1989 sonrası dünyasında ortaya çıkan zamanın ruhu bizi giderek daha fazla nesneye dönüştürdüğü aşikâr. Sosyal medya ise bu süreci hızlandırmışa benziyor. Öte yandan zen, meditasyon ya da spritüel birçok pratik, sanki bir toplumsal hareket olarak nüfuzunu artırıyor. Yaz deyince akla tatil, eğlence, gezi gelir. Bazılarımız için ailemizle özlem gidermek anlamına da gelebilir. Ancak son yıllarda yaz ritüellerine sosyal medyada tatil görsellerinin paylaşılması da eklendi. Yaz ayları geldiğinde gittiğimiz yerlerin, gezmenin tadını çıkarmak yerine bu yaşantıyı gösterme yarışına giriyoruz. Bu uğurda epey bir para harcıyoruz, üstelik zamlara rağmen. Eminim ki hepimiz yaz boyu onca sıkıntıya rağmen tatil fotoğrafı paylaşmaktan geri durmadık. Ben de bu yarışın içindeyim. Uzmanlar sosyal medyada bu denli paylaşımın psikolojik bir soruna işaret ettiğini söylüyor. Problemli miyiz? Belki de. Ne var ki benim açımdan esas soru neden sosyal medyada bir gönderi paylaşmadan duramadığımızdır. Bağımlılık, histriyoni, kendini beğenmişlik, kaygı bozukluğu ya da adı her neyse çeşitli hükümler mevcut. Yine de ne denirse densin sosyal medyada varlığımızı göstermeye adanmış gibiyiz. Alaçatı’da gelen pavyon hesabı gibi hesap ödemek pahasına bir gece geçirmek, Bodrum Marina’da bütün sene kredi ödeme karşılığında bir yemek yemek ya da daha bohem görünmek için Urla’da michelin yıldızlı restoranlarda fotoğraf vermek…. Tüm bu eylemlerin hepsi sadece oradaydım demek için gerçekleştiriliyor. Kimi kez eski sevgiliye üstünlük taslamak, iş arkadaşını kıskandırmak, kimi kez ise sadece etrafa karşı ben düşmedim ayaktayım demek için ama mutlak ve mutlak güç gösterisi amaçlı bir avuç görsel yığını ile süslüyoruz sosyal medyamızı. SAHNENİN ARKASI Paylaşılanların hakikatimizle bağı pek nadir oluyor. Bana göre kendimizle, gerçeğimizle varsa hayatımızda bizi negatif etkileyen problemlerimizle yüzleşmemizi geciktiriyor bu paylaşımlar. Gün içerisinde samimi olarak ne kadar benliğimize dokunabiliyoruz? Sorunlarımızı halı altına süpürmek için mi tüm bu çaba? Bu ve bunun gibi birçok sorular dönüp duruyor zihnimin içinde. Cevaplar muhtelif. Bu işin bireysel tarafı olduğu kadar, sosyo-kültürel, eko-politik yani özetle toplumsal yönleri var. Buradan distopya üretmek veya teknoloji korkusu yaymak değil niyetim. Ne var ki 1989 sonrası dünyasında ortaya çıkan zamanın ruhu bizi giderek daha fazla nesneye dönüştürdüğü aşikâr. Sosyal medya ise bu süreci hızlandırmışa benziyor. Öte yandan zen, meditasyon ya da spritüel birçok pratik, sanki bir toplumsal hareket olarak nüfuzunu artırıyor. Sosyal medyada görülen her şey yalan demek biraz arabesk bir tavır ve genelleme olarak yanlışlanabilir. Buna karşılık orada var olmaya harcadığımız zaman ve enerjinin üzerine zaman zaman düşünmek fena olmaz.