Çarşamba, Nisan 24, 2024

Yüksel Işık yazdı | Demokrasi: Her yerde, her zaman, herkes için!

CHP, bu hafta sonu Tüzük Kurultayı yapıyor.

Genel merkez, elini daha güçlü kılmak için bazı hamleler yapıyor; buna mukabil genel merkezin yapması muhtemel hamleler karşısında ellerinin zayıflayacağını hesap eden pek çok “benzemez”in bir araya geldiğini görüyoruz.

2019, Türkiye için kritik bir dönemeç ve eğer dört başı mamur bir strateji geliştirilip uygulanmaz ise Türkiye’nin o kritik dönemecin virajını alamama riski var.

Risk, her ne kadar olumsuzluk çağrıştırsa da, aynı zamanda başarı ihtimalini de içinde barındıran bir kavramdır.

MUKTEDİRLER DEĞİŞİR AMA…

Başarmak, soyut bir kavramdır ve çoğu zaman gerçeği anlatmaya tek başına yetmez!

Ölçü her ne olursa olsun başarmaksa Hitler de başarmıştır; Musolini de!

Franco da başarmış, Batista da!

Başarmak ama tutarlı olmakla, güven vermekle ve ilkesel duruşlarla başarmaktır, aslolan!

Tarihe bakın; pek çok hükümdar, neleri başarmış görürsünüz.

Bunlardan biri, Makedonya Kralı Büyük İskender’dir.

Balkanlarda kurduğu imparatorluğun topraklarını Hindistan’a kadar genişletmiş, Asya’nın büyük bir bölümüne hükmetmişti. Üstelik bütün bu işgalleri 13 yıldan daha kısa bir zamanda gerçekleştirmişti.

Dünya tarihsel tecrübe, işgal etmenin elde tutmaktan daha kolay olduğunu gösteriyor.

İskender de bunun farkında olacak ki askerleriyle zapt ettiği coğrafyalarda yaşayan halkların zihinlerini de zapt etmek, zihinsel hegemonya da kurmak istiyor; bunun için pek çok kişiden akıl alıyor.

Rivayet edilir ki akıl aldığı, görüşlerine başvurduğu kişilerden biri de, kendisinden uzun yıllar ders aldığı Aristo’dur.

Aristo’ya bir mektup yazarak, zaptettiği coğrafyalarda yaşayan halkları uzun süre tahakküm altında tutabilmek için ne yapması gerektiğini soruyor.

“BÖL, PARÇALA YÖNET” TAKTİĞİ

Rivayet muhtelif ama Aristo’nun cevabı, bizim bugünümüze ışık tutacak nitelikte!

Diyor ki:

“Zapt ettiğin topraklardaki insanları tahakkümün altında tutabilmek için ileri gelenlerini sürgüne gönderirsen, toplanıp sana başkaldırabilirler. Hapsetmenin de sonu yok, nihayetinde halk için birer sembole dönüşür ve kontrolden çıkabilirler. Lider konumundakileri öldürmek de çare değil; zira hiç kimse hiçbir şeyi unutmaz ve günü geldiğinde o unutulmayan şey, bir intikam hırsına dönüşüp senin tahakkümünü sarsabilirler.”

İskender’in içini karamsarlık kaplar.

Boşuna mı ele geçirdim bunca toprağı?” diye düşünürken Aristo’dan gelen mektubun son satırlarına takılır gözleri.

Aristo mektubunu şöyle bitirir:

“Halkın arasına nifak tohumları ek. Onlar birbirlerini yesin; nasılsa bir çıkış bulamayacakları için mecburen sana gelecekler. Anlaşma zeminlerini yok et ki sana mecbur olsunlar. Böylece istediğin gibi yönetebilirsin.”

Bakın dünya tarihine, küresel güçlerin hemen tamamının başvurduğu bu yönteme günümüzde “böl, parçala, yönet” denilmektedir ve 20. Yüzyılın başlarında Anadolu’nun, tam da bu politikanın uygulama sahası yapılmak istendiğine tarihimiz tanıktır.

İskender’den bu yana kullanıla gelen “böl, parçala, yönet” taktiği, uluslararası politikalarda olduğu kadar iç politikada da geçerliliği olan bir yöntem.

Bu topraklar, muktedirlerin, ne zaman başları sıkışsa köylüyü şehirliyle işsizi işçiyle, taşeronu kadroluyla Türk’ü Kürt ile Sünniyi Alevi ile karşı karşıya getirdiklerine tanıktır.

Gezi eylemleri sırasında “camide içki içildi” yalanının da, “başörtülü kadına saldırıldı” dezenformasyonunun da “nifak ekmek” ve böylece çıkarları birbiriyle örtüşen insanları karşı karşıya getirmek maksadıyla yapıldığını artık biliyoruz.

Gene bilinmektedir ki geleneksel yönetim modeli, “en muktedir”in dehası(!) üzerine şekillenir. Brecht, bir şiirinde, “Genç İskender tek başına mı fethetti Hindistan’ı/ Yanında bir ahçı da mı yoktu?” diye sorarken, geleneksel yönetim modelini ve “tek kişiye methiye”yi eleştirmektedir.

İnsanlığın bin yıllardan süzülüp gelen tarihsel tecrübesine rağmen geleneksel yönetim modeli, özellikle ekonomik, sosyal ve siyasal kriz dönemlerinde ilgi görmeyi sürdürmektedir.

ARTIK YÖNETEMİYORLAR!

Yaklaşık iki yüz yıllık demokratikleşme çabasını bir kalemde çizip, yerine, “tek adam” sistemini getirmek istenmesinin temel nedeni de bu “yönetememe hali”dir.

Ülkenin yönetimine dair “farklı sesler” mi çıktı? Hemen “olağanüstü koşullar”a dikkat çekip, “tek ses, tek nefes”in Türkiye’yi “muasır medeniyetler seviyesi”ne çıkartacağı yanılsaması yaygınlaştırıyor.

Parti iyi yönetilmiyor, bu yüzden iktidar olamıyor” diye bir eleştiri mi geldi? Hemen “tek adam çevresinde kenetlenmiş ve kimseye nefes aldırmamayı ilke edinmiş” iktidar partisini örnek gösterip, ona benzemek için önlem alınmasının faydaları üzerine bitmek tükenmek bilmeyen “cenk hikayeleri” anlatılıyor.

Oysa bu topraklar, 600 yıl boyunca “tek adam”lar tarafından yönetildi. O “tek adam”lar silsilesinin içlerinde başarılı olanların hüküm sürdüğü dönemlere bakın; hukuken olmasa da fiilen demokrasi uyguladıklarını; keza tarihin en dramatik dönemlerinin ise baskı ve tahakkümün nefes aldırmaz boyutlara ulaştığı dönemler olduğunu göreceksiniz.

Hiç kuşkusuz, ilkeldir ama o “demokrasi”, temelini, bazen “toylar”dan alır; bazen de “meşveret”ten.

Mutlak tek adamlık”tan meşrutiyete ve Cumhuriyete doğru alınan tarihsel seyrin, insanlık tarihinin gelişimine paralel bir seyir olduğu inkar edilemez. O nedenle bugün içine düşülen yönetsel krizden kurtulmanın yolu, bütün iktidarı, “her şeyi bilen” birine devredip, onu “muktedir” haline getirmek değil; daha çok demokrasi istemekten geçmektedir.

AMASIZ, FAKATSIZ DEMOKRASİ İLE KAZANMAK MÜMKÜN!

Türkiye, 2019’da, yapacağı seçimle esas olarak, nasıl yönetilmek istediğini oylayacaktır.

AKP ve MHP’nin gerçekleştirdiği ve BBP’nin de katıldığı ittifak ile “aynılar aynı yere” toplanmış görünüyor.

Bu ittifakın tek bir amacı var; yüzde 50+1’i yakalamak ve Bahçeli’nin ilan ettiği üzere Erdoğan’ı başkan yaptırmaktır.

Eksenleri demokrasi olan diğer partiler ise “parlamenter demokrasi” vurgusu yapmaktadırlar.

Diyalektik bir kuraldır; nasıl yaşıyorsanız öyle düşünürsünüz!

Tıpkı Edip Cansever’in “insan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” dizelerinde dile getirdiği gibi…

Demokrasi istiyorsanız, ilkesel olarak demokrat olacaksınız; amasız, fakatsız!

Elbette konjonktürü de hesaba katacaksınız ama önce ilkesel duruşunu ortaya koyacak; nelerden vazgeçemeyeceğinizi herkese ilan edeceksiniz. “Tek adamlık” isteyen partinin başarısını hedeflerseniz, o yola girmeniz kaçınılmazdır. O yolun, “ver yetkiyi, dile benden ne dilersen” açmazına sürüklediğine tarih tanıktır.

Başarmak istiyorsanız, “dediğim dedikçi”likten vazgeçecek, tutarlı, ilkeli ve güven veren bir tutum sergileyeceksiniz.

Türkiye’de demokrasi istiyorsanız, yönettiğiniz partinizde, işyerinizde, evinizde de demokrasi isteyeceksiniz. Çünkü insanlık tarihi, elin elden üstün olduğunun tecrübesiyle sabittir!

 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER