Perşembe, Nisan 25, 2024

Türkiye’de mülteci düşmanlığı

Siyasilerin kararlarını sorgulamayan halk cezayı gücünün yettiğine kesmekte. Bunun sonucu olarak bir ölümden kaçan mülteciler başka bir ölümün pençesine düşmektedir.

Son zamanlarda haber bültenlerine (daha çok sosyal medyada) mültecilere yönelik saldırı haberleri ve bazı siyasetçileri nefret söylemine varan açıklamaları düşüyor. Resmi rakamlara baktığımızda 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşından itibaren Suriye’den Türkiye’ye 3 Milyon 738 bin 32 kişi gelmiş. Muhalefet ise bu sayının çok daha fazla olduğunu ifade etmektedir.

Türkiye’ye gelen bu kişilerin hukuki statüleri hakkında da bir kafa karışıklığı mevcuttur. Birleşmiş Milletler’in 1951 tarihli Mülteciler Hukuki Statülerini düzenleyen sözleşme ve 1967 protokolüne taraf olan Türkiye sözleşmedeki “Coğrafi sınırlandırma” ilkesi gereği sadece Avrupa’dan gelen iltica başvurularını kabul ederken diğer bölgelerden gelen başvuruları ise üçüncü bir ülkeye yerleştirme yoluna başvurmaktadır. Bu yüzden Türkiye’de bulunan Suriyeliler “Geçici Koruma Statüsü”nde olup çalışma hakları da izne bağlıdır. Uzun vadede Suriyelilerin Türkiye’deki durumları sadece ekonomik ve sosyal olarak değil hukuki olarak ta sorun olacak gibi.

Türkiye’de yaygın bir mülteci düşmanlığından çok yaygın bir Arap/Suriyeli düşmanlığı ve nefretinden bahsetmek daha doğru olur. Türkiye’de Osmanlı’nın son zamanları ve Osmanlı’nın nihayete ermesinden sonra ki süreçte de sürekli göç aldı. Bunların büyük çoğunluğu ortak din ve soy birliğine dayanan göçler idi. Son yıllarda bu göçlere sayıları çok fazla olmasa da Afrika’dan gelenler de eklendi. Özellikle Afrika’dan gelenlere lokal ve bireysel tepkilere dışında yansıyan pek bir tepki olmadı.

Peki durum böyleyken neden Suriyelilere karşı bu ölçüde bir düşmanlık var? Aslında baktığımızda toplumdaki her kesimin kendine göre bir sebebi bulunmaktadır. Toplumun bir kısmı Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında “ihanet eden Araplar” öğretisi çerçevesinde tarihi bir düşmanlıkları var. Bu kesime göre Araplar İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’ya ihanet etmişler ve bu yüzden de asla güvenilmemesi gereken insanlardır. Türkler İslamiyet’e geçtiğinden beri İslamiyetin sancaktarlığını yapmış, Halifeyi Moğol boyundurluğundan kurtarmış bu yüzden bize her zaman borçlu oldukları vehimleri var. Ayrıca Hatay mevzusu ve buranın Suriye toprağı olduğu iddiası da ayrı bir motivasyon kaynağı olmaktadır. Bununla birlikte atasözleri ve deyimlerimize kadar yerleşen bir Arap düşmanlığı da mevcuttur. Mesala “Ne Şam’ın şekeri ne de Arabın yüzü” , “ Anladıysam Arap olayım”, “ Arap eli öpmekle dudak kararmaz”, “ Arap yağı bol buldu mu, kıçına başına sürermiş” bu ve bunun gibi sözler halk arasında baya yaygındır.

Toplumun bir diğer kesiminde ise din üzerinden gelen bir nefret söz konusu olmakta. Bu kesim İslam peygamberinin Arap olmasından mütevellit belli bir düşmanlık göstermektedir.  Hatta bir kısmı Peygamberi Araplara yakıştırmaz ve onun üstün özelliklerinden dolayı kökenin Sümerlere. Sümerlerin ise Türk olduğu iddia edip doğal olarak Peygamberin Arap değil Türk olduğunu iddia etmektedirler.  Bu kesim içinde ayrı bir grup ise olayın mezhepsel boyuta bakmakta. Zira Suriye’nin başındaki Esad’ın Nusayri olması ve Türkiye’ye gelen Suriyelilerin kahir ekseriyetinin Sünni olması üzerinden bir yargıları bulunmaktadır.

Suriyelilere karşı ilk başlarda muhafazakar/dindar kesim iktidarın söylemleri kapsamında Ensar/Muhacir yaklaşımı sergilerken ekonominin kötüleşmesiyle birlikte bu söylemden yavaş yavaş uzaklaşıldı. Bunda şüphesiz hükumetin mültecileri Avrupa’ya karşı sürekli bir koz olarak kullanması ve sınır kapılarını açma tehditleri de etkili oldu. Muhafazakar/ dindar kesim Ensar/Muhacir söylemlerinden çıkarak onların Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullanılmasını kabul etti. Ayrıca yaşanan ekonomik krizden de Suriyelileri sebep göstererek bir düşman/hedef bulunmuş oldu.

Türkiye’deki başka bir kesimin Arap nefreti ise başta Katar olmak üzer Körfez ülkelerinde gelen Arapların Türkiye’de birçok stratejik kurum ve yer almasından kaynaklı. Bu kesime göre Araplar ülkenin birçok önemli yerini çok ucuza kapatmakta. Bununla birlikte özellikle İstanbul’a gelen yoğun Arap turistler yüzünden başta Beyoğlu/İstiklal olmak üzere İstanbul yaşanmaz hale gelmiştir.

Sebep ne olursa olsun var olan gerçek Türkiye’de öğretilmiş bir ırkçılık olduğu. Yabancı/mülteci düşmanlığı tamamen eğitimsel ve kültürel bir olgu üzerinden gitmektedir. Tarihten gelen ve siyasilerin belirlediği kişi ve toplumlar yine aynı kişi ve kurumlar tarafından belirlenen sınırlar içinde ırkçılığa uğrar. Toplumun büyük bir kısmında önyargılara dayılı bir hayat anlayışı mevcut. Ötekinin her daim tehlikeli ve düşman olarak algılanması, üç tarafının deniz dört tarafının düşmanla kaplı olduğu öğretisi üzerinden yaşanan bir hayat. Siyasilerin kararlarını sorgulamayan halk her daim cezayı gücünün yettiğine kesmekte. Bunun sonucu olarak bir ölümden kaçan mülteciler başka bir ölümün pençesine düşmektedir. Kontrolsüz ve plansız bir şekilde ülkeye alınan milyonlarca mülteci zorunlu olarak geldikleri bu ülkede birçok sorun yaşamaktadır. Bir insanın normal şartlarda asla yaşayamayacağı bodrum katlarının fahiş fiyatlara kiralanması, insanların neredeyse karın tokluğuna çalıştırılması ya da 17-18 hatta bazen daha küçük yaştaki çocukların kuma olarak evlendirilmekte. Savaştan kaçıp gelen bu insanların bu sorunlarını konuşmayan ve bunu kendine dert etmeyen bir toplumun nasıl gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti olabilir ki?

Suriye savaşının başlamasının üzerinde neredeyse 10 yıl geçti. Bu süreçte gelen bu insanların geleceği ile ilgili kimsenin somut ve elle tutulur bir önerisi ya da projesi yok. Zaman geçtikçe bu problemin çözümü daha da girift hale geliyor. Bunun sonucu olarak Türkiye’ye adapte olamamış yetişkinlerin yanında iki kültür arasında kalan ve büyüyen çocukları daha belirsiz bir gelecek beklemekte. Doğrudan ya da dolaylı taraf olunan bir çatışmadan dolayı zarar gören veya yer değiştirmek zorunda kalan insanlara karşı sorumluluğumuz var ve bunun gereği yapmak mecburiyetindeyiz.

 

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

  1. Yazarın kasten yapmadığını umduğum hatalı bir bakışına değineceğim.
    Yazar diyor ki “Türkiye’de yaygın bir mülteci düşmanlığından çok yaygın bir Arap/Suriyeli düşmanlığı ve nefretinden bahsetmek daha doğru olur.”
    Oysa tam da bu bakış açısı mülteci düşmanlığını hafifseten ve teşvik eden düşünüş tarzını aklayıcı bir değerlendirmedir. Mesele özünde tam da yabancı düşmanlığıdır. Arap ve Suriyeli sığınmacı çoğunluk olduğundan hedef alınmaktadır. Ondan önce neden Ermeni ve KüÜrt düşmanlığı revaçta idi ve Arnavut veya Çerkez düşmanlığı gündemde değildi? Çünkü ekseriyet Kürt ve Ermeni olduğundan.
    TC elitlerinin bir doğruyu dile getirirken kendi ırkını aklayıcı bir tavrı içselleştirdiği burada da kendini ele veriyor.
    Neymiş, mülteci düşmanlığından değil de Arap ve Suriyeli düşmanlığından söz etmek gerekiyormuş!

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI