Ankara’da ishal vakaları artınca aralarında “ünlü” isimlerin de bulunduğu pek çok trol, salgın hastalığın, ASKİ’nin içme suyundan kaynaklı olduğu iddiasını yaygınlaştırdılar.
Hesaplarını takip edenler biliyor; ASKİ, su ölçümlerini düzenli ve rutin olarak paylaşıyor.
Son olarak, Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, 27 Eylül tarihli su analiz sonuçları raporunu paylaştı.
Buna rağmen tezviratların devam etmesi, bana Sadi Şirazi’nin, Bostan ile Gülistan’da anlattığı şu meseli hatırlattı.
HAİN HÖFLÜ OLUR!
Padişahın biri, eski veziri azletmiş; yeni bir vezir atamış.
Eski vezir, o andan itibaren bütün vaktini yeni vezirin kusurunu aramakla geçirmiş.
Fakat yeni vezir, bırakın açık vermeyi, hem devletin işlerini rayına oturtmuş hem de kişisel olarak en küçük bir şeye bile tamah etmeyerek, halkın gönlünü fethetmiş.
Bu durum, eski veziri çileden çıkarmış. Eskiler “hain höflü(kindar) olur” derler; işte bu eski vezir de “höfünden” dolayı aylarca günlerce yeni vezirin attığı her adımı, baktığı her bakışı takip etmiş.
Sonunda “buldum” diyerek, Padişaha koşmuş:
“Padişahım”, demiş; “yeni vezir, senin cariyelerine bakıp bakıp iç geçiriyor”.
Bunu duyan Padişah önce çok öfkelenmiş; ancak bir zaman sonra aklı duygularına galip gelmiş.
“Tahammülden boş, gurur ile dolu başa padişahlık tacı haramdır” deyip, yeni veziri uzaktan gözlemiş.
Bir gün, yeni vezir ile cariyeleri arasında bir göz teması olduğu fark etmiş ve Onu yanı çağırıp demiş ki:
“Eski vezir, senin hakkında şöyle şikayetlerde bulundu.”
TEŞBİHTE HATA OLMAZ!
Yeni vezir, parmağını dudağına götürüp gülmüş:
“Eski vezir benim hakkımda ne söylese taaccüb edilemez. Beni kendi yerinde gören bir hasut, benim fenalığımdan başka ne söyler? Efendim (siz) beni ona tercih edince, tabiidir ki o benim düşmanım olmuştur. O beni kıyamete kadar sevemez. Nasıl sevebilir ki, ben aziz oldukça, o zelil yaşayacaktır. Padişahım, eğer bendenizi dinlerseniz temsil tarikiyle bir hikâye arzedeyim.”
“Anlat” demiş Padişah:
Sadi Şirazi, “teşbihte hata olmaz” misali yeni vezire şunları söylettirmiş:
“Bilmem hangi kitapta gördüm. Birisi şeytanı rüyasında görmüş. Bakmış ki selvi gibi boyu, huri gibi çehresi var. Yüzü güneş gibi ziya saçıyor. Yanına gidip demiş ki:
‘Bu ne hal, melek bile bu kadar güzel olamaz. Mehtap kadar güzel bir yüzün varken niçin dünyada çirkinlikle dillere düşmüşsün? Herkes seni korkunç sanıyor. Hamam kapılarında seni çirkin bir surette resmederler. Hattâ sarayın nakkaşı saray divanhanesinde seni asık, ekşi, iğrenç bir surette nakşetmiştir.’
OKKASI EKSİK OLAN KORKSUN!
Bu sözleri işitince bedbaht şeytan inlemiş, feryat etmiş, şöyle demiş:
‘Hey Âdem oğlu, benim için yapılan resimler, benim hakiki resmim değildir. Ben hakikatte gördüğün gibi güzelim. Fakat ne çare ki, kalem insan elindedir. İnsanların beni çirkin resmetmelerine gelince, ben onların büyük ataları olan Âdem’i cennetten attırdım. Onların bana hınçları var. Onun için beni böyle resmederler.’
“İşte” demiş vezir, “günahsız biri olarak karşınızda cesaretle söz söylüyorum. Çarşı ağası çarşıyı dolaşırken okkası dirhemi eksik olan korkar. Kalemimden çıkan söz doğru olduktan sonra kusur bulmak için cihan toplansa, bildiğimden vazgeçmem.”
Yeniden başa dönelim.
Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, Ankara’daki salgın hastalığın sudan kaynaklandığını söylemesi için kendisine yapılan “ahlaksız teklif”i deşifre etti.
Hiç kuşku duymuyorum; tıpkı Oscar Wilde’ın söylediği gibi, “biri gerçeği söylerse bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”
İşte bu yüzden, gerçeğe sadık olanlar değil, “okkası, dirhemi eksik olanlar” korksun.
İlkesi “açıklık, şeffaflık ve katılımcılık” olanların göreviyse daha büyük bir cesaretle ve muhtemel soruların tümünü yer ile yeksan edecek şekilde bilgileri paylaşmaktır.
Boşuna demiyoruz; doğru, yerinde ve zamanında kurulacak “iletişim hayat kurtarır.”
