Perşembe, Nisan 25, 2024

Ümit Akçay Türkiye ekonomisini ve dövizdeki dalgalanmayı değerlendiriyor

İktisatçı akademisyen Ümit Akçay, dünyada etkileri hala devam eden kriz içerisinde Türkiye ekonomisini ve son dönemde dövizin yükselen ivmesini PolitikYol’a değerlendirdi.

  • Türkiye’de yoğunlaşan ekonomik kriz tartışmalarının dünya sistemine içkin olan yanları ve Türkiye’ye özgü durumları hakkındaki tespitleriniz neler?

Görebildiğim kadarıyla ekonomik kriz tartışmasının iki yönü var. Daha dar, teknik anlamı ile kriz dediğimizde, birbirini takip eden en az iki çeyrekte ekonomik daralmanın yaşanmasından bahsediyoruz. İki çeyrek üst üste olmadı ama Türkiye ekonomisi 2016’nın üçüncü çeyreğinde, 2009’dan itibaren ilk kez küçüldü. Tartışmaların geçtiğimiz yıldan beri yoğunlaşmasının en önemli nedeni bu. Daha geniş olarak baktığımızda ise, dünya genelinde 2008’de başlayan ve etkileri halen süren bir küresel krizden bahsediyoruz. Bu, kapitalizmin tarihindeki en önemli krizlerden biri olduğu için, kolayca ekonomik büyümenin yeniden canlanması ile geçiştirilebilecek bir boyutta değil. Türkiye’de tartışıldığı haliyle kriz dinamiklerinin ne kadarının “yerli ve milli”, ne kadarının dışarıdan gelen etkilerle geliştiğini tespit etmek zor. Ancak açık olan, 2000’ler boyunca AKP’nin uyguladığı ekonomi politikasının, Türkiye ekonomisini küresel sarsıntıların etkilerine daha hassas hale getirdiği.

  • Türkiye’deki döviz dalgalanmaları nedenleri ve olası sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dövizdeki hareketin, ABD ve Avrupa Birliği merkez bankalarının aldığı para politikası kararlarıyla ilgili bir boyutu var. Örneğin, eğer ABD merkez bankası FED, ekonomik normalleşme gerekçesi ile faiz artırımına giderse ve bunu öngörülenden daha hızlı yaparsa, Türkiye gibi ülkelerden hızlı para çıkışı ve bunun sonunda döviz kurunun çökmesi gibi sorunlar ortaya çıkabilir. 1979’dan sonra FED’in yaptığı faiz artışının, Türkiye gibi yüksek borçlu ülkeleri zora soktuğu, hatta Meksika gibi bazı ülkeleri iflasa sürüklediği görüldü. Ancak o dönem ile şimdi arasında ciddi farklar var. 1970’li yıllarda ABD için sorun yüksek enflasyon iken, şimdiki sorun deflasyon riski. Bu nedenle 1979 sonrasındaki gibi FED’in faizleri hızla artırmasını kimse beklemiyor. Dövizdeki dalgalanmanın Türkiye ekonomisine özgü nedeni ise, Türkiye’deki üretim yapısının ithalata bağımlı olmasıdır. Yani, Türkiye ekonomisinin büyümesi, ülkeye döviz girişine bağlı. Nedeni ne olursa olsun (siyasi riskler, jeopolitik riskler gibi) bir şekilde sermaye çıkışı yaşandığında bu, TL’deki hızlı değersizleşmeyi beraberinde getiriyor. Hızlı sermaye çıkışının ulusal parayı çökertmesi, finansal hareketlerin serbest olduğu ülkelerde yaşanabilecek genel bir durum. Türkiye özelinde sorunu daha da büyüten şu: 2000’ler boyunca izlenen ekonomi politikasının sonuçlarından biri olarak özel sektör borçluluğunun yüksek düzeyde ve döviz biçiminde olması, dövizdeki hareketin art arda gelebilecek firma iflasları gibi sarsıcı sonuçları tetikleyebilme riskinin artmış olması.

  • Dünya politik sahnesinde sağ popülizmin artan yoğunluğu ve bunun ekonomi politik arka planı hakkında neler söylersiniz?

Her bir ülke için o ülkeye özgü dinamikler var. Bu konuda genelleme yapmak biraz zor ama sağ popülizmin yükselişini 2008 küresel krizi ile bağlantılandırarak açıklayanlardanım. 2008 krizi sonrasında, kapitalizmin daha önceki benzer krizlerinden sonra yaşanan gelişmelerin dışında, farklı bir süreç yaşandı. Önceki büyük krizlerde, ekonomi politikaları kriz nedeniyle değişiyor. Tabi bu değişim krizin olduğu yıl olmuyor, belli bir süre sonra gerçekleşiyor ancak sonunda, krize neden olduğu düşünülen ekonomi politikası değişiyor. 2008 krizini en azından şimdiye kadar farklı olan, kriz öncesi ve sonrası ekonomi politikalarının ana yörüngesinin değişiyor oluşu. Özellikle krizin Avrupa’ya yansımalarını düşündüğümüzde, “daha fazla neoliberalizm”, kriz sonrası ekonomi politikaları şekillendiren ana doğrultu oldu.

Güney Avrupa’da yüzbinlerce kişi işsiz, kimi durumlarda da evsiz kaldı. Kuzey Avrupa ve Doğu Avrupa’da bu düzeyde sarsıcı etkiler görülmese de, ortaya çıkan maliyeti üstlenme konusu gündeme geldiğinde, bu ülkelerde de hoşnutsuzluklar baş gösterdi. Kriz sonrasındaki bölüşüm göstergelerine bakıldığında, sermaye sınıfının tüm dünyada krizin maliyetini çalışanların sırtına yüklemeyi başardığını görebiliriz. Kısaca zengin daha zenginleşti, orta halliler yoksullaştı. Tüm bunlar yaşanırken ekonomi politikalarının değişmiyor oluşu, insanlarda müthiş bir öfke ve umutsuzluğa neden oldu. Zira sosyal demokratlardan merkez sağ yelpazeye kadar seçmenler, oy verdikleri partilerin aynı neoliberal politika setini uygulamayı sürdürdüğünü gördüler.

Bu umutsuzluk ve huzursuzluk yaratan duruma, Ortadoğu’daki Arap ayaklanmaları sonrasında ve özellikle Suriye’deki gibi savaşların yarattığı göçmen dalgalarını ve Batı’da da görülen terör eylemlerini eklediğimizde, sağ popülizmin gelişmesi için çok elverişli bir zemin oluşmuş oldu. Kısacası, kriz sonrasında ekonomi politikalarının neoliberal doğrultuda kalması sürdürmesi, yani ekonomi politikalarındaki değişmezlik, geleneksel merkez siyasetlerin çökmesine neden oldu. Bu kilitlenme durumunda ortaya çıkan göçmen dalgaları ve terör eylemleri, ortaya çıkan tepkinin faşist sağ tarafından manipüle edilmesi için uygun bir ortam yarattı.

  • Dünyada ve ülkemizde sosyal demokrasinin neo-liberal paradigmaya karşı bir tavır alışı mümkün mü? Sosyal demokrasinin bundan sonra yaklaşımı hangi çerçevede inşa edilmelidir?

Hangi ülkeye bakarsak bakalım, sosyal demokrasi işçi sınıfından uzaklaştıkça, seçimlerde başarısızlığa uğradı. Hatta sağ-popülizmin yükselişinde de sosyal demokrasinin kendi temsil ettiği sınıftan uzaklaşmasının etkisi var. Günümüzde bir sosyal demokrat parti ile herhangi bir sağ, liberal partiyi birbirinden ayırt etmek giderek daha zor hale geldi. Bunda, 1970’li yıllardan sonra işçi sınıfının gücünü kırmayı hedefleyen ekonomi politikaları bütünü olan neoliberal dönüşümün etkisi büyük. Sosyal demokratlar, bizzat kendi tabanlarının gücünü kıran politikaları savundukça ve uyguladıkça daha da etkisiz hale geldiler. Türkiye’deki durum da bu genel çizgiye oturmasına rağmen biraz daha çetrefilli ve burada hakkını vererek tartışmak zor, o nedenle sorunun bu kısmını geçmiş olayım.

Nasıl bir çerçeve sorusu önemli. Elbette bunun ne olacağını sosyal demokratlar tartışıyorlar. Ancak IMF’sinden Dünya Ekonomi Forumu’na uluslararası teknokrasi bir “yeni uzlaşmadan” bahsetmeye başlamışken, bu tartışma daha da kritik hale gelir. Önümüzdeki dönemde sosyal demokrasiye bir çeşit “tadilat” görevi biçilebilir. Yani geldiğimiz noktada sistemdeki tıkanıklıklar mevcut siyasi ve ekonomik çerçeve ile sürdürülemeyecek bir noktaya geldi ve bu küresel teknokrasi tarafından dahi tartışılmaya başlandı. Olası yollardan biri, kısmi düzenlemelerle “daha insani bir kapitalizm” yaratma uğraşı, en azından yoksulların isyan etmeyeceğini bir ekonomik ve siyasi ortam yaratılması. Ancak mevcut üretim ve bölüşüm yapısı devam ettiği sürece bu yolun tıkalı olduğu defalarca ispatlandı.

O nedenle, en genel anlamıyla sol adına atılabilecek herhangi bir anlamlı adım, kapitalizmi sorgulamakla ve aşmayı önüne koymuş bir programla başlamalı. Çalışanların yönetime katılabildiği kamusallaştırma pratikleri ile bezenmiş, emekçilerin ekonomik ve siyasi olarak güçlenmesini önüne koyan, teknolojik gelişmelerin sağaldığı olanaklardan yararlanarak kullanım değerini önceleyen bir emek eksenli program formüle edilebilir. Ancak mesele teknik olarak bu formülasyonun eksikliği değil, öyle olsaydı işimiz kolay olurdu. Üretim yapısı ve borçlandırma ağlarıyla atomize edilmiş çalışanların özgüçlenmesini sağlamayı önüne koyan bir siyasi hareketin nasıl yaratılacağı meselesi, konun can alıcı yanını oluşturuyor. Bu olduğu zaman, ekonomik programı zaten ortaya çıkar diye düşünüyorum.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER