AKP dış politikasındaki “ön alamama”, “oyun kurucu” olamama, “rüzgarına göre yelken açma” sorunu karmaşıklaşan küresel ve bölgesel dinamiklerde Türkiye’nin rotasız kalmasına neden oluyor.
Her daim dinamik olan devletler arası ilişkilerde, uzunca zamandır tüm taşlar yerine oturtulmaya çalışılırken kartlar sürekli yeniden karıldığından belirsizlik hakim. Türkiye bu sürece ne yazık ki AKP iktidarının kendi çıkarlarına göre sıklıkla yön değiştiren çıpasız ellerinde yakalandı. Şimdilerde ise, 2000 ve 2010’lardaki Rusya ve Çin’in aktifleştiği, Arap baharı rüzgarının sert estiği, Avrupa’nın göreli istikrara kavuştuğu konjonktürün değiştiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Türkiye savrulup durmaya devam ederken, güncel gelişmeler Türkiye’yi zorlu bir sürece sürüklüyor.
90’LAR GERİ Mİ DÖNÜYOR?
2000’lerin ikinci yarısından beri bölgedeki aktif çatışma alanları Ortadoğu’da yoğunlaşmıştı. Günümüzde ise çatışma ve istikrarsızlık hâli Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış durumda. Suriye göreli bir statükoya ulaşmışsa da ufukta nihai çözümün görünmemesi Yakın Doğu’nun en azından bir süre daha istikrarsızlıklara gebe olduğunu gösteriyor. Keza İran ve Irak’la ilgili tablo da bundan pek farklı değil. Yakın Doğu’ya ek olarak, Karadeniz’deki, Balkanlardaki ve Kafkaslardaki istikrarsızlık Türkiye için zorlayıcı denklemler sunuyor.
Aslında bölgesel istikrarsızlık alanları 1990’ların konjonktürünü andırıyor. O dönemde de hem Balkanlar’da hem de Kafkaslar ve Ortadoğu’da ciddi çatışmalar vardı. Ancak Türkiye’nin mevcut konumu o dönemkinden daha zorlu. Zira her ne kadar o dönemde bölgesel güç olmak adına etkinlik elde etmeye çalışan bir konumdaysa da Türkiye’nin “tarafı” net belliydi. En büyük müttefiki ABD, dünyanın tek süper gücüydü.
Türkiye ABD’nin açtığı alanda, ABD politikalarıyla uyum içinde, ABD’nin verdiği “izin” çerçevesinde hareket ediyordu. Şimdi ise, Kosova’daki, Ukrayna’daki ve Karabağ’daki istikrarsızlıkların her biri ya Türkiye’nin aktif bir pozisyon aldığı ya da Türkiye’yi çetrefil ilişkilere sürükleyebilecek durumlar. Üstelik bu sefer Türkiye’nin ne “müttefikleri” ne de “tarafı” belli. Zira dünyada 90’lardaki gibi bir “ittifak” ya da “taraflılık” kaldı mı o da muğlak.
BÖLGE ATEŞ ÇEMBERİ
Türkiye bir yandan Ermenistan’da “normalleşme” sürecine girmişken, diğer yandan Karabağ’daki Azerbaycan zaferinin en önemli mimarlarından. Bu konu, dinci-milliyetçi bir sosa bulanan iktidarın meşruiyetini dayandırdığı askeri-ideolojik güç kompleksi açısından hayli kritik. Karabağ meselesi, Ermenistan, İran ve Rusya ile ilişkilerde önemli bir belirleyen. Ayrıca Macron’un Türkiye eleştirileri dikkate alınırsa, Avrupa Birliği ile ilişkiler açısından da zorlayıcı olma potansiyeli taşıyor.
Ukrayna meselesinde Türkiye’nin “orta yolcu” tutumu hem Atlantik ittifakı hem de Rusya ile ilişkilerde dar bir manevra alanı yarattı. Ancak tahıl koridorunun yeniden tesis edilememesi bu alanın da sınırlarına dayanıldığını gösteriyor. Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğini kabul edip TBMM’de onaylamayarak aynı manevra alanını genişletmeye çalışsa da diğer bölgesel gelişmeler buna izin verecek gibi değil. Kosova’da bir süredir kendisini hissettiren gerilim, birkaç gündür ciddi bir çatışmaya evrilmenin arifesine geldi.
Bu çatışma ihtimali ise, Avrupa kadar Rusya açısından da ciddi riskler taşıyor. Türkiye’nin Kosova’daki pozisyonu Rusya ile taban tabana zıt. Türkiye, Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biri oldu. NATO gücü KFOR’da etkin rol aldı hatta Ekim ayında KFOR komutasını Türkiye’nin devralması bekleniyor. Tarihi, ideolojik, demografik ve hatta Kıbrıs sorununa “benzetilme” çabasıyla jeopolitik nedenlerle Türkiye Kosova meselesini “kendi meselesi” olarak göre geldi. KKTC Başbakanı Üstel “bir daha federasyon masasına oturmayacağız” derken ve Rusya’nın KKTC’de bir konsolosluk açması gündemdeyken Kosova’da ortam daha da gerilirse Türkiye açısından da yeni bir zorlu süreç başlayacak anlamına geliyor.
KÜRESEL REKABET HER KITADA, TÜRKİYE NEREDE?
Dünya’daki denklemler de hayli karmaşık seyrediyor. ABD, Rusya karşısında NATO üzerinden Avrupa’da gücünü konsolide etmeye çalışırken, Pasifik’te Çin’e karşı gerilimi artırıyor. ABD-Çin ekonomik mücadelesi, Pasifikte nükleer deniz altıların konuştuğu tehlikeli bir köşe kapma oyununa evrilme riski taşıyor. Öte yandan Çin ve ABD rekabeti Pasifik’e sıkışıp kalmaktan çok uzak. Avrupa metropollerinden Asya steplerine, Afrika sahillerinden son olarak Çin’in arabuluculuk girişimleriyle Ortadoğu çöllerine kadar yayıldı. Avrupa acemice bu rekabette kendine bir yer tutmaya çalışıyor.
Türkiye ise burada da konumunu netleştirebilmiş değil. Fırsatları ve riskleri iyi okuyabildiğine yönelik kuşkular baki. Türkiye Ortadoğu’daki göreli yumuşama havasına kendini kaptırarak özellikle Mağripte ve Doğu Akdeniz’de yalnızlığını aşmak peşinde. Arap-İsrail yakınlaşması da bu açıdan Türkiye’nin işlerini kolaylaştırıyor kuşkusuz.
Türkiye’de iktidarın ekonomiyi yerel seçime kadar “düzeltme” girişimlerinin bir yansıması olarak Batı dünyasına bir defa daha göz kırpma girişimleri daha ilk etapta Avrupa Birliği engeline takıldı bile. İsveç’in NATO üyeliği de Türkiye’yi zorluyor.
Ama Türkiye’de iktidarın ekonomiyi yerel seçime kadar “düzeltme” girişimlerinin bir yansıması olarak Batı dünyasına bir defa daha göz kırpma girişimleri daha ilk etapta Avrupa Birliği engeline takıldı bile. İsveç’in NATO üyeliği de Türkiye’yi zorluyor. Öte yandan Afrika’daki darbeler ve daha uzun süre devam edecek gibi duran istikrarsızlık Türkiye için jeopolitik risklere ek olarak iklim baskısı ve silahlı çatışmalarla olası bir göç dalgasıyla demografik bir açmaza dönüşme riskini de taşıyor.
Kısacası AKP dış politikasındaki “ön alamama”, “oyun kurucu” olamama, “rüzgarına göre yelken açma” sorunu karmaşıklaşan küresel ve bölgesel dinamiklerde Türkiye’nin rotasız kalmasına neden oluyor.