Cumartesi, Nisan 20, 2024

Rusya-Ukrayna krizini Türkiye çözebilir mi?

Ukrayna krizini ve Türkiye’nin siyasi pozisyonunu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Dış Politika Başdanışmanı ve Milletvekili Ahmet Ünal Çeviköz yazdı.

24 Şubat tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı saldırı tüm dünyada şaşkınlıkla karşılandı. Her ne kadar ABD ve Birleşik Krallık böyle bir saldırının hazırlanmakta olduğunu ileri sürdüyse de hiç kimse 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken Avrupa’nın göbeğinde bir savaş çıkacağını beklemiyordu. Tepkiler gecikmedi. Batılı çevreler derhal Rusya’ya tarihte görülmemiş derecede ağır yaptırımlar uygulamaya başladılar. O kadar ki, önceki örneklere bakıldığında siyasi kadroları ve üst düzey yöneticileri hedef alan, halka zarar vermemeye özen gösteren yaptırımlar, bu defa Rusya’yı topyekûn cezalandırma hedefine yöneldi. Sadece Rusya halkını değil, Rusya’nın spor, sanat, tarih ve kültürünü dahi tecrit etmeye çalışan, Avrupa’da yeni bir duvar örülmesi anlamına gelen bir yaptırım dizisiyle karşılaşıldı.

Batılı çevreler, Rusya’nın davranışını 2008’de Gürcistan’da, 2014’te de Ukrayna’da Kırım’da engelleyememiş olmanın acısını bu kez topluca çıkarmaya kalkıştı. Ukrayna krizinin ne zaman ve nasıl aşılacağını bugünden kestirmek zor olsa da, 24 Şubat 2022 sonrası Avrupa’sının artık yeni bir soğuk savaşın arifesinde olduğunu düşünmek hiç de zor değil.

Tarih, iyi incelendiğinde, bazı olayların gelişini haber vermesi bakımından çok önemli bir kaynaktır. 1991 yılında önce Varşova Paktı’nın sonra Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ve Soğuk Savaş’ın bittiğine dair bir algının belirmesi Doğu-Batı dengesinde de önemli bir değişim getirdi. NATO,  işlevini kaybetmek yerine, yeni uluslararası konjonktüre kendini çabuk adapte etti. Önce tüm eski Varşova Paktı ülkeleri Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) adlı yeni bir yapılanma ile NATO’ya yaklaştılar. Sovyetler Birliği dağılınca, KAİK Sovyet ardılı yeni bağımsız ülkelere de kapısını açtı. 1994 yılında Brüksel’de açıklanan yeni NATO girişimi ise Barış İçin Ortaklık (BİO) adını aldı ve KAİK yerini bu yeni kavrama ve ortaklık ilişkisine devretti.

Rusya, her ne kadar önce KAİK, sonra BİO üyesi olduysa da, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile birlikte küresel süper güç statüsünü kaybetmiş olmayı hiç bir zaman psikolojik olarak hazmedemedi. Bu nedenle de NATO ile eşitlik arayışında ısrarlı oldu. Sonuç, 27 Mayıs 1997’de Paris’te imzalanan NATO-Rusya Kurucu Senedi ve bununla kurulan Daimi Ortaklık Konseyi oldu. Beş yıl sonra Roma’da bu yapı NATO-Rusya Konseyi olarak isim değiştirdi.

NATO üyeliğinden vazgeçen bir Ukrayna, doğal olarak en büyük tehdit algısını Rusya’dan görüyor. Garantörlük de bu tehdit algısı nedeniyle isteniyor.

NATO-Rusya Kurucu Senedi önemli bir belgedir. Bir bakıma NATO ile Rusya arasında bir denge kurar ve Avrupa güvenlik mimarisinin yapı taşlarından biri olmayı amaçlar. Hiç bir zaman NATO’nun yeni üyeler almasının önünü kapatmaz. NATO’ya bir ülkenin üye olmayı istemesi halinde de Rusya’nın bu konuda bir veto yetkisi olmayacağı anlayışını kayda geçirir. Bununla birlikte, Rusya’nın bu belgeyi kabulü ve imzalaması, NATO’nun kendi güvenliğine bir tehdit oluşturmasını engellemek amacı ve anlayışıyla mümkün olabilmiştir.

NATO’nun 1999 ve 2004 yıllarında genişlemesi Rusya’yı tedirgin etmiştir. Bu genişleme dalgaları eski Varşova Paktı ülkeleri ile eski Sovyetler Birliği içinde olan Baltık Cumhuriyetlerini kapsamıştır. Putin’in 2000 yılında Rusya’da iktidara geldikten sonra önceliği Rusya içindeki idari düzenlemelere ve Rusya Federasyonu’nun iç bütünlüğünü pekiştirecek adımlara öncelik vermek olmuştur. Bunları tamamladıktan sonra, Putin dış politika ve güvenlik konularına daha fazla önem vermeye başlamıştır. 2007 yılında katıldığı Münih Güvenlik Konferansı sırasında yaptığı konuşma, NATO’nun eski SSCB topraklarına doğru genişlemesinden duyduğu endişeyi ve özellikle Gürcistan ve Ukrayna’yı ismen anarak eski SSCB topraklarının Rusya için dokunulmaz addedildiği mesajını net olarak vermesi, ne yazık ki Batı tarafından dikkate alınmamıştır.

NATO üyeliğinden vazgeçen bir Ukrayna, doğal olarak en büyük tehdit algısını Rusya’dan görüyor. Garantörlük de bu tehdit algısı nedeniyle isteniyor. Önceleri BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ile Almanya ve Türkiye’nin garantör olmalarını isteyen, bu bağlamda Rusya’yı da bir garantör olarak tanımlayan Ukrayna, şimdi bu talebini değiştirmiş durumda.

Batı, Rusya’nın bu duyarlılığına aldırmadığı gibi, 2008 ilkbaharında Bükreş’te yapılan NATO zirve toplantısının sonuç bildirisinde Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliklerinin önünün açık olduğu belirtilmiştir. Sonuç, 2008 yılının Ağustos ayındaki Rusya-Gürcistan savaşı olmuştur. 2014 yılında ise Ukrayna’nın Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili olarak Batı tarafından verilen olumlu mesajlar hem Ukrayna’da iç kargaşaya yol açmış, hem de Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile sonuçlanmıştır.

Bu tarihi arka plan, 24 Şubat 2022’yi anlamak için önemlidir. Bununla beraber, yukarıda yazılanların hiç biri Rusya’nın Ukrayna’ya askeri güç kullanarak müdahale etmesini haklı göstermez. Rusya, uluslararası hukuku ihlal etmiştir, egemen ve bağımsız bir ülkeyi işgal etmiştir. Bunun elbette kınanması gerekir, olacaksa da bir bedeli olmalıdır.

Peki, bu kriz nasıl çözülecek, Avrupa nasıl yeniden normale dönebilecek? Daha şimdiden milyonlarca kişinin yurtlarından edilmesi ve yine milyonlarca kişinin de mülteci durumuna düşmesi geriye dönüşü mümkün bir perspektif veriyor mu? Çok zor. Anlaşılan, Avrupa Ukrayna krizi ile uzunca bir süre yaşamaya devam edecek.

Ukrayna-Rusya heyetler arası görüşmelerinden basına yansıyan bilgilere göre, Rusya’nın Ukrayna’dan bazı talepleri var. Bunların başında gelen ve belki de en önemlisi olan, Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vaz geçmesi ve hiç bir askeri örgüte üye olmamayı kabul etmesi olarak anlatılıyor. Ukrayna’nın da böyle bir kabule hazırlanmakta olduğu söylentileri yayılıyor. Öte yandan, Ukrayna da güvenliğinin sağlanması için sekiz ülkenin garantör olmasını istiyor. Bu ülkeler arasında Türkiye de var.

NATO üyeliğinden vazgeçen bir Ukrayna, doğal olarak en büyük tehdit algısını Rusya’dan görüyor. Garantörlük de bu tehdit algısı nedeniyle isteniyor. Önceleri BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ile Almanya ve Türkiye’nin garantör olmalarını isteyen, bu bağlamda Rusya’yı da bir garantör olarak tanımlayan Ukrayna, şimdi bu talebini değiştirmiş durumda. Yeni formüle göre, Rusya garantörler arasında yok. Garantör olmaları istenen sekiz ülkenin, İsrail haricindeki diğer yedisi ise NATO üyeleri.

Böyle bir düzenlemenin kabul edilmesi adeta imkânsız gibidir. Zira bu düzenleme, Ukrayna’ya neredeyse NATO üyesi olmadan Rusya’ya karşı NATO tarafından korunma ve bir tür beşinci madde güvencesi verme anlayışına işaret ediyor. Türkiye’nin böyle bir garantörlük içinde yer alması Rusya’ya karşı tavır alması anlamına gelecektir. Diğer ülkelerin bir kısmının da benzer bir anlayışla garantörlük içinde yer almak istememeleri mümkündür.

Ukrayna bir garantörlük ve güvence istiyor ise, bunun Birleşmiş Milletler tarafından sağlanması, Rusya’nın da onayı ile bu güvencenin BM Güvenlik Konseyi tarafından verilmesi, hem uluslararası hukuk açısından hem de Rusya’yı bağlayıcılığı açısından daha doğru olacaktır. Umarız, her konuda “ben de varım” diye ortaya atılmaya kalkan ve dış politikadaki başarısızlık ve yalnızlığını bu yolla gidermeye çalışan iktidar, Ukrayna krizinin başından beri bulduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksel devlet aklını yeniden kaybetmez ve garantörlüğe heveslenmez.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI