Perşembe, Mart 28, 2024

Türkiye’nin “geçiş dönemi”

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.

İktidarın epeydir sürdürdüğü bu “kedi-fare” oyununu bozmak için, muhalefetin Millet İttifakı’nın eline çok fırsat geçti. Özellikle de son zamanlardaki “helâlleşme”, yüzleşerek uzlaşma çağrısı ile toplumda umutlar yeşerdi.

Kılıçdaroğlu’nun da bugün dillendirdiği gibi, 21. yüzyıl Türkiye’si çok daha fazlasını hak ediyor. Halk, emeklemekten çıkıp kendi geleceğine adım atmaya hazır. Ona karışık değil; açık ve net sinyaller verilmeli.

Türkiye’nin “yüzüncü yıl seçimi”  yaklaştıkça, hem halkın sıkıntılarının, hem de siyasetçilerin muhtelif manevralarının ve karşılıklı el yükseltmelerinin dozunun giderek daha da artacağı belli oldu. Böylece toplumsal umut ve beklentiler kadar, kaygı ve gerilim de arttı.

EMEKLEYEN DEMOKRASİ

Çünkü bir devlet üniversitesinin kendi öğrencilerini içeri sokmayan, zincirlenmiş kapılarını ekranlarda görüp de çoğunluğu pek aldırmamış halkın, artık ana muhalefet partisi lideri ve ekonomi heyetinin TÜİK’nun kapısı önünde düşürüldüğü durumu da izleyince, zaten itibarı, şeffaflığı ve hesap verebilirliği çoktan sarsılmış devletin, adaletine ve koruyuculuğuna da hiç güveni kalmıyor. Hatta kuşkusu ve endişesi katlanarak artıyor.

Zira zihinlere şu sorular zerk edilirken, beyin damarlarına da kan pompalanıyor: “Peki, ya seçim sonrası YSK kapıları da kilitlenirse?”, “Erken veya zamanında seçim, vs. deniyor ama önümüze sandık konacağı ne malum?”

İşte bıçak sırtındaki bu toplumda iktidarın “başarısı” tam da burada: Toplumsal psişik yarılmanın ve güvensizliğin dozunu artırarak halkın bilişsel-duygusal sağlığını harap edip, kitlesel konfüzyon yaratıyor: Gerçek ne, gerçek olmayan ne? Doğru ne, yanlış ne? İyi ne, kötü ne?

Böylece, ulus-devlet toplumunun devleti, bir şahsa indirgenmiş ve onun kararlarına endeksli olarak sergileniyor. Zaten uluslararası arenada da “tampon” kimlikli ve bir oraya bir buraya savrulup durması dikkat çekiyor. İçerde de keza, bizzat devletin eli ile kendi ulusunun “sınır” karakterli kolektif bilinci, gerçek ve gerçek-dışı arasındaki ara bölgeye çekiliyor ve orada, arafta kilitleniyor. Nitekim bu da, Türkiye’nin yüzyıllık demokratik gelişiminin “emekleme” döneminde takılı kalması ve çok daha büyüyecek sorunlar demek.

Muhalefet ve analistler, iktidarın çökmüş ekonomik ve toplumsal sorunlar ile baş ediş (veya etmeyiş!) biçimini “irrasyonel” bulmayı ve  “yanlışta ısrar” şeklinde yorumlamayı sürdürüyorlar. Topluma veya kendi kendilerine, tartışma programlarında, “faiz-enflasyon” sebep-sonuç ilişkisinin modern iktisat kuramlarının mantığına ne kadar aykırı olduğunu anlatıyorlar.

İktidar ve akıl hocaları da böylece, irrasyonel olana bir mantıksal kılıf geçirip, kendince kritik eşiği atlatacak yeni cin fikirli siyasi senaryolarla geliyor. Şimdi de “Çin tipi büyüme modeli” tedavüle sokuldu. Yani talan edilmiş anavatan topraklarından, hoyratça çar çur edilmiş hazine birikimlerinden sonra, sıra kendi yurttaşının iyice fakirleşmesi, hatta aç bırakılması, yerel, “ithal” veya göçmen emeğin ucuza satılması, hammaddesi dışa bağımlı ihracat fantezileri vb. geldi.

Bugünkü “Milletin Sesi” mitingine Millet İttifakı ortakları katılmadı ve yurttaşa uzatılan mikrofon da sembolik kaldı. Bu ilk mitingin tüm göstergelerine bakıldığında, adının çağrıştırdığı beklentiyi karşıladığı söylenemez.

Neresinden tutulsa sorunlu. O bakımdan da, hiç tutulmamalı bile. Zira tek işlevi; modelin ne olduğunda veya içeriğinin Türkiye’nin koşullarına ve çıkarlarına uygunsuzluğunda değil; yeni süper güçlü adında. “Faiz-enflasyon” ikilisinde olduğu gibi, şimdi sıra seküler Batı biliminin veya demokratik entelektüel kapitalin ve (neo)liberal ekonomik serbest pazar mantığının bilinen “sebep-sonuç” klişelerini, “yumurta-tavuk” gibi sarmallara sokmakta. İç siyasi pazara ve “One minute” tarzı emperyalist Batı’ya kafa tutan, “yerli ve milli” büyüme hayalini satmakta.

“MİLLETİN SESİ” VE HALKIN İLK ADIMI

Daha önce de, iktidarın epeydir sürdürdüğü bu “kedi-fare” oyununu bozmak için, muhalefetin Millet İttifakı’nın eline çok fırsat geçti. Özellikle de son zamanlardaki “helâlleşme”, yüzleşerek uzlaşma çağrısı ile toplumda umutlar yeşerdi. Bu ve başka muhalefetin gündem belirlediği tartışmalar henüz başladı. Zira halkın arzuladığı; iktidar değişikliği değil sadece. Ona çoktan hazır.

Fakat bugün düzenlenen “Milletin Sesi” mitingine Millet İttifakı ortakları katılmadığı gibi, yurttaşa uzatılan mikrofon da sembolik kaldı. Başka bir deyişle, bu ilk mitingin tüm göstergelerine topluca bakıldığında, adının çağrıştırdığı beklentiyi iki türlü de karşıladığı söylenemez.

Akıllarda kalan ise, daha doğrusu kulaklarda çınlayan,  yani istifa ve seçim talebi dışında; “Patates, soğan; gidiyor Erdoğan” ve “Geliyor, gelmekte olan” sloganları!

İzleyecek mitinglerden önce şöyle sorular netleştirilmiş olmalı: Şu “sembolik başkanlık” nasıl tanımlanacak ve sürdürülecek? Halk mitingleri partiler üstü niteliğe nasıl bürünecek? Seçim ittifakı; tüm toplumu kucaklayıcı, kapsayıcı, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi ittifakına nasıl dönüşecek ve toplumu da dönüştürecek? “Geçiş toplumu” denilen Türkiye, nereye geçecek?

Çünkü uzunca zamandır merakla beklenen muhalefetin ortak adayı meselesi üstüne gelmiş olan Kılıçdaroğlu’nun bugünkü konuşması ile, zaten iktidarın retorikleri ile yeterince kafası karışmış olan halk, kafasını toparlayamıyor. Akıllarda kalan ise, daha doğrusu kulaklarda çınlayan,  yani istifa ve seçim talebi dışında; “Patates, soğan; gidiyor Erdoğan” ve “Geliyor, gelmekte olan” sloganları!

Kılıçdaroğlu, CHP lideri olmanın da ötesinde, toplumu kucaklayıcı ve demokratik gelişimini kolaylaştırıcı bir rol oynamak istiyorsa – ki mevcut ve görünen koşullarda buna en uygun ve gerekli isim olduğunu da kaç zamandır yazmaktayım – mutlaka ve kesinlikle “CB adaylığı” demek olmayan bu “yeni ve sıra dışı” tip liderlik rolünü çok iyi benimsemeli ve içine sindirmeli. Klasik seçim mitinglerinin, propaganda söylemlerinin ve iletişim danışmanlarının yerleştirme simgelerinin ötesine geçebilmeli.

Toplum, Atatürk’ün Türkiye rüyasına, kendi güncel imgelemlerini katmış olarak Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırma yürüyüşüne geçmeli. İlk adımlarda biraz sendeleme olması çok olağan. Kesinlikle umutsuzluğa kapılmamalı.

Zira bu toprakların duygusal ve heyecanı sönümlenmiş, gelecek hayalleri çalınmış veya ipotek altına alınmış, çeşitli dönemlerde türlü istismar ve mağduriyetler yaşamış çok dertli halkı, hele çok uzun sürmüş bir bekleyişten ve yılgınlıktan sonra, ufacık bir ümit kıvılcımı ve kitlesel bir sinerji ile kolaylıkla yeniden umutlanabilir. Bir kısmı bu müziğe, bir kısmı şu müziğe kalkıp hemen oynayabilir. (Nitekim birazdan Siirt mitingi başlayacak.) Başka bir kısmı da somurtup, oturduğu yerde homurdanabilir.

Fakat Kılıçdaroğlu’nun da bugün dillendirdiği gibi, 21. yüzyıl Türkiye’si çok daha fazlasını hak ediyor. Halk, emeklemekten çıkıp kendi geleceğine adım atmaya hazır. Ona karışık değil açık ve net sinyaller verilmeli.  Belki de muhtelif danışmanların ve kamuoyu sonuçlarının çelişkili yönlendirmeleriyle yüzünü bir oraya bir buraya değil, her toplumsal gelişimsel meselede ve engel aşmada “doğru” yönlere kararlılıkla dönebilmeli.

Kısacası, toplum, Atatürk’ün Türkiye rüyasına, kendi güncel imgelemlerini katmış olarak, Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırma yürüyüşüne geçmeli. İlk adımlarda biraz sendeleme olması çok olağan. Kesinlikle umutsuzluğa kapılmamalı.

Türkiye, temsili demokrasi oyununun sembolik siyasi oyuncaklarını artık arkasında bırakıp, yeni siyasi ve toplumsal gelişimsel dönemini başlatmalı. Çünkü bu kez, dışardan her hangi bir tehdide, dayatmaya veya motivasyona gereksinim duyarak değil, kendi arzuladığı için, bilinçlenerek ve özgür istenci ile kendi ayakları üzerinde durabilmeli.

 

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aydan Gülerce
Aydan Gülerce
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI