Perşembe, Nisan 25, 2024

Yukarıya bakmak ya da bakmamak…

Everest dağı büyüklüğündeki bir kuyruklu yıldız dünyaya çarpacaktır. Bu çarpışma önlenemediği takdirde insanoğlunun sağ kurtulması mümkün görünmemektedir. “Don’t Look Up” iki bilim insanının mücadelesini işleyen bir kara mizah örneği…

Astronomi uzmanı Dr. Randall Mindy’nin (Leonardo DiCaprio) ekibinde çalışan doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), günlük araştırmalarına devam ederken, dünyaya bir kuyruklu yıldızın yaklaşmakta olduğunu keşfeder. Yaptıkları matematik hesapları sonunda vahim gerçekle karşılaşırlar. Everest dağı büyüklüğündeki kuyruklu yıldız tam altı ay iki hafta sonra dünyaya çarpacaktır ve çarpışma bir şekilde önlenemediği takdirde, insanoğlunun bu felaketten sağ kurtulması mümkün görünmemektedir.

Yakın zamanda Netflix’te seyircilerle buluşan Don’t Look Up adlı film, iki bilim insanının dünyayı bekleyen felakete karşı önce yöneticileri sonra da toplumu uyarmak için giriştikleri mücadeleyi işleyen bir kara mizah örneği. Sosyal medyada dolaşan yorumlara bakılırsa, filmi beğenenler kadar yerin dibine batıranlar da var. Sanırım ben ilk grupta yer alıyorum. Film eleştirmeni olmadığımdan filmin kurgusu, görüntü kalitesi veya oyuncuların başarısını değerlendirmem pek anlamlı olmayabilir. Bunun yerine, filmin dünyanın genel gidişatı ve Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel liderlik konumuna dair vermeye çalıştığı mesajları tartışalım istiyorum.

Biz bu filmi zaten yaşıyoruz

Sinema literatüründe “felaket filmleri” başlı başına bir tür olarak kabul ediliyor. Bugüne kadar Hollywood yapımı pek çok filmde, dünyayı tehdit eden bir tehlike (ister nükleer bir silah, ister bulaşıcı hastalık, göktaşı veya uzaylı istilası olsun) ve bu tehlikeye karşı Amerikalıların verdiği cansiperane mücadeleyi izledik. Hemen aklıma gelenlerden ikisi 1998 yapımı Deep Impact (Derin Darbe) ve Armageddon. İki film de dünyaya çarpacak göktaşını konu ediyordu. Don’t Look Up’ı diğerlerinden ayıran, yaklaşan felaketin yanı sıra zaten deneyimlemekte olduğumuz bir felakete dair bizleri uyarıyor oluşu.

Küresel Isınmayla mücadele

Şöyle ki, filmin konusu dünyaya çarpacak kuyruklu yıldız olsa da aslında baş edilmeye çalışılan iki büyük sorun var. Biri doğal olanı; diğeri ise insan eliyle yaratılan. Önce doğalından başlayalım. Kuyruklu yıldız öğesi yerine pekala küresel ısınmayı koyup sonuçları üzerine düşünebiliriz. Doğal yaşamı tahrip eden orman yangınları, sel felaketleri, kuraklık ve salgın hastalıklar adeta hayatımızın bir parçası haline gelmişken hala çevre sorunlarını ciddiye almayan, varlığını reddeden kitleler var. Bireysel alışkanlıklarımızı değiştirerek belki bir nebze katkı sağlayabiliriz ama çevre sorunlarının çözümü büyük devletler arasında uzlaşı ve koordinasyon gerektiriyor. İşte o noktada gelecek nesilleri düşünen sorumlu devlet adamlarına ihtiyaç duyuyoruz.

“Hakikat sonrası çağ”da rasyonel insanın çaresizliği

Her felaket filmi, yöneticilerin bilim insanlarının mesajlarını ciddiye almamaları ile başlar. Ancak Don’t look Up’ın asıl sorunsalı, bilimsel-kanıtlanabilir gerçekleri saptırmanın “yalan” yerine “alternatif gerçeklik” olarak tanımlandığı, çarpıtılmış görüşlerin partizan medya eliyle, kitleler nezdinde meşru kılınmaya çalışıldığı “hakikat sonrası çağ”. Dolayısıyla baş karakterler, altı ay iki haftalık zaman zarfında, bilimsel verileri siyasi ve ekonomik kaygılarla reddeden yönetici elitler, onlarla iş birliği içindeki sermayedar kesimler ve kitleleri adeta uyuşturan, haberden ziyade şov amaçlı program yapan medya kurumlarına karşı mücadele ediyor. Bu açıdan film, toplumu “bizler ve onlar” şeklinde ayrıştıran popülist siyaset biçimi, derinleşen toplumsal kutuplaşma ve kurumsal yozlaşmanın bizi götürebileceği sonla dalga geçerken, bizleri yaşadığımız gerçeklikle yüzleşmeye çağırıyor.

Film Trump yönetimine göndermeler içeriyor

Bunu yaparken de Amerikan siyasetinden tanıdık gelen birtakım figürler ve temalardan yararlanıyor. Yazının bundan sonrası filmi izlememiş olanlar için sürprizi bozabilir. Filmde ABD Başkanını canlandıran Janie Orlean karakteri şov dünyasından siyasete transfer olması ve yönetim tarzı itibariyle Donald Trump’ın bir nevi dişi versiyonu sayılabilir. Mindy ve ekibinin araştırma bulgularını paylaşmak amacıyla başkandan talep ettikleri görüşme, o sırada Başkan Orlean’ın Anayasa Mahkemesi’ne yargıç olarak atamaya çalıştığı eski sevgilisinin geçmişindeki skandalların ortaya dökülmesi sebebiyle sarkıyor. Ekip nihayet Oval Ofise ayak basıp haberi ilettiklerinde, başkan, kuyruklu yıldız felaketinin üç hafta sonra yapılacak ara seçimleri olumsuz etkilemesinden endişe ederek “oturup, düşünmeyi” öneriyor. Zaman kazanmak için de konuyu “bir de bizim [partili] bilim insanlarına danışalım,” diyor. Arada, başkanın oğlu olmaktan başka vasfı bulunmayan Beyaz Saray Genel Sekreteri Jason Orlean (Jonah Hill), Mindy ve ekibini Michigan Devlet Üniversitesi’ne bağlı oluşları sebebiyle küçümsüyor. Biraz elit okul (Ivy League) hayranlığı, belki biraz da Michigan’ın geleneksel olarak Demokrat eğilimli bir eyalet oluşundan…

Medya iki yüzü keskin bıçak

Çaresizlik içinde, dünyanın sonunun geldiğini insanlara duyurmak için medya yolunu zorlayan Mindy ve Dibiasky, bu kez de şov dünyasının bariyerlerine takılıyor. Burada da bilim insanlarının kullandığı dilin sokaktaki insana uzak oluşuna, sosyal medyada nasıl kolaylıkla linç edildiklerine, aynı şekilde, medyatik olma tuzağına kolaylıkla düşebildiklerine ve “akil adam” misyonu üstlenerek yöneticileri doğru yola sevk etme idealinin geri tepişine tanıklık ediyoruz.

Teknoloji şirketlerinin dizginlenemeyen gücü

Tabii, iğneyi biraz da kendimize batırmalıyız. Teknoloji şirketlerinin devleşerek yönetenleri yöneten konuma yükseldikleri, biz sıradan kulların akıllı telefon ve dijital uygulamalarla her adımımızın kontrol edildiği günümüz dünyasında, BASH şirketinin kurucusu Peter Isherwell (Mark Rylance) karakteri hiç yadırganmıyor. Kendisi adeta Steve Jobs, Elan Musk ve Mark Zuckerberg bileşimi…Magazin dünyasının gözde yıldızı Riley Bina (Ariana Grande), canlı yayında DJ sevgilisinden evlenme teklifi aldığı sırada, akıllı telefonunun onay istemeksizin sanatçının albümünü birer ikişer satın alıyor oluşuna şaşıran seyirciyle empati kurmamak mümkün mü? Hangimiz tablet veya telefonlarımıza yüklediğimiz programların nelere izin verdiğini biliyoruz ki? Ve bununla ilgili ne yapıyoruz?

Sosyal medya çılgınlığı

Kıyamete kadar elindeki Hermes Birkin çantasını bırakmayı reddeden Jason Orlean’ın yıkıntıların arasından çıktığı sahneyi hatırlayalım. “Dünyada kalan son insan” olarak sosyal medyada paylaşım yapmaya çalışması, bugünün dünyasında görünme ve takdir görme açlığına dair ne çok şey söylüyor. Hani, velev ki yarın Melek İsrafil sura üflese, kim bilir kaçımız “Dur şunu bir kaydedeyim!” dürtüsüne yenik düşeceğiz.

ABD’nin yıllar içinde aşınan küresel liderlik imajı

Toparlamak gerekirse, Beyaz Saray’ı içine alan nepotizm, medyanın toplumsal kutuplaşmada katalizör rolü ve uluslararası arenada “önce Amerika” nosyonuyla hareket eden bir yönetime referanslar içeren film, bir anlamda Trumpizmin Amerikan siyasetine verdiği hasara dikkat çekiyor. Yazının başında değindiğim iki filmde çizilen başkan profiline karşılık, Don’t Look Up’ta Başkan Orlean’ın uzay mekiğiyle dünyayı terk edişi, yıllar içinde yaşanan erozyonu değerlendirmek açısından kayda değer. Özellikle, başkanların başarısızlıkla sonuçlanan operasyon sonrası toplumu yatıştıran, sorumluluğu üzerine alan, halka sesleniş konuşmalarını seyretmenizi öneririm. Deep Impact filmindeki Başkan Beck karakterini Morgan Freeman’ın canlandırıyor oluşunun bile-ABD’yi beyaz olmayan bir başkanın yönetmesi- başlı başına bilim kurgu olarak görüldüğü, Amerika’nın hala süper güç kabul edildiği yıllar…

Armageddon’da ABD ile Rusya ortak bir operasyonla göktaşını parçalamaya çalışırlarken, Don’t Look Up’da, Amerika’nın kuyruklu yıldızın sahip olduğu zengin minerallerden elde edilecek geliri paylaşmak istememesi sebebiyle Rusya, Hindistan ve Çin’in -başarısızlıkla sonuçlanan- kendi ortak operasyonlarını düzenlemeye çalıştıklarını görüyoruz. Tüm bu kaosun içinde Birleşmiş Milletler yetkilisinin televizyona yaptığı “Öyleyse biz de kendi kurtarma operasyonumuzu başlatırız!” açıklaması acı bir tebessüm yaratıyor. Sonuç olarak, ABD’nin dar çıkarlar üzerinden hareket etmesi, küresel liderlik konumunu devralacak, alternatif bir gücün olmayışı dünyanın sonunu getiriyor.

Filmle ilgili galiba beni en çok etkileyen, gezegenimizin sonuna dair gayet olası bir senaryo çizmiş olması. İsmi her ne kadar “Yukarı Bakmayın!” olsa da, filmin vermeye çalıştığı mesaj tam tersi. Çünkü sorun tam da tepemizde duruyor.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI