Perşembe, Nisan 25, 2024

Yönetmen Semih Kaplanoğlu: Erdoğan’ı muhalif olarak tanımlıyorum

Habertürk’tenn Kübra Par’a konuşan yönetmen Semih Kaplanoğlu, “Erdoğan’ı muhalif olarak tanımlıyorum” ifadelerini kullandı.

Meltem Cumbul’la yaşadığı gerilime de değinen Kaplanoğlu röportajının ilgili bölümü şöyle:

Filmin galasını neden Cumhurbaşkanlığı’nda yaptınız? Teklif onlardan mı gelmişti? Süreç nasıl gelişti?

Adana’da yaşanan nahoş olaydan sonraki gün (Meltem Cumbul’un ödül töreninde elini sıkmamasını kast ediyor. E.N.), Cumhurbaşkanı’mız sağ olsun aradı ve “Üzüldüm. Neden bu şekilde davranılıyor?” diyerek benimle dertleşti. Sonrasında, “Külliye’de senin filmini göstersek, gala gibi bir şey yapsak nasıl olur? Film ne zaman vizyona giriyor?” diye sordu. Ben “Tabii ki olur, 24’ünde giriyor” deyince orada­kilere seslenip “23’ünde ne yapı­yoruz?” diye sordu. O günün boş olduğu cevabını alınca, “Tamam o zaman, böyle bir şey yapalım. Zaten Külliye’nin salonunu tiyatro, sinema, müzik için yaptık. Bu tür şeyler için orayı kullanmayı düşü­nüyorduk. Bununla da başlamış oluruz” dedi. “Olur, çok sevini­rim” dedim ve böyle gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı’nın teklifine “Evet” derken “Çok eleştiri gelir, kabul etmesem mi” diye tereddüt ettiniz mi?

Hiç tereddüt etmedim.

Sanatçıların iktidara yakın durmasının sıkıntılı bir şey oldu­ğunu düşünen çok insan var. Siz bu açıdan, filminizin galası­nın Cumhurbaşkanlığı’nda ve bir siyasi iktidarın genel başka­nının yanında yapılmasını kendi içinizde nasıl karşıladınız?

Benden çok, iktidar bana yakın durdu. Sonuçta onların teklifiydi. Ben de tabii ki Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın, bütün milletin sahibi olduğu Külliye’de böyle bir teklifte bulunmasını kabul ettim. Çünkü orası ona şahsi olarak ait değil, Türkiye Cumhuriyeti Cum­hurbaşkanlığı’nın mekânı. Cum­hurbaşkanı kim olursa olsun kabul ederdim. Ayrıca şahsi olarak da Türkiye’yi yönetişini takdir ettiğim ve beğendiğim birisi.

Semih Kaplanoğlu “Erdoğancı” mı?

“Erdoğancı” tabirini tam olarak anlamıyorum.

Yani AK Parti’ye yakın, Erdoğan’ı seven, onun siyasi çizgisinde duran biri mi?

56 yaşındayım, Türkiye’de bir­çok hükümetin gelip gittiğini gör­düm. Kendimi hatırladığımda 12 Mart olmuştu, o zaman 8-9 yaşın­daydım. O günden beri Türki­ye’deki siyaseti, yönetilme tarzını takip ediyorum. Erdoğan’ın ülkeye çok büyük hizmetleri olduğu fik­rindeyim. Sadece ekonomik, refah anlamında değil, bu ülkenin mayasını oluşturan ruhun tecelli etmesinde ve belli bir anlamda halkın kendini ifade etmesinde de çok önemli bir aktör olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki sivil­leşme, demokratikleşme mese­lelerinde geçmişe göre çok daha büyük adımlar atmasını, Kürt meselesindeki yaklaşımını değerli buluyorum. Hataları tabii ki var ama istikrarlı bir şekilde, Türkiye’nin her anlamda önünü açmakta olduğunu ve bir yandan da sadece Türkiye’deki değil, coğrafyamızdaki ve bütün dünyadaki insanların dertlerini dinlediğini görüyorum. Ziyaret ettiğim birçok yerde de bunu gözlemledim. Bütün bunlardan dolayı onu beğeniyorum.

Hataları tabii ki var” dedi­niz. Eleştirdiğiniz yönleri ne?

FETÖ konusunda hepimiz kandırıldık ama o bir lider ola­rak daha önceden bunu fark edebilirdi. Belki de fark etti, bile­miyorum. Onun dışında da başka söyleyebileceğim bir şey yok.

UZATTIĞI EL HEP GERİ ÇEVRİLDİ’

Hayli sayıda insan,”Gazeteciler tutukla­nıyor, muhalif kesimin sesi kısılıyor, özgür bir ortam yok, otoriterleşme var” diye düşünüyor. Siz bu anlamda bir sıkıntı görüyor musunuz?

15 Temmuz’da, bu ülkede bir darbe teşebbüsü oldu. Erdoğan, Kürt sorununu çözmek için risk almış bir hükü­metin başkanlığını yaptı, görüşmeleri sürdürdü ve bütün bu attığı adımlardan sonra uzattığı el hep geri çevrildi. Bir darbe teşebbüsü sonucunda bu ülkede tabii ki belli kısıtlamaların olması gerekiyor. Çünkü bir yandan ciddi terör olayları var, 250 kişi ölmüş. Dik durulmalı, ciddi bir iç savaş ortamında yaşıyoruz. Bütün bunlar tabii ki demokratik hakların zedelen­mesini gerektirir gibi bir mantık kur­muyorum ama bunu olağan buluyorum.

Demokrasi anlamında boğucu bir atmosferde olduğu­muzu düşünüyor musunuz?

Bunun geçici bir süreç oldu­ğunu düşünüyorum. Böyle bir atmosfer olduğu söylenebilir ama bu tehdidin ve yaşadığımız sorun­ların temeline baktığımızda aslında yapılacak da başka bir şey yok. FETÖ denilen örgütün, ülkenin seçili hükümetini devirmeye kal­kan bir darbe girişimi var. O darbe girişimi sadece bir grubun da değil, arkasında başka devletle­rin de olduğunu görüyorsunuz. Ortada “Beka sorunu” dedik­leri sorun da var. Buna rağmen aslında belli haklar konusunda sıkıntılar olmakla beraber, şu anki ortam 12 Eylül ve 28 Şubat’taki ortamla mukayese bile edilemez.

30 YILDIR TATMİN EDİCİ ESER ÜRETİLMEDİ’

Cumhurbaşkanı, “14 yıldır kesintisiz ikti­dardayız ama kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” diyor. Siz, Türkiye’de bir kül­türel iktidar olduğunu düşünüyor musunuz?

Aslında bu bizim 250 senelik meselemiz. Buradaki kültürel iktidar terminolojisini doğru bulmuyorum. Ama belli bakış açısının ürünlerinin çoğunlukla görmezden gelindiği, değerlendiril­mediği, sağ-sol her yönden birtakım eserlerin yasaklandığı ve belli bir kültürel ideolojinin başat kılındığı bir 50-60 sene yaşanmış. Bu anlayışın bakış açısı sonuçta bir tür filtre olmuş. “Bu doğru­dur, sanat budur. Sanatçı muhalif olmalıdır. Sanatçı, devletle meselesi olan adamdır” gibi bir bakış açısı oluşturulmuş.

Sanatçı muhalif olmalı mıdır?

Sanatçı, hepsin­den önce sanatçı olmalıdır. Kendi işini yaptığında, zaten o iş birilerine muhalefet ediyordur; birileri beğeniyordur, birileri nefret ediyordur.

Buradaki muhaliflik­ten kasıt aslında gücün ve iktidarın karşısında olmak….

Gücün ne olduğu tartışmalı bir mesele; neye göre güç, kime göre güç? Bence bu, saptanabilir ve gözümüzle kolayca gördüğümüz bir şey değil. Muhalefet kavramını bugün kendi dünyamız içerisinde sınırlı bir bakış açısıyla kullanıyoruz çünkü “Bizim için muhalefet kendi ülkemizde iktidara muhalefet olmaktır” diyoruz. Peki, bu kadar global bir dünyada, sizin ülkenizin iktidarıyla dünyadaki iktidar odakları arasında nasıl bir durum var? Burada bir çarpıklık ya da çarpıtma var. Bence esas muhalefet, dünyayı yönetenlerin iktidarına karşı yapılması gereken muhalefettir.

Siz bu anlamda Tayyip Erdoğan’ı muhalif olarak mı tanımlıyorsunuz?

Tabii ki muhalif olarak tanımlıyorum. Hem bu ülkedeki belli odaklara karşı hem de dünya ölçeğinde muhalif olarak görüyorum. Burada çok kristalize bir durum var. Ben bunu 10 senedir görüyordum ama şimdi sanırım herkes görmeye başladı. Dünyayı bu hale getirenleri; eşitsizliği, adaletsizliği, sömürü düzenini oluşturanları, 2003’te Irak’a girenleri görmeyeceğiz, sadece benim ülkemdeki birtakım olaylardan dolayı muhalif olacağız. Bu şaka gibi, büyük bir kandırmaca, ikiyüzlülük ve ahlaksızlık. Ben bu anlamda kendimi muhalif olarak görürüm ama bu muhaliflik dünyayla alakalı.

Peki, “60-70 yıldır sürüyor” dediğiniz kültürel iktidar bugün hâlâ varlığını koruyor mu? Koruyorsa kendisini dindar olarak tanımlayan kesimin içinden bir güçlü kültür çıkmaması kimin suçu?

Dünyadaki Müslüman kesimden ne kadar ürün çıkıyorsa, Türkiye’de de o kadar ürün çıkı­yor. Bu durumu ancak bununla karşılaştırabiliriz. Bence mesele doğal olarak dünyadaki Müslü­manlarla da alakalı. Onların çalışmamalarıyla, konularına hâkim olmamalarıyla, değişen dünya şartlarında vahyi pratize edememeleriyle, ibadetlerini hayatın her alanına yayamamalarıyla ilgili bir sıkıntı var. Sanatın da bu anlamda bir tür ibadet ve tefekkür olduğunu düşünüyorum. O yüzden, bu kesimde de çokça suç var.

Bunun özünde din ve muhafazakârlıktan kaynaklanan problemler bulunuyor mı?

Bence bu çok yanlış bir bakış açısı, bir ön kabul. Mesela Tanpınar, “Huzur”da ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde hep büyük bir manevi çözülmenin hüznünü ve eylemsizliğini anlatır. Bizi durduran duygunun bütünüyle bu olduğunu düşü­nüyorum. Bir yas hali! Bir medeniyet vardı ve o medeniyet bir şekilde 16. yüzyıldan sonra geriledi ve bitti. Bizim onunla ne kadar hesaplaştığımız, o hüznü ne kadar üzerimizden attığımız ve tekrar eşyanın hakikatine dönüp bakmaya başladığımız konusu, bence hep ertelenmiş bir konu. Bu erte­lenmişlikten dolayı da bu üretim gerçekleşmemiş.

Türkiye’de seküler kesimden daha iyi sanat eserleri çıkıyor” diyebilir miyiz?

30 yıldır ortaya çıkan işlere baktığımızda hepimizi tatmin eden işler var mı? Bence yok. Fellini’nin, Tarskovski’nin, Bergman’ın yaşadığı bir devirde üretilen filmlere bakın, bir de bugün üretilen filmlere… Mukayese etmemiz imkânsız.

HİÇBİR ZAMAN SEKÜLER-SOL BİRİSİ OLMADIM’

Özellikle “Meleğin Düşüşü” adlı filminizden sonraki röportajlarınızda, bir dönüşüm yaşadığınızın işaretini veriyordunuz. Nasıl bir dönüşümdü?

Buna “Dönüşüm” diyebilir miyiz, bilemiyorum.

Seküler sol bir adamken daha dindar birine mi dönüştünüz?

Ben hiçbir zaman seküler sol birisi olmadım. Bu yanlış bir bakış açısı. 21-22 yaşımdayken, Althusser’in “İdeoloji yanlış bilinçtir” sözünü idrak ettim. Onu anlamaya başladığım andan itibaren ideolojilerin problemli şeyler olduğunu fark ettim.

Peki, kendinizi ideolojik olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Sol, Marksist, sosyal demokrat, muhafazakâr demokrat?

Muhafazakâr birisi değilim. 70’li yıllara kadar dünyayı çözümlerken, Marksizm bir dünya tasavvuru yapıyordu ve “Şu anda bunları yaşıyoruz ve bu şuraya evrilecek” diyordu. Bununla dünyaya açıklayabiliyordu. Şu anda hiçbir ideoloji, dünyanın şimdiki durumunu açıklayamıyor. Problem burada. Fikir üremediği için bir taraftan yana olmak ya da kendini bir ideolojinin etrafında sınırlandırmak, dünyada ne olup bittiğini anlamamız açısından bizi sınırlar.

Peki, “Semih Kaplanoğlu eskiden CHP’liydi, sonradan AK Parti’ye daha yakın oldu” gibi bir dönüşüm var mı?

Hayır.

Ama sizinle ilgili hep, “Eskiden solcuydu, artık değişti” deniliyor. Bunlar yanlış algılar mı?

Yanlış algılar. 2006’da verdiğim röportajlarda ne söylüyorsam, bugün de aynı şeyleri söylüyo­rum. Belki kelimeler biraz daha farklı olabilir. Ben hep insanın maneviyatıyla, yeryüzündeki varolu­şuyla ilgilendim. Olduğumdan beri böyleydim.

Peki Semih Kaplanoğlu “mahalle” değiştirdi mi? Eski arkadaşlarınız farklıydı, şimdikiler farklı gibi bir durum var mı?

Tek tük yeni arkadaşlarım var ama birçok eski arkadaşım artık yok.

Neden yok?

Bilmiyorum.

Onlar size kızıyorlar mı?

Bilmiyorum.

Kültür Bakanlığı’ndan destek aldınız, TRT de filme ortak, ayrıca Başbakanlık Tanıtım Fonu’ndan da destek aldınız. Bu maddi yardımları almanızla hükümete, Erdoğan’a ve iktidara verdiğiniz destek arasında bir ilişki var mı?

Çok komik, bunlara gülüyorum. Türkiye’de yapılan neredeyse bütün filmler Kültür Bakanlığı’ndan veya TRT’den destek alıyor. Kaldı ki, filmin neredeyse yarı bütçesi de Almanya, Fransa, İsveç ve Katar’dan. Yani Türkiye’den yeteri kadar destek gelmeseydi, bu bir Türk filmi olmaktan da çıkacaktı.

Filmin bütçesi 5 milyon Euro galiba.

O civarda. Film ancak yönetmenin ve yapımcının katkılarıyla Türk filmi pozisyonuna girdi.

MELTEM CUMBUL YORUMU: ‘HAYALİ BİR ŞEYLE KAVGA EDİYOR’

Adana Film Festivali’nde neler yaşandı? Meltem Cumbul’u önceden tanır mıydınız?

İlk defa orada gördüğüm birisi, önceden bir tanışıklığımız yoktu. Yaşanan şeyi biliyorsunuz, tekrar etmeye gerek yok.

Neden elinizi sıkmadı, siz nasıl açıklıyorsunuz?

Eşit olmadığımızı iddia ediyor.

Eşit misiniz?

Bilmiyorum. Herkes hissettiği gibi yaşar.

Cumbul, “Eşitler arası bir selamlaşma ve yakınlaşma ritüeli olan el sıkışmayı; kendinden olmayanları ötekileştirenle, fakiri zengine böldürenle, güçlüleri tutup zayıfları hor görenle yapmayı reddediyorum. Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz” diye bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı siz nasıl yorumladınız?

Ne dediğini anlamadım. Hayali bir şeyle kavga ediyor sanırım ama benimle alakası yok.

İktidara yakın duruşunuzdan dolayı sizi eleştirenlere ne diyorsunuz?

Başka bir iktidarın yanında durdukları için öyle düşündüklerini düşünüyorum

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER