Cumhur İttifakı seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesinde anlaştı. Bu karar,  aynı zamanda, 2023 yerine seçimlerin bir yıl önce Kasım 2022’de yapılacağı görüşünü kuvvetlendiriyordu.  Erken seçim sadece muhalefetin bir talebi değil artık, iktidarın da kabullendiği bir gerçeklik. Türkiye artık seçim döneminde girdi.  Meclisin 1 Ekim’de açılmasıyla siyasetin canlandığı ve seçimlerin siyasi gündemin merkezine yerleştiği bir süreç başlayacak. Her olay ve gelişme seçimlere gönderimle tartışılacak. Kasım 2022 seçimlerinin, ki hem Cumhurbaşkanlığı hem de Parlamento seçimlerini içerecek,  tarihi önemde olduğunu söylemeliyiz. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, muhalefetin seçimleri kazanma olasılığının giderek güçlenmesi; böylece,  3 Kasım 2002’den bugüne Türkiye’yi yöneten AK Parti ve Erdoğan liderliği döneminin bitme olasılığının ortaya çıkması.  İkincisi, Türkiye’nin  özellikle 2018’den bugüne artan ve derinleşen sorunlarının çözümü için  “değişim ve yeni bir yönetim ve siyaset anlayışı” gereksinimi içinde olduğumuzun toplumun geniş kesimleri tarafından kabul edilmesi. ÜÇLÜ KRİZ Bu nedenlerin gerisindeyse, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin “denetimsiz güçlü yürütme-lidere mutlak sadakat-devlet güvenliğ/bekası” anlayışıyla Türkiye’yi yönetme tarzının yarattığı üç kriz ya da üçlü kriz var.  Birbirleriyle ilişkili ve eşzamanlı olsalar da bu krizleri: Demokrasi krizi; Yönetim krizi; Devlet krizi olarak ayrıştırabiliriz. Hak ve özgürlüklerden hukukun üstünlüğüne, denge ve denetlemeden ifade ve örgütlenme özgürlüğüne, kurumların çöküşünden yıkıcı kutuplaşmaya kadar uzanan geniş bir alanda demokrasi karnesi her geçen yıl daha da kötüşen bir Türkiye tablosu var. Bu, sürekli konuştuğumuz ve odaklandığımız bir olgu. Fakat bugün karşı karşıya olduğmuz çoklu krizin sadece bir boyutunu oluşturuyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ciddi bir “yönetim krizi”ni de ortaya çıkarttı. Liyakat yerine mutlak sadakat temelinde işleyen yönetim anlayışı, bir taraftan yönetim aygıtı içinde her alanda kalitesizliği ve kurumlar arası güvensizliği güçlendirirken; diğer taraftan da, sorunlara, risklere, ve afetlere karşı etkisiz ve çözüm gücü zayıf bir yönetim yapısı yarattı. Bu, demokrasi krizi yanında yönetim krizi de yaşayan bir Türkiye tablosu anlamına geliyor. Bu tablonun tamamlanması, kurumsal zayıflama, hukuka güvensizliğin artması, liyakatın önemsenmemesi, şeffaflık, sorumluluk,  ve hesap verilebilirlik ilkelerinin uygulanmaması, ve kurumlar arası ve içi güvensizlik duygusunun yaygınlaşması, v.b sorunlar temelinde ortaya çıkan  devlet krizi ile gerçekleşti. Cumhurbaşkalığı Hükümet Sistemi, yapılan araştırmaların ve kamu oyu yoklamalarının gösterdiği gibi, “demokrasi krizi + yönetim krizi + devlet krizi” üçlüsünün resmettiği “Yönetilmeyen Türkiye” saptaması giderek akademik ve kamusal tartışmalarda ve toplumsal algı da geçerlilik kazandı. İKİ TÜRKİYE Üçlü krizin yarattığı Türkiye tablosu, aslında İki Türkiye gerçekliğini de içinde taşıyor. Bir tarafta, aşırı kalkınmacı; lidere mutlak sadakat üzerinden  kurulan; devlet bekasını ve güvenliğini demokrasi, ekonomi, iklime öncelleyen; yürütme gücünü yasama ve yargıya karşı merkezi konuma koyan; yönetimde denge ve denetlemeyi sevmeyen; yerel yönetimlere ve sivil toplum yaklaşımında kapsayıcı olmayan; kamusal ya da özel, görsel ya da yazılı yerleşik medya alanında hangi konuların ve kimlerin konuşuşup konuşmayacağına kendisi karar vermek isteyen; ve vatandaşları makbul vatandaşlar ve ötekileri olarak ayıran egemen siyasetin seslendirdiği bir Türkiye var. Buna karşın: hakları yenmiş, yaşamlarına müdahale edilmiş, özgürlükleri kısıtlanmış,  şiddete maruz kalmış, güçsüzleştirilmiş, iktidar ve güçlü olanlar tarafından dinlenmeyen, görülmeyen, varlıkları hissedilmeyen, iş-aş-temel ihtiyaçlar için büyük mücadele veren çalışanların, emekçilerin, en genelinde halkımızın, insanlarımızın, ve onların sorunlarının, trajedilerinin, ve yaşam kavgalarının oluşturduğu bir öteki, ikinci Türkiye gerçekliği var. Ki bu gerçekliğe büyük risk altındaki doğayı, tabiatı, çevreyi, tüm canlıları eklemeliyiz. İki Türkiye, iktidarın anlattığı ve giderek inandırıcılığını kaybeden Türkiye anlatısı ile hayatın her alanında yaşam mücadelesinin yer aldığı “Öteki Türkiye” ya da “Türkiye Gerçeği”ni içeriyor. İki Türkiye arasındaki makas giderek açılıyor.  Demokrasi, yönetim, devlet alanlarında yaşanan üçlü kriz bu makasın açılmasını ve iktidarın artık inandırıcı olamamak sorununu arttırıyor. Ama aynı zamanda, İki Türkiye arasında açılan makas Türkiye’nin geleceğinin kurulacağı alan olma potansiyelini de taşıyor. Hikayesini kaybetmiş Türkiye’nin “yeni hikayesi”, belki de, öteki ama gerçek Türkiye tablosundan çıkacak. 2022 seçimleri bağlamında bu olasılık dikkatlerin iktidara değil; aksine, siyasi partilerin, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun oluşturduğu muhalefete çevrilmesine neden oluyor. Artık “güçlü iktidar-zayıf muhalefet denklemi” geçerliliğini kaybetmiş durumda. Doğru: iktidar zayıflıyor; muhalefet alanı da giderek dinamikleşiyor, canlanıyor. Bununla birlikte, muhalefetin söylemsel olaral yeterince inandırıcı, politik olarak yeterince güçlü olduğunu söyleyemeyiz. 2022 seçimlerini muhalefetin kazanmasının anahtarı da tam da bu noktada yatıyor; değişim gerekliliğinin itici gücü olarak Türkiye’nin yeni hikayesini yazma çabasında olmak.