralık olarak tarihe geçen yolsuzlukların açığa çıktığı hafta çekmişti.

Hani şu üç bakanın çocuklarının gözaltına alındığı; devamında da yolsuzluklar üzerinden dönemin başbakanına yönelik operasyonun açığa çıktığı hafta!

O anlara ilişkin yazılacak; söylenecek çok şey var ama biz konumuza dönelim.

VATAN MI İYİ GURBET Mİ?

Mevlana’nın asıl adı, Celaleddin Muhammed’dir.

Rumi adı, hayatının büyük bir bölümün geçirdiği Anadolu’ya atfen; “Efendimiz” anlamına gelen Mevlana ise can yoldaşı Şems-i Tebrizi ve oğlu Sultan Veled’den itibaren sevenlerin verdiği bir isimdir.

Giderek asıl isminin yerini almış.

Doğduğu toprakların Moğollar tarafından işgal edilme tehlikesi nedeniyle ailesiyle birlikte yollara düşmüş olmasını teorize etmek için olsa gerek, “Yurtta savaş çıkarsa gurbet daha iyidir” düşüncesine sahipmiş.

Bu görüşe katıldığımı söyleyemem!

Tıpkı Hacı Bektaş Veli gibi yönünü Anadolu’ya dönmüş.

Rivayet edilir ki henüz Şam’da yaşadıkları sırada, Muhyiddin İbnü’l-Arabi, Mevlana için “hey maşallah, bir okyanus, bir denizin arkasında yürüyor” demiş.

Eğitimini, bir “bilgi denizi” olarak tanımlanan babasından ve onun yakın arkadaşı Tirmisli Burhaneddin Muhakkik’den almış.

38 yaşında iken 60 yaşındaki Şems-i Tebrizi ile tanışmış.

O andan itibaren talebelerini ve verdiği dersleri ihmal etmiş; bu durum, talebelerinin ve Konyalıların hoşuna gitmemiş; o kadar ki kışkırtılan Konyalılardan korkan Şems-i Tebrizi, şehirde kaçmak zorunda kalmış.

İroniye bakın ki bir yandan hoşgörünün timsali Mevlana’yı anmakla övünenler; daha dün Fransa Milli Marşını ıslıklamışlardı.

Sultan Veled, Şems-i Tebrizi ile Mevlana’nın ilişkisine dair şunları söylemiş:

“Ansızın Şems gelip ona ulaştı; ona maşuk olmanın hallerini anlattı, açıkladı. Böylece de sırrı yücelerden yüceye vardı. Şems, Mevlana’yı şaşılacak bir aleme çağırdı; öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o âlemi ne Arap.”

KUYUDAKİ YUSUF, ATEŞTEKİ İBRAHİM!

Şems’in kaybından sonra Mevlana, altın ustası Şeyh Selahattin ile dost olmuş.

Bir rivayete göre Mevlana, çekicin altından çıkardığı sesten etkilenerek dans etmeye başlamış ve bizim sema olarak bildiğimiz ritüeller böyle doğmuş.

Bir başka rivayete göre de Şems ile Mevlana, yakınlıklarından rahatsız olan Konyalılardan gizli olarak burada buluşmuş ve çekicin sesiyle kendilerinden geçerek raks etmelerinin sonucu sema olarak bildiğimiz ritüeller ortaya çıkmış.

Kaybolan Şemsi Tebrizi’ye hitaben üç mektup yazmış.

Birinci mektupta, kendisini “kuyulardaki Yusuf, ateşlerdeki İbrahim, sancılardaki Meryem, yaralar içindeki Eyyub” olarak tanımlamış.

İkinci mektubu ise şöyle:

Duydum ki, bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.

Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.  (…)

Şekerliğinin içinde zehir dokunmaz bize

Sen zehri şeker, şekeri zehrediyorsun, etme. 

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı

Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme.”

Mevlana’nın son mektubu şöyle biter:

Şükürler olsun sana bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır! Hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.”

Mevlana’nın dizeleri, herkesin kendisi için pay çıkarması gereken nasihatleri de içerir.

Senin sözün olmadan canın kulağı yoktur.

Senin kulağın olmadan canın dili yoktur.”

AKILDAN KORKMAK!

Pozitif bir kişiliğe sahip olan Mevlana, Selçuklulardan başlayarak devlet yönetimini ve toplumsal hayatı derinden etkileyen şiir ve meseller yazmış.

O mesellerden biri şöyledir:

Bedevinin biri devesine iki çuval yüklemiş, çölde gidiyormuş.

Yolda karşılaştığı filozof ona yükünün ne olduğunu sormuş:

“Biri buğday dolu” demiş, Bedevi, “diğeri de kum.”

“Neden kum taşıyorsun?” diye sormuş filozof.

Buğdayı dengede tutmak için” diye cevap vermiş bedevi.

Filozofun cevabı, “buğdayı ikiye bölersen, kum taşımana hacet kalmaz; böylece yükün hafifler.”

Bedevi, hayranlıkla “Bu kadar bilgin olduğuna göre çok zengin olmalısın. Sen kimsin? Ne iş yaparsın?” diye sormuş.

Filozof, umarsızca cevap vermiş:

“Bende mal da yok, mülk de! Ben, gün bulduğumu gün yiyen biriyim, hepsi o kadar.”

Bu sözleri duyan bedevî hiddetlenmiş:

Çabuk buradan git, bunca aklın, bilginin sana bir faydası olmamış. Ben yine çuvalın birine buğdayı birine kum yükleyeyim. Aptallık benim için daha iyidir.” der.

Aptallığı daha iyi bulanların ülkesinde, Mevlana’nın şu sözlerini hatırlatmakta fayda var:

”Maksat kıssadan hisse almaktır.

Yoksa sana hikaye anlatmak değil.”

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER