İBB’nin Feshane’de düzenlediği sergiye dair açılan savcılık soruşturması, hepimize nefes alanımızın daha da daraldığını hissettiren Antalya Film Festivali’ndeki sansür vakası gibi örnekler göz önünde bulundurulduğunda Baykam’ın sadece piyasayı esas alan tespiti hiç de inandırıcı olmuyor.

Sanatçı Bedri Baykam’ın iki gün önce, 28 Eylül’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan, şu an 18.si gerçekleşmekte olan Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’na methiye düzdüğü yazısı “Türkiye’de Sanat Hak Ettiği Yere Geliyor, Peki Siyasiler Nerede?” başlığını taşıyordu. Sanatçılığının yanı sıra kaleme aldığı kitaplarla Türkiye sanat ortamının önde gelen aktörlerinden olan, uzun süredir Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanlığı’nı sürdüren Baykam’ın bu tespiti tartışmaya değer. Hakikaten sanat ülkemizde “hak ettiği” yere gelmek üzere mi?

Baykam bu tespiti Contemporary İstanbul Fuarı vesilesiyle yaptığına göre Türkiye’de sanat fuarcılığına kısaca değinmekte fayda var.

Dünyadaki  ilk sanat fuarı 1967 yılında Almanya’nın Köln kentinde gerçekleşti. Art Cologne’ün başarısı üzerine 1970 yılında İsviçre’de ArtBasel organize edilmeye başladı ve bunu 1973 yılında Fransa’da FIAC izledi. 2000’li yıllarla birlikte çağdaş sanatın piyasa ile iyice eklemlenmeye başlamasının sonucu olarak New York’ta The Armory Show Contemporary, Londra’da Frieze Art Fair gibi günümüzün prestijli sanat fuarları düzenlenmeye başladı.

Sanat piyasasının küreselleşmesi, farklı coğrafyalardaki sermaye gruplarının bu piyasaya ilgi göstermesi sanat fuarı konseptini batı merkezli olmaktan çıkarttı. Ortadoğu piyasasına seslenen Art Dubai 2007 yılında, Uzakdoğu piyasasına hitap eden Hong Kong International Art Fair ise 2008 yılında faaliyete başladı.

Türkiye’de ilk sanat fuarı 1991 yılında, o dönem Hüsamettin Koçan’ın başkanlığını sürdürdüğü Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Türkiye Şubesi tarafından ‘1.İstanbul Sanat Fuarı’ adıyla düzenlendi.  Sanat Galericileri Derneği, TÜYAP, İKON Fuarcılık gibi kurumların zaman içindeki farklı işbirlikleri ile Türkiye’deki sanat ortamının köklü bir fuar organizasyonu birikimi oldu.

İlki 2013 yılında Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Artinternational, uluslararası olmaya yönelik profesyonel yaklaşımıyla diğerlerinden farklı bir anlayış ortaya koymuştu. Fakat gerek Contemporary Istanbul’un karşısında bir rakip görmek istememesine yönelik girişimleri gerek Türkiye’nin o yıllardaki konjonktürel durumu yakın zamanda kaybettiğimiz Stephane Ackermann’ın sanat direktörlüğündeki Artinternational’ın uzun soluklu olmasını engelledi.

Bedri Baykam’ın yazısında yaptığı Türkiye’de sanatın “hak ettiği” yere gelmekte olduğuna dair tespit, sanatın sadece piyasa ile olan ilişkisini esas alıyor. Piyasayı temel alan bir yaklaşım 1990’lı yıllardaki Genç Etkinlik sergilerini, İstanbul Bienallerini, ilk örnekleri görülen kavramlı, küratörlü sergileri şüphesiz ki göz ardı eder. Oysa o dönemdeki sanat ortamı farklı bir estetik anlayışı gündeme getirmesiyle Türkiye’nin sanat tarihine müthiş katkılarda bulundu (Türk Dil Kurumu’na göre müthiş kelimesinin hem olumlu hem de olumsuz anlamları söz konusu). Sanatçılar içinde yaşadıkları toplumun gidişatına müdahale etme gayesiyle, resmi ideoloji, din vs gibi tabuları cesurca sanatlarına konu edinerek Türkiye’deki sanatı “hak ettiği” yere taşımışlardı. Günümüz ile bir örnek üzerinden karşılaştırmak gerekirse “genç” kelimesinin anlamına değinmek yerinde olacaktır. 1990’lı yıllardaki örneğin Genç Etkinlik sergilerindeki “genç” kelimesi yenilikçiliği, farklı arayışları ve cesurca bir yaklaşımı içerirken; günümüzde ise yalnızca nüfus cüzdanındaki doğum tarihi bağlamında kullanılıyor.

Contemporary Istanbul yönetimi, garip bir görev bilinciyle hükümetin Suriye politikasını destekleyen siyasi bir refleks ortaya koymuştu. Fuar yönetiminin sanatın temel dayanağı olan ifade özgürlüğüne yapılan saldırılara karşı olan duyarsızlığı da şüphesiz ki siyasi bir tavırdır. Yakın geçmişteki sayısız sansür ve engelleme vakaları bir yana son günlerde gündemi belirleyen İBB’nin Feshane’de düzenlediği sergiye dair açılan savcılık soruşturması, hepimize nefes alanımızın daha da daraldığını hissettiren Antalya Film Festivali’ndeki sansür vakası gibi örnekler göz önünde bulundurulduğunda Baykam’ın sadece piyasayı esas alan tespiti hiç de inandırıcı olmuyor.

Not: İstanbul’a  karşı işlenmiş en korkunç kent suçlarından biri olan Tersane İstanbul'un  Contemporary Istanbul vesilesiyle kendini aklaması üzerine ayrıntılı bilgi için: https://www.politikyol.com/tersane-istanbulda-cagdas-sanat/

ü

Editör: Osman Erden