Çarşamba, Nisan 24, 2024

Yarına bugünden dönüş 

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

Siyasetçilerin esiri oldukları habitusun çarklarını kendi başlarına durdurabilmeleri olanaksız görünüyor artık. Dolayısıyla, toplum bilimcilere ve yapıcı değişimlerden söz eden entelektüellere daha çok sorumluluk ve iş düşüyor.

Bu görseli belki daha önce de görmüşsünüzdür. René Magritte’in “Dönüş” adlı bir çalışması. Daha doğrusu 1940-1966 yılları arasında aynı isimle (Le Detour / Return) yaptığı ve bundakine benzer kuş motiflerini kullandığı bir dizi işinden biri.

Hatta Belçikalı sanatçının bu kuşlarından biri de Sabena Hayolları’nın logosunun da esin kaynağı idi. Cumhuriyet ile yaşıt olan şirket yüzyılın başında küresel neoliberal ekonomik dinamiklere dayanamayıp iflas etti.

Her neyse, elbette (veya umarım!) bu da bir sebep değildir; ama eğer yazım için aklıma Magritte’in “Dönüş”ünün gelmesini gerekçelendirmek gerekiyorsa – ve tabii salt “adı” bile yeterli değilse – bir sebep dizisi de ben yapabilirim:

Her şeyden önce sürreal. Soyut. Paradoksal. Liminal. Ayrıca özgür ve özgürleştirici, dolayısıyla ümit verici sembolik kuş figürlerini her zaman sevmişimdir; hele bulutları da süpürürse. Fakat elbette akademik çalışmalarımda da en önemsediğim ve öncelediğim gibi; nesnel, simgesel ve imgesel olan bir arada. Böylece geçmiş-şimdiki-gelecek zamana da eşzamanlı olarak geniş bir zaman-uzay diliminde bakabilme olanağını da veriyor (bana).

Bu “dönüş” kuşlarının içi genellikle fondaki tema ile aynı; örneğin orman, okyanus, gökyüzü, vs ile dolu. Tabii “kes-yapıştırlar” zıt içerikli; örneğin buradaki bulutsuz masmavi bir gökyüzü ile bulutlu olan gibi. Kuşların uçuş yönü ile okyanusutaki dalgaların veya ormandaki ağaçların rüzgara göre yönleri de ters veya farklı. Hareket ve durağanlık da bir arada.

Duvar üstünde üç yumurtalı kuş yuvası olan başka bir resimi daha var.

Fakat ben ek olarak bu alacakanlık karanlık kuşağı zaman dilimlisini özellikle seçtim. Zaten bugünlerde neredeyse her soyut şey bana ülkemizin sürreal tablosunu hatırlatıyor. (Bir zamanların Çokomilk reklamı gibi; “hiç aklımdan çıkmıyor ki”!) Ne yazık ki, Magritte’inkilerin aksine ne ferahlatıyor, ne de trajikomik bile olsa gülümsetebiliyor.

Başka türlüsü nasıl olanaklı ki?

Ülkedeki yüksek enflasyon, adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik, açlık, çevre ve diğer güncel siyaset meselelerine sokaklarda isyan eden bir avuç insanı TV’de izleyenler “kazanı” birlikte kaldıramıyor. Zaten nasılsa dibi tutmayacak “boş tencereyi” filan da unutup, dipsiz sanal kazanda dedikodu kaynatıyor.

Yeterince yorgun yetişkinler artık yılmaya, kararsız ve şaşkın gençler muhalefetten de umudunu kesmeye başlıyor.

Muhalefet aday konusunu askıya almaya çalıştıkça, fakat aklını da oradan alamayıp “dikkati dağıldıkça”, piyasaya yeni isimler ve adaylar çıkıyor.

Görünürdeki bugünkü tablo zaten hiç iyi değil. Yarın için işaret ettikleri ise gerçekten çok daha kötü!

Fakat toplum infialden hala “patlamıyor”. Türkülere şarkılara konu olmuş “sabır taşı” da çatlamıyor bir türlü.

Hoş, bu koşullarda adrenalin dozu adamakıllı artmış kolektif sınır (borderline) karakterli ve Godot’yu bekler gibi “birşeylerin olmasını” merakla bekleyen bu halk, toplumsal çatlama veya patlama nasıl olur, olursa ne olur, onu da pek bilmiyor.

Halbuki toplumsal çürüme için için ve edilgen çaresizlik var gücüyle devam ediyor. Yani faşizm için en ideal iktisadi-siyasi-toplumsal-psikolojik koşulları hızla tırmandırarak ve onun ayak sesleri eşliğinde!

Tabii toplumsal çöküş içerden sinsi sinsi yanan ve çatısı tutuşup alevler çıkana, çatırdayana kadar da fark edilemeyen, söndürülemeyip birden çöken binalara benzetilebilir belki. Fakat dışardakiler büyülenmiş gibi süreci izlerken, içerdekileri de altında bırakacağı unutulmamalı.

Zaten muhalefet de sıklıkla “küllerinden yeniden doğmak” efsanesini dile getiriyor. Fakat Magritte’in “üç yumurtası” (Üç ittifak? Üç aday?) çatlayınca içinden “kuş mu çıkacak, civciv mi?” belirsiz. Simurg olmayacağı kesin!

Bürokrasideki liyakatsiz, fakat iktidara sadakatli eski kadroların yeni liyakatli kadrolarla değiştirileceği söyleniyor. Yoksa ülkenin geleceği için “dışardan” tersine göçle gelecek diasporadaki “genç Türkler”e mi güveniliyor? Belirsiz! Çabuk veya Zümrüd-ü Anka’nın Z’si kuşağı ile olmayacağı kesin!

TOPLUMSAL VE KÜRESEL BARIŞ İÇİN SİYASET

Kılıçdaroğlu Roboski-Uzundere’de yitirilmiş sivil yaşamların acısını paylaşmak için yöreye gitti. Halka bu kötü olayı karanlıkta bırakılmış yığınla diğerleri gibi aydınlatma sözü verdi. Kasıtlı olarak dezinformasyon mu, yanlış istihbarat mı, yönetsel strateji mi, ihmal mi, önemsememek mi, vs. vs.?

Oysa bilinenler, yani ülkenin koca bir asırda kalkındırılmamış ve gereksinimleri, sorunları göz ardı edilmiş bölgesinde, delik deşik geçirgen ulusal sınırından kaçakçılığa yıllarca göz yumulmuş olması yetmezmiş gibi, 34 gencecik kaçakçı vatandaşın bombalanmış olması başlı başına bir utanç kaynağı. En meşru ve ana “yüzleşme” konularından.

Kılıçdaroğlu Türkiye’de “helalleşme açılımını” sürdürmekte de kararlı. Fakat öyle görünüyor ki, kabuklaşmış muhafazakar ve “kelle sayıcı çoğunlukçu, ezici istatistikçi, oyucu ve oycu” kafalar bunu bir türlü almıyor. Kolaylıkla, İmamoğlu gibi onu da “nabza göre şerbet vermekle”, “fırıldaklıkla”, “katı Türk milliyetçisi bekacı devlet anlayışına ihanetle”, vb. suçlayabiliyorlar.

Muhalefet liderlerinin karman çorman çoklu mesajları ve oy hesapları arasında, tabii kendilerinin ne anladığından mada, “çoğulculuk” halka da iyi anlatılıp benimsetilemiyor. Her şeyden önce, bu ülkedeki siyasilerin çoğunun gerçekten “barış” istemedikleri de aşikar.

İsteyen diğerleri ise “yüzleşmeyi” bilmiyor. Zaten kavram dini, kültürel ve bilimsel olarak da bu topraklara henüz “yabancı”. Sağcısı veya Solcusu ile demokratik bireyleşmemiş, yani özerk özneleşememiş yurttaşlar ise zaten sorumluluktan kaçıyor. “Resmi görev harici” sivil ödevlerinden habersiz. Özgürleşmekten de ürküyor.

Bugün geldiğimiz şu “doygunluk ve yılgınlık” noktasında, belki de artık en az bel bağlamak gerekenler siyasiler oysa. Çünkü onlar artık birer müptela. İsteseler de bağımlı oldukları “kötü alışkanlıklarını” ve popülist siyaset biçemini kolay bırakamazlar. Esiri oldukları çarkları kendi başlarına durdurabilmeleri olanaksız görünüyor. Dolayısıyla, toplum bilimcilere ve yapıcı değişimden söz eden entelektüellere daha çok sorumluluk ve iş düşüyor.

ENGELS VE ENGELLENEN PSİKOLOJİ

Şimdilik bu bağlamda önemsediğim bir kaç hususu vurgulamak üzere, 5 Ağustos 1895’te vefat etmiş Fredrich Engels’i anmakla yetinelim. Marx’ı ve Freud’u etkilemiş bu düşünürün onlardan önce (Marx’la tanıştığı sene fakat kendi başına) ilk yazdıkları üzerinden bugün için de çok geçerli olanlarına kısaca değinerek. Özellikle de henüz 25 yaşında ve Manchester’da Endüstri Devrimi’nin ortasındayken yazdıkları ile onu yad edelim.

İngilizce’ye 40 yıl sonra çevrilen bu çalışmasında (*) Viktorya dönemi sınıflı toplumsal koşulları ve İngiliz sanayi işçilerinin psikolojilerinin belirlenmesi üzerinde durur. Bunların çoğu Marx’ın psikolojik formülasyonlarındaki maddi ve tarihsel belirleyicilik, ekonomik kişiselleştirmeler, burjuva birey, direniş ve isyan konularının da temelidir zaten.

Fakat aynı zamanda da, yani ideoloji eleştirisi yaparken, işçilerin hem ekonomik sömürünün dezavantajları hem de hayati avantajlarının diyalektik psikolojisi açısından Freud ile de uyumludur. Örneğin psikanalizdeki “engellenmişlik ilkesi”, soyut ve ruh-beden ikiliği yerine tekçi ve somut bedenin önkabulü, aile, cinsellik, el emeğinin kökeni, özel mülkiyet gibi konular açısından da önceldir.

Ayrıca, bu işçilerin, bütün tutkusu para ve biriktirme olan burjuva entelektüel kültüründen mahrum veya uzak tutulmaları sayesinde, yani “kusurlu veya mükemmel olmayan kültürleri” sayesinde “iğrenç bencillikten”, “önyargılardan” uzak kalabildiklerini söyler. Böylece çok daha “sosyalleşebilir”, “duyguları körelmemiş” ve uyanık veya “bilinçli” olabilmelerinin olanaklılığını savunur. Nitekim “bilinci” ve “insaniyet duygularını” koruyacak olan da bu “sürekli iç isyanlarıdır”.

Fakat bugün artık kanıksanmış ve klişeleşmiş veya verili kabul edilen varsayımlardan da öte, onların psişelerinde geçmiş göçlerin, kültürel kaynaşmaların, ekonomik değişimlerin ve benzeri yaşantıların da izlerini görür. Dolayısıyla “psikolojik gelişmeyi, üstelik dünya hakikatte tarihsel geçmişe bağımlıyken, geçmişle her hangi bir bağlantısı olmayan soyut insanın gelişmesi olarak”  tanımlayanları şiddetle eleştirir.

Yine malum, “atomistik” veya “monadik birimler” halinde, kendi “özel ilgilerine gömülü” yaşayan 19. yy burjuva bireyciliğini modern kent sosyolojisinin başat modeline dönüştürür. Nitekim bu bir toplumsal anomalidir. Onun için de artık tedavi edilebilir bir “semptom”dur.

Elbette böyle dev ve tartışmalı konular bir iki gazete paragrafına sığdırılamaz. Sığdırılmamalı da zaten.

Kimbilir, belki de bu kadarı bile geçtiğimiz yüzyılın devrimci iki büyük kuramcısını kendileri birlikte eleştiremeyen “postmodernist kültür çalışmacıları” veya hazır buldukları Eleştirel Kuramı (Avrupa Marksizimi) da psikanalizi güncelleyerek okuyamayan, daha da önemlisi muhtelif tedarik yollarından ithalatlarını günümüzün yerel koşullarına uyarlayamayan “modernist sosyal bilimciler” için minik bir dikkat çekme işlevi görmek için yeterli olabilir.

Nitekim bendeniz de naçizane, insan-toplum dönüşümsel metapsikolojinin ve bir “bireysel-kolektif dönüşüm kuramı” olarak eleştirel psikanalizin soyut, öznel, içsel, idyografik ve idyopatik mistisizme veya somut, nesnel, dışsal, nomotetik ve popülist ampirisizme indirgenmesi yanılgıları ve bırakılmasının da bir gereklilik olduğu teziyle akademik kariyerime başlamış idim!

Onun üzerinden çok entelektüel sular aktı. Akademik sert akıntılara karşı ne kürekler de çekildi elbette. Fakat bugün hala sıklıkla, önyargılı ve yalap şalap okumalar, kulaktan dolma yorumlar veya vülgarize araçsallaştırılmalar ile yapılan sadece budur.

Dolayısıyla, 21. yy’da ve hele bugünün Türkiye’si için bunun artık kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu kanısında olduğum için, toplumcu bir görev gibi yazıyorum burada. Yani bu yazı da kendi açımdan bir tür “yarın uğruna geriye dönüş” ve biraz da isteksiz bir “geride bıraktıklarıma bakış” sayılır!

O halde son(uç) olarak, Engels’in oldukça sık yaptığı bir uyarıyı da hatırlatalım: İktisadi gelişme önemlidir, fakat dini, felsefi, ahlaki, edebi, sanatsal ve psikolojik gelişme de önemlidir ve hepsi iktisadi gelişme ile karşılıklı belirleme ilişkisi içindedirler. Sadece toplumun iktisadi koşullarının her şeye yol açtığı ve onun tek başına etkin, diğerlerinin edilgen olduğu varsayımı çok ciddi bir yanılgıdır.

Yazılar biter, sosyal bilimcilerin yanılgıları saymakla bitmez! Bu yazıyı da Orhan Veli’nin sesiyle ve bir ekleme ile bitirelim. Her zaman olduğu gibi Türkiye’nin geleceğini şimdi kurtarmasının, “yarınına dönüşünün bugünden”  başlamasının elzemliği, çünkü yarının daha da geç olacağı inancı ile.

“Beni bu güzel havalar” ve bu güzel ülkeyi de önyargıları “mahvetti”!

(*) Die Lage der arbeitenden Klasse in England (1845)

İngilizce çevirisi 1885: The condition of Working-Class in England in 1844.

 

 

 

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI