Cumartesi, Nisan 20, 2024

Umudun terk ettiği topraklar

Dünyada kapitalist hırsın egemen olduğu ülkelerde yoksul sınıflar, kentsel dönüşüm ve doğal afet gibi bahanelerle yerlerinden ediliyor. Türkiye’de de tıpkı Pinoşet dönemindeki Şili gibi benzer uygulamalar görülüyor. Kubilay Kaptan yoksullaştırmanın ve soylulaştırmanın kısa tarihini yazdı.

2010 yılında bir deprem Haiti’nin önemli bir kısmını yuttu ve arkasında 200 binden fazla ölü bıraktı. Ertesi gün, Evanjelist tele-vaiz Pat Robertson, Birleşik Devletlerden bunun açıklamasını yaptı; ruhların çobanı bu din adamı, siyah Haitililerin özgürlüklerinin kurbanı olduklarını ilan etti. Onları Fransa’ya karşı özgürleştirmiş olan Şeytan şimdi hesap kesiyordu.

Haiti depremi, sömürgeci açgözlülük ve kölelik karşıtı savaş tarafından canına okunmuş aç ve susuz bir ülkenin uzun trajediler zincirinin son halkasını teşkil etti. Uzun yıllardır vudu ayinleri, batıla karşı mücadele Evanjelist tarikatlar vasıtasıyla yürütülüyor. Tarikatlar, Pat Robertson’un ülkesinden geliyordu; ne binalarda 13. katın, ne de uçaklarda 13. sıranın bulunduğu, Tanrı’nın dünyayı bir haftada yarattığına inanan medeni Hıristiyanların nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları ülkeden.

2005’te Amerika’da yaşanan Katrina felaketi sonrası New Orleans şehrinin Cumhuriyetçi kongre üyelerinden biri olan Richard Baker şunu buyurdu: “Nihayet New Orleans’ta devlet eliyle yapılan konut tarzını bitirdik. Biz bunu hiçbir zaman yapamazdık ama Tanrı yaptı: Tekrar başlamak için beyaz bir sayfamız olduğunu düşünüyorum ve bu beyaz sayfa bize pek çok olanak sunuyor.” Bütün bu “taze başlangıçlar” ve “temiz sayfalar” arasında çekilen acılar unutturulmaya çalışıldı.

Taze başlangıç ve temiz sayfa hayranlarından bir diğeri; Milton Friedman da düşüncesini paylaştı: “New Orleans okulları harabe halinde. Buraya giden çocuklar şimdi ülke geneline yayılmış durumda. Bu doğal afetin sonucunda oluşan bir trajedi. Ama aynı zamanda eğitim sistemini düzeltebilmek için bir şans.” Eğitim sistemi böylece düzeltildi: 19 ay içinde New Orleans’ın kamu okullarının neredeyse tamamı özel işletmeler tarafından yönetilen okullara dönüştü. Katrina kasırgasından önce 7 olan özel okul sayısı 31’e yükseldi, 123 olan devlet okulu sayısı ise 4’e düştü. Friedman bu fikirlerini 70’li yılların ortalarında Şilili Diktatör General Augusto Pinochet’in danışmanlığını yaptığı zaman öğrenmişti.

2004 yılında Sri Lanka’da büyük bir tsunami yaşandı. Yabancı yatırımcılar ve uluslararası arsa spekülatörleri, oluşan şokun yarattığı ortamı kullanarak eşsiz güzellikteki kıyı şeridini girişimcilere devrettiler ve bu bölgede çok kısa bir sürede tatil köyleri ve oteller inşa edildi. Sri Lanka hükümeti sözcüsü olayı yorumladı: “Kaderin bir cilvesi sayesinde doğa, Sri Lanka’ya büyük ve eşsiz bir imkân sundu ve böylece bu büyük trajedinin ardından dünyanın en güzel turizm mekanları burada yükselecek.”

Üzerine yolsuzluk gölgesi düşen 2005 Zimbabwe seçimleri ertesinde Başkan Robert Mugabe bütün gazabını, yoksulların büyük çoğunluğunun muhalif Demokratik Değişim Hareketi’ne (DDH) oy verdiği Harare ve Bolowaya’daki sokak pazarları ile gecekondu mahallelerine yöneltti. “Murambasniva Operasyonu” (Çöplerden Kurtulma) gibi meşum bir isim taşıyan operasyon Mayıs’ın ilk günlerinde şehirdeki 34 bitpazarını hedef alan polis saldırısıyla başladı.

Küçük dükkân ve depolar yakıldı veya yağmalandı, 17 binden fazla tüccarla, sayısız dolmuş şoförü tutuklandı. Suç işleyenlerin büyük çoğunluğu, tabiatı icabı yeterli gözetim sistemlerinden yoksun olan kaçak yerleşim bölgelerine saklanıyordu.

Pinochet’nin 30 yıllık askeri diktatörlüğü sırasında bütün mahalle örgütlenmelerinin feshedilmesiyle bir yalıtım ve korku iklimi oluşturuldu. 1973’te Pinochet diktatörlüğünün (halkçı sol parti liderini öldürttükten sonraki) ilk icraatı, Allende hükümetinin hoşgörüyle yaklaştığı Santiago kent merkezindeki Pablacia ve Callampa gecekondu mahallelerinden 35 bin kadar aileyi çıkararak orta sınıf hakimiyetini yeniden tesis etmek olmuştu.

1970’lerde Lima’da emlak sahipleri ile özel müteahhitlerin, yetkililerden gecekondular için bazı altyapı imkanları elde etmek suretiyle arazi değerini artırarak ve karlı konut inşaatının yolunu açarak gecekonduları ve arazi parçalarını emlak piyasasına sokmaya zorladığı olmuştu. Bir sonraki aşamada gecekondular işgal ettikleri arazilerden tahliye edilerek başka bir şehrin sınırına gönderilmişler ve bu sefer orasını kendi çabalarıyla sil baştan büyütmüşlerdi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Venezüella’nın diktatörü Marcos Perez Jimenez kaçak konutların en azılı düşmanıydı. Jimenez hükümetinin barrio’lar konusunda sunduğu çözüm buldozerdi. Gecekondular, Caracas’ın dış mahallelerine gönderiliyor, orada Superbloques adı verilen ve bütün sakinleri tarafından nefretle anılan on beş katlı yatakhanelere yerleştiriliyorlardı.

Dünyanın her yerinde, her bölgenin çıkar sahipleri kent çevresindeki arazilerin yoksul göçmenlere, şehirde yaşayan maaşlı işçilere satılmasından yarar sağlamaya çalışmıştır. Türkiye’de de durum farklı değildir.

Gandi döneminin yoksulu kollayan politikaları tersine döndü ve sonunda, büyük kent dönüşümü kavramı kırpıldı ve mal mülk sahibi sınıfların acil çıkarlarını karşılayacak hâle getirildi. Kent planlama projeleri toplumu yeniden canlandıracak idealist projeler olacakları yerde mal-mülk sahibi kişilerin çıkar ve emellerini gözeten eylem planları haline geldi. Gecekondu mahallelerine karşı verilen savaşın, yoksulun yerleşim yerlerini ve yaşam ortamını denetleme savaşı, bizatihi yoksulun kendisine karşı bir saldırı halini aldı.

Emlak geliştiricisi James O’Neill’in Sidney Morming Herald’a verdiği röportajda şöyle demişti: “Yeni alanların imara açılmasına karşı çıkanlar kin besleyen korkunç kişilerdir.”

Bizde durum farklı mı? Tabii ki değil.

Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, 2011’de şöyle buyurmuştu: “Van depreminde Allah bizi kayırdı; Hava güzeldi, günlerden pazardı ve düğünler vardı; insanlar dışardaydı. Fay cenabı hakkın bir olgusudur.”

Dünyanın her yerinde, her bölgenin çıkar sahipleri (büyük müteahhitler, politikacılar ve askeri cuntalar) kent çevresindeki arazilerin yoksul göçmenlere, şehirde yaşayan maaşlı işçilere satılmasından yarar sağlamaya çalışmıştır. Türkiye’de de durum farklı değildir.

Fatih, Bayrampaşa, Güngören, Avcılar, Zeytinburnu, Esenyurt, Bahçelievler, Küçükçekmece, Beylikdüzü, Esenler, Bakırköy, Bağcılar, Büyükçekmece. Bunlar İstanbul’un deprem açısından en riskli ilçeleridir. Ancak bu binaların çoğu 7-8 katlı olduğu ve arsalarının izin verilen miktarlarının tamamının kullanılmasıyla yapıldığı ve bulunduğu ilçeler itibariyle fazla ranta sahip olmayan yerlerde yapıldığı için bu binalara el sürülmemektedir.

Bu binalar yerine nerede kentsel dönüşüm yapılmaktadır?

İlk önce Bağdat Caddesi dahil Kadıköy gibi rantın çok olduğu yerlerde ve bu yerlerdeki olasılıklar tükenince boğaza, denize bakan, arsa payı yüksek, bir iki katlı müstakil evlerin bulunduğu yerlerde.

Kentsel Dönüşüm yasası ilk çıktığında bu yasanın bir kentsel dönüşüm olmadığını sadece müteahhitlerin işini kolaylaştıracak bir bina dönüşümüne yaracağını söylemiştik. Bugün gelinen noktada artık hükümetin yaptığı işi şirin göstermeye de ihtiyacı kalmadı. İnsanların evlerine koçbaşı ile giriyor, ters kelepçeyle insanları alıyor ve evlerdeki eşyaları sokağa atıyorlar.

Neden? Birkaç müteahhidin işi aksamsın diye. Yapılan işin depreme karşı önlem ile en ufak bir ilgisi yoktur.

Fikirtepe’de, evini verip 11 sene bekleyen insanın yaşadığı kentsel dönüşüm müdür?

İnsanların evlerine koçbaşı ile giriyor, ters kelepçeyle insanları alıyor ve evlerdeki eşyaları sokağa atıyorlar. Neden? Birkaç müteahhidin işi aksamsın diye. Yapılan işin depreme karşı önlem ile en ufak bir ilgisi yoktur.

Anadolu yakasının merkezinde bulunan Fikirtepe’de her metrekarenin betonla doldurulması kentsel dönüşüm müdür?

Üçüncü sınıf taşra kasabasına çevrilen Üsküdar’da yapılanlar kentsel dönüşüm müdür?

Yaşanan sel felaketinde insanların öldüğü ve “Karadeniz’in En Büyük Kentsel Dönüşüm Projesi” denilen Kuzey Yıldız TOKİ konutları nasıl adlandırılmalıdır?

Hiçbir ön hazırlık yapmadan insanların evlerinden çıkarıldığı Sulukule’de, Zeytinburnu’nda yapılanlar nedir?

İstanbul’un ticaret merkezlerinden biri olan Merter’e beş dakika, ulaşım ağlarına 10 dakika mesafedeki Tozkoparan Mahallesi, uzun süredir kentsel dönüşüm baronlarının baskısı altında. Güngören Belediyesi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygulanması planlanan kentsel dönüşüm projesi, 900 hanenin yaşadığı alanı kapsıyor. Bu bölge, deprem nedeniyle güçlendirilecek ve/veya yenilecek yerler arasında ilk sıralarda değildir. Aynı Beykoz Tokatköy Mahallesi’nin önceliğinin bu olmadığı gibi.

Deprem riski nedeniyle en son dokunulması gereken yerlere dokunulmaya başlanması ve bunun yapılırken hoyratça, kabaca davranılması gelinen açgözlülüğün bir göstergesidir.

Soruyorum: Sen kapısını koçbaşı ile kırdığın, elektriğini kestiğin, binasını yıktığın, eşyalarını dışarı attığın, yaşayanları ters kelepçe ile tutukladığın bu insanlardan hangilerine şimdiye kadar bir deprem eğitimi verdin? Kovduğun çocukların hangilerinin sınıfına bir deprem çantası koydun? Hangisinin evine bir afet radyosu koydun? Kentsel Dönüşüm yapıyorum diye oradan çıkardığın insanların kaçı eski evlerinin bulunduğu yere dönebilecek? Kentsel Dönüşüm diye yaptığın çalışmalarda arsanın yüzde kaçını sosyal ve yeşil alana çevirdin?

Bütün bunlara baktığınızda yapılanların bir kentsel dönüşüm değil sadece ve sadece değerli arsaları olan insanların kovulup, arsalarının müteahhitlere verilmesi işlemi olduğu görülecektir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI