Perşembe, Nisan 25, 2024

Türkiye Putinizmi’nin oluşmasına karşı olağanüstü bir mücadele siyasetine ihtiyaç var

Tarihçi Ali Yaycıoğlu ile İmamoğlu davasının sonuçlarını ve muhalefeti konuştuk. Türkiye’nin hızla Putinizme savrulduğunu ifade eden Yaycıoğlu; bunu durdurmanın yolu muhalefetin güçlü işbirliği olduğunu ifade ederek; “Muhalefetin 1808’de olduğu gibi ‘Sened-i İttifak Ruhuna’ ihtiyacı var” dedi.

Sunuş

Türkiye zor bir kavşakta. Kavşağın bir yanında yeniden demokrasiye dönüş, diğer yanında Yaycıoğlu’nun ifadesiyle Putinizm var. Yaycıoğlu içinde olduğumuz süreci “Putinizm loaded” dönemi olarak tanımlıyor.

Türkiye’nin Putinizme savrulmaması için muhalefetin güçlü biçimde yan yana durmasının önemine değinen Yaycıoğlu, İmamoğlu’na verilen ceza karşısında birlik olmanın ve “gri alanların” sonuna kadar zorlanması gerektiğini ifade ediyor.

Muhalefetin topluma güven vermesinin önemine de değinen Yaycıoğlu, toplumun muhalefetten üst düzey bir güven ve emniyet ilişkisinde hareket etmesi beklentisi olduğunu ifade ederek; Osmanlı’da 1808’de imzalanan Sened-i İttifak Ruhu’na benzer bir birlikteliğe ihtiyaç olduğunu ifade ediyor. Yaycıoğlu; “Toplumun karşısında biz birbirimize kefiliz, birimizin yaptığı ve söylediklerinden demokrasiye geçilene kadar razıyız, sorumluyuz ve kefiliz derlerse hatta bir senet imzalarlar ise bu muazzam bir etki yaratır” diyor.

Türk siyasetinde, Türkiye tarihinde artık 14 Aralık kararı var. İBB Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasi yasağı da içeren bir karar verildi. Sonrasında yine İBB’ye yönelik bir terör soruşturması söz konusu. Bu adımların anlamını biliyoruz; Ekrem İmamoğlu’nu siyasetten en azından yakın zamanda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminden elimize etmek. Siz bütün bunları nasıl okudunuz?

Bütün bu olanlar bir yönüyle Ekrem İmamoğlu’ndan ne kadar korktuklarını gösteriyor. Hatta bu korku o kadar büyük ki, bu kadar pervasız hamleler yapıyorlar. İmamoğlu, toplumla ve toplumun farklı kesimlerle ilişkin kuran, duygu siyasetini bilen, genç ve başarılı bir belediye başkanı. Bununla birlikte Erdoğan’ı İstanbul’da iki kere devirmiş bir siyasetçi. Bu açıdan da Erdoğan’ın en büyük rakibi. Belli ki İmamoğlu’nun adaylığını, aday olmasa bile siyaseten etkili olmasını engellemeye çalışıyorlar. Hem de tabi İBB’ye el koymak istiyorlar. Seçime giderken İBB’nin ellerinde olmasını ya da muhalefetin elinde olmamasını istiyorlar. Bunlar o kadar kadar netki.

Aynı zamanda bu karar ile siyasi bir belirsizlik ortamı yaratılıyor. Aday tartışması üzerinden Altılı Masa ve genel muhalefetin dengesini bozma hedefleniyor. Yaratılan belirsizlikle farklı aktörlerin farklı adımlar atmasını, güven krizi yaşamalarını amaçlıyorlar.

Ama daha az net olan ve bence hepsinden daha önemli bir husus var.

Nedir o?

Aslında bu hamle yeni bir rejimin ayak sesleri olarak okunabilir. Cumhurbaşkanlığı sistemi bir tür rekabetçi otoriter sistem. Bu kavramı tam benimsemem de bu rejimi tanımlamak için elimizdeki analitik kavramlardan biri. İmamoğlu hamlesi rejimin “rekabetçi” özelliğini de ortadan kaldırmak ve tekmil olmuş bir otoriter rejime doğru atılan bir adım olabilir mi? Türk usulü Putinizm oluşmasına giden yolda önemli bir merhale.

İki hafta önce Bekir Ağırdır ile yaptığımız ve her hafta yazdığım Gezate Oksijen’de yer alan söyleşide de ifade ettim. Tam otoriter rejimlerin bir oluşma mekaniği var. Sanırım şu anda o mekaniğe girilmiş durumda. Arık gelişmeler Erdoğan’ın iradesini bile aşıyor sanki. İktidar öyle bir noktaya geldi ki, normal şartlarda kaybedecek; kaybetmemek için otoriter rejimi tam anlamı ile oluşturması, muhalefeti tamamen pasifize etmesi gerektiğini biliyor. Hatta biliyor dememek lazım. Bir iç güdü ile bu mekanik içinde davranıyor. Oraya sürükleniyor. Başka çaresi olmadığını düşünüyor. Şu anda İmamoğlu’nun olası adaylığı bu rejimin tesisinin önündeki en önemli engellerden biri. Bunu engeli ne pahasına olursa olsun kaldırmaya çalışıyor. Muhalefetin bun mekaniği durdurması gerekiyor.

Şu anda Putinizm loaded modundayız. Anladığım kadarı ile Saray’da bu konuda rejimin başka alternatifi olmadığını düşünen bir grup var. Ama hala Türkiye’nin kuvvetli demokratik birikimi, milli iradeye olan inanç, verilen demokrasi mücadeleleri buna karşı engel. Onun için İmamoğlu kararı ve soruşturmaları ve buna karşı verilecek tepkiler çok hayati. Bu kale düşerse, seçimler anlamını yitirebilir. Risk çok büyük.

PUTİNİZM LOADED

Putinizm’den tam kastınız nedir?

Tam otoriter bir rejim. Milli iradenin, seçimlerin anlamıni yitirdiği, bir lider kültü etrafında şekillenmiş, farklı ve bazen birbiri ile rekabet eden gruplardan müteşekkil bir yönetim. Güvenlik önceliği üzerinden oluşturulan bir bürokrasi. Tarihi hamaset… ve yapılan işlerin sanki milli çıkarlara uygunmuş, dünyada Batı hegemonyasına karşı bir bekâ meselesiymiş propagandasını yapan bir iletişim makina. Şu anda Putinizm loaded modundayız. Anladığım kadarı ile Saray’da bu konuda rejimin başka alternatifi olmadığını düşünen bir grup var. Ama hala Türkiye’nin kuvvetli demokratik birikimi, milli iradeye olan inanç, verilen demokrasi mücadeleleri buna karşı engel. Onun için İmamoğlu kararı ve soruşturmaları ve buna karşı verilecek tepkiler çok hayati. Bu kale düşerse, seçimler anlamını yitirebilir. Risk çok büyük.

İmamoğlu cephesi diyorsunuz ama bu karar ve soruşturmalarla İmamoğlu’nun adaylık şansı bitti görüşü var. Katılır mısınız buna?

Formel hukuk açısından yargı Ekrem Bey hakkında karar verdi. Ama bu ilk derece mahkeme kararı. Bu kararın, İstinaf ve Yargıtay süreci var. Bir de terör soruşturması var. Sanırım terör soruşturması kayyım ihtimalini çok arttırdı. İş tutuklamaya ve böylece Ekrem Bey’in seçim sürecinde kampanyada yer almamasını engeleme girişimine kadar gider mi? Buna cesaret edebilirler. Burada muhalefetin tutumu belirleyici olacak.

Yargının rejimin bir aygıtına dönüştüğü ortada. Bilmiyorum, Yargıtay’da hala bağımsız bir alan olduğu ifade ediliyor. Tüm yargı mensuplarını itham etmemek gerekir şüphesiz. Ama daha sistematik bakmalıyız. Yargının burada şu ya da bu şekilde bir otoriter rejim kurma aygıtına dönüştürüldüğünü görelim. Mücadelede yargı ayağını bırakalım demiyorum. Yargı ayağı hala çök önemli. Ama mücadeleyi çok daha farklı bir cepheye taşımak lazım.

YARGIYA KARŞI SİYASET ŞART

Yargı bir aygıt ise nasıl yapılacak yargı mücadelesi?

Yargı hiçbir zaman tam bağımsız olmaz. Tam bağımsız yargı bir iddiadır. Bu iddia bir yana pratikte yargı mekanizması hukuk öğretileri kadar, karmaşık müzakerelerle dolu siyasal bir süreçtir. Bazı hukukçular yargıdaki bu müzakerelerin, gruplaşmaların şeffaf olmasını isterler. Bazıları ise yargının mümkün olduğunca siyasetin dışında olması hatta değilse bile böyle bir resim vermesinin önemli olduğunu söylerler. Bu nazari tartışmayı bir kenara bırakalım. Bence muhalefet hala çok kuvvetli hukuki argümanlar ile yargı sürecinde etkili olabilir. Olur demiyorum, olabilir diyorum. Yargı sahasını tamamen terk edecek hali yok muhalefetin. Yargı mücadelelerine devam etmek, yargı mensuplarının tarihi sorumluluklarını sürekli hatırlatmak, kuvvetli savunmalar geliştirmek, orayı diri tutmak gerekiyor. Unutmayalım bu savunular otoriterliği engellemek için Türkiye’nin ana ve tarihi metinlerine dönüşecek.

Canan Kaftancıoğlu siyaseten yasaklanmış olduğu halde halen ve fiilen CHP İstanbul il başkanlığı görevini sürdürüyor. Formel alanın, prosedürel alanın dışına çıkarak olağan üstü siyaset imkanların zorlanması gerekiyor. Mesela Ekrem Bey’e yasak gelme riskine rağmen Ekrem Bey’in adaylığı öne çıkarılabilir.

GRİ ALANLAR KULLANILMALI

Peki diyelim yargı burada İmamoğlu için en üst düzeyden kararlar verdi, hukuki bir kararı tanımama şansı olabilir mi?

Niye olmasın. Bir kere birçok gri alan hala var. Mesela Canan Kaftancıoğlu siyaseten yasaklanmış olduğu halde halen ve fiilen CHP İstanbul il-başkanlığı görevini sürdürüyor. Formel alanın, prosedürel alanın dışına çıkarak olağan üstü siyaset imkanların zorlanması gerekiyor. Mesela Ekrem Bey’e yasak gelme riskine rağmen Ekrem Bey’in adaylığı öne çıkarılabilir. İmamoğlu ile mesela Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığı gibi formüller konuşulabilir. Sevgili Meslektaşım Murat Somer geçen hafta bu Politik Yol’da çok ilginç ve yaratıcı öneriler sundu. ABD’deki ticket formülünü geliştirdi. Çok değerli bir yazı. Bize çok ilginç imkanların olduğunu hatırlatan bir yazı. Artık olağan üstü bir mücadele yürütülmeli. Bunu görmemiz lazım. Adaylık da bu şekilde değerlendirilmeli.

Adaylık konusu kaçınılmaz olarak gündemde o zaman?

Evet, muhakkak. Ama aday kim olur olmaz tartışması bir yana, bildiğim birşey var: rejimin İmamoğlu hamlesinin üzerine üzerine gitmek gerekiyor. Üzerine üzerine. Türkiye’de Putinizm’in inşası karşısında en önemli cephe İmamoğlu cephesidir. Bu cephenin düşmesi Putinizm’in inşasının hızlandıracaktır. Bunu bilelim.

SIRADIŞI İTTİFAKLAR ŞART

Başka ne tür yollar var?

Yine Murat’ı zikredeceğim. Geçen haftalarda Olağan Üstü Demokratik Siyaset diye Politik Yol’da bir yazı kaleme aldı. Bu yazı da çok önemli. Bu olağan olağan üstü hal üzerinden rejim inşasına karşı yine olağan üstü demokratik siyaset üretilmeli. Prosedürlerin dışına çıkılmalı, iktidar şaşırtılmalı. Bazen sıra dışı ittifaklara gidilmeli. Söylem esnekliği oluşturulmalı. Enformel alan kullanılmalı. Mesela bir aday hukuken aday olamıyorsa bile o toplum mobilize edilerek, milyonlarca imza ile aday ilan edilmeli falan. Toplumsal duyarlılığı ve farkındalığı en üst düzeye taşımak için yeni ittifaklar, yeni stratejiler tasarlanmalı. Sokaklar dolup taşmalı. Ben sokağın önemli olduğunu düşünüyorum. Vurup kırmadan, meşru zeminde ama olabildiğince ses getirerek toplumsal gösterilerin yoğunlaşması lazım.

Olağan üstü demokratik siyasetin en önemli yolu, toplumu arkasına almak yani toplumsal muhalefeti mobilize etmektir. Yargı mücadelesi ve sandık güvencesi ancak toplumsal mücadeleyi mobilize ederseniz bir işe yarar.

Bu durum bu çıplaklıkta görülüyor mu bilmiyorum. Açık açık uyarmak lazım: İktidarın İmamoğlu hamlesi Türkiye Putinizm’in ayaksesidir. Bu kadar açık. Derhal çok kuvvetli ortak, birlik içinde, toplumu mobilize ederek tavır alınmalıdır.

Diyelim Kemal Bey aday oldu. Kemal Bey adaylığını nasıl formüle edecek. Ben ben ben yerine biz biz biz… Ama Eğer Kemal Kılıçdaroğlu aday olacaksa, Ekrem Bey’in muhakkak Kılıçdaroğlu’nun yanında, onunla beraber halkı bu mücadeleye davet etmesi gerekiyor. Bunu en iyi yapacak siyasetçi.

BİRDEN ÇOK ADAY BİR SEÇENEK

Murat Somer’in dediği gibi birden çok aday da bir seçenek midir?

Neden olmasın. Ama bunu söylerken birden çok aday rekabet etsin demiyorum. Murat’ın ticket önerisini beğeniyorum. Ya da şöyle düşünelim: Diyelim Kemal Bey aday oldu. Kemal Bey adaylığını nasıl formüle edecek. Ben ben ben yerine biz biz biz… Ama Eğer Kemal Kılıçdaroğlu aday olacaksa, Ekrem Bey’in muhakkak Kılıçdaroğlu’nun yanında, onunla beraber halkı bu mücadeleye davet etmesi gerekiyor. Bunu en iyi yapacak siyasetçi. Unutmayalım bu mücadelede 2019 ruhu bizim için çok önemli.

İmamoğlu Milli İrade gasbına karşı sembol ismi oldu. Bu bir siyasal harekete dönüşmeli.

Peki Akşener?

Merak Akşener’in son dönemdeki konuşmalarını çok beğeniyorum. Çok iyi hazırlanmış konuşmalar. Milliyetçi demokrasi arayışını da ilginç buluyorum. Gerçi 1980’lerin başında Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi vardı. Bazılarına onu hatırlatmaz umarım (gülüyor). Şaka bir yana, milliyetçi demokrat bir perspektif üzerine ben de yazdım. Liberal demokrasi ve milliyetçilik ilişkisinin yeniden tanımlanması gerektiğini düşünüyorum ve evet değerli buluyorum.

Şimdi bu söyleşiyi Merak Hamım okursa, biraz kızacaktır muhtemelen ama, evet ben de İyi Parti’nin Kürt meselesi konusunda bir hamle yapmasının gerektiğini düşünüyorum. Ama bunu Murat Sabuncu ile geçen yaz yaptığım programda ifade etmiştim. Bence İyi Parti Kürt sorununu çalışmalı. Samimi bir şekilde çalışmalı. İş olsun diye değil. Sorunu anlamalı. Tarihsel olarak doğru dürüst incelemeli ve gerçek demokratik bir çözüm için milliyetçi-demokrat bir arayışına girmeli. HDP ile otursunlar, bağra çağıra tartışsınlar. Seçime giderken sırası değil diyecekler muhtemelen… bilemiyorum. Bence tam sırası. Kürt seçmenle İyi Parti’nin arasındaki buzların erimesinin ortaya koyacağı sinerjiyi düşünsenize.

Adaylık meselesine gelince ben Meral Hanım’ın toplumu hareketlendirebildiğini görüyorum. Toplumla kurduğu diyalog, duygudaşlık çok kuvvetli. Aday kim olursa olsun Meral Hanım’ın en önde olması çok hayati. Hatta yine Murat’ın makalesine zikretmeliyim. Bir Kılıçdaroğlu-Akşener ticket’i da ciddi bir alternatif. Ama bunu yaparken aday ile tam bir güven ilişkisi içinde olmalılar. Biri diğerinden rol çalıyor hissi uyandırılmaması gerekiyor. Güven, güven, güven… Putinizmin inşasına karşı olağan üstü siyasi mücadelenin temel unsuru muhalefet aktörleri arasındaki güven.

Selahattin Demirtaş hapiste, tutsak yani. Buna rağmen Türkiyeyi en iyi muhakeme eden kişilerden biri. Sadece Türkiye’yi değil dünyayı da. Hem tarihsel hem küresel sezgileri çok kuvvetli. Ben Demirtaş’ın önemini Kürt sorunun çok ötesinde görüyorum. Çok büyük bir toplumsal karşılığı var.

MESELE LİDERLİKLERİ KOORDİNE ETMEKTE

Sanırım siyasi başarı bu liderlikleri koordine etmekte…

Her lider en iyi bildiği işi yaparsa en iyi sonuç alınır. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu Altılı Masayı kurdu, helalleşme meselesini gündeme soktu, Kürtlerle kapı arkası diplomasi yürütmedeki başarısı. Bütün bunlar önemli liderlik özellikleri. Kemal Bey’in belli ki güçlü bir koordinasyon yeteneği ve bu yönüyle de ilginç bir diplomat özelliği var. Bence Kemal Bey’in bu süreçteki rolü bu olmalı.

Ekrem Bey’in en iyi yaptığı şeyi biliyoruz. Toplumu müthiş mobilize edebiliyor. Heyecan verebiliyor. Aynı zamanda farklı toplumsal kesimlerle iş olsun diye değil, içerikli bir diyalog kurabiliyor.  En önemlisi gençlerle kurduğu yakınlık -ki, gençler bu seçimin belirleyicisi olacak-. Bunların hepsi önemli avantajlar. Yine söylüyorum: İmamoğlu milli irade gaspına karşı siyasal mücadelenin sembol ismidir.

Yine Meral Hanım son dönemdeki konuşmaları ile topluma önemli mesajlar veriyor. Kadınları en iyi mobilize edecek lider. Milliyetçiliği MHP’nin tekelinden kopardı aldı. Milliyetçi-demokrasi arayışında, milliyetçiliği demokrasi inşası ile uyumlaştırmaya çalışıyor.

Mansur Yavaş’ın da Türk toplumunda çok derin bir karşılığı var, ben bunun nasıl olduğunu tam çözemiyorum ama var.  Belki apolitik tarafı topluma çok çekici geliyor.

Ve tabi Selahattin Demirtaş hapiste, tutsak yani. Buna rağmen Türkiye’yi en iyi muhakeme eden kişilerden biri. Sadece Türkiye’yi değil dünyayı da. Hem tarihsel hem küresel sezgileri çok kuvvetli. Ben Demirtaş’ın önemini Kürt sorunun çok ötesinde görüyorum. Çok büyük bir toplumsal karşılığı var. 14 Aralık’ta Saraçhane’de Ali Babacan Demirtaş’tan bahsedince halktan gelen büyük alkışı hepimiz duyduk. Dışardaki liderlerin Demirtaş’ın tespitlerinden yararlanmaları gerekiyor.

Mithat Sencar’in liderliği çok önemli. Bunu da ifade etmek istiyorum. Türkiye’de iç barış ve tarihsel yüzleşme konusunda en önemli çalışmaları yapmış akademi kökenli bir lider. HDP’nin muhalefetin geneli içindeki konumu en iyi şekilde koordine edecek lider.

Aslında kadro hiç fena değil öyle değil mi? Daha da devam edebilirim. Mesala Erkan Baş. Aslında TİP bana biraz 1930’ların solunu hatırlatıyor ama Erken Bey’in son çıkışları çok anlamlı ve samimi.

Altılı Masa’nın tarihi misyonu evet Türkiye’de demokrasiyi ve büyük uzlaşıyı tesis etmek. Ama aynı zamanda Türkiye’de Putinizm tehlikesini tarihe gömmek. Onun için, Altılı Masa önümüzdeki riskleri, sadece Türkiye’nin ötesinde küresel anlamda değerlendirmek zorunda.

PUTUNİZMİ TARİHE GÖMMELİYİZ

Ahmet Davutoğlu?

Burada Ahmet Davutoğlu hakkında ayrıca bir şeyler söylemem gerekiyor. Biliyorsunuz Ahmet Bey yine Politik Yol’da Altılı Masa’nın tarihsel önemi ve düşünsel çerçevesi hakkında çok mühim bir yazı kaleme aldı. Habertürk’te katıldığı programda bu yazıyı benim önerim sonunda yazdığını ifade etti, beni onurlandırdı. Ahmet Bey’in evinde uzun bir sohbet yapmıştık. Ahmet Hoca benim için ayrıca bir meslektaş, biliyorsunuz. Ahmet Davutoğlu’nun Altılı Masa’nın teorik ve tarihsel çerçevesini kurma konusunda çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Altılı Masa’nın tarihsel önemini ve Türkiye’yi dönüştürme potansiyelini kuvvetli bir şekilde ortaya koydu. Bu yazılarına devem edecek sanırım.

Ahmet Hoca’nın çerçevesine bir şey daha eklemek istiyorum. Altılı Masa’nın tarihi misyonu evet Türkiye’de demokrasiyi ve büyük uzlaşıyı tesis etmek. Ama aynı zamanda Türkiye’de Putinizm tehlikesini tarihe gömmek. Onun için, Altılı Masa önümüzdeki riskleri, sadece Türkiye’nin ötesinde küresel anlamda değerlendirmek zorunda. Mesele sadece demokrasiyi, hukuku, devleti, ekonomiyi tesis etmek değil. Unutmayalım, karşımızda Putinist bir rejimin oluşma aşaması var. Bunu durdurmamız gerekiyor. Altılı Masa bunu görüp, engelleyecek olağan üstü yöntemler geliştirmeli. Altılı Masa Murat’ın deyimi ile olağan üstü siyasetin merkezi, koordinatörü olmalı ve toplumu, tüm bileşenleriyle, en üst düzeyde mobilize edecek, bir siyasal süreci, sistemli şekilde yönetmeli. Yine tekrarlıyorum: Risk görüldüğünden çök daha büyük.

Liderler toplumun karşısında biz birbirimize kefiliz, birimizin yaptığı ve söylediklerinden demokrasiye geçilene kadar razıyız, sorumluyuz ve kefiliz derlerse hatta bir senet imzalarlar ise bu muazzam bir etki yaratır. Toplumun muhalefetin üst düzey bir güven ve emniyet ilişkisinde hareket etmesi beklentisi var.

SENED-İ İTTİFAK RUHUNA İHTİYAÇ VAR

Altılı Masa 8 toplantı yaptı. 9. toplantıyı yapacak. Her toplantı öncesi liderler birbirleri ile görüşüyorlar. Bugüne kadar adaylık meselesinin konuşulmadığı söyleniyor. Bana liderlerin birbirlerine karşı daha samimi olmaları gerekiyor gibi geliyor. Belli ki aralarında hala bir mesafe var. Oysa daha çok karşılıklı güvene ihtiyacımız var liderler arasında, özellikle bu süreçte…

Benim gördüğüm masada belli bir güven ilişkisi var. Türk siyasi tarihinin diğer dönemleriyle karşılaştırdığımda liderler arasında güven bence yüksek. Herkes herkesin kuyusunu kazıyor durumu yok.  Samimiler ancak unutmayalım onlar siyasi parti liderleri ve siyasi pozisyonları da var, partilerinin kendi elitleri ve örgütleri var. Kolay iş değil.

Bu noktada ben bir şey önermek istiyorum. Bizim Osmanlı siyasal geleneğinde ilginç bir kavram var; Kefalet. Biz de bu kavramı kullanabiliriz. Bu bir anlamda Sened-i İttifak Ruhu.

Açsak biraz hocam bunu…

1808’de imzalanan ve Osmanlı-Türk Anayasal tarihinin en önemli metinlerinden biri olan Sened-i İttifak’ta imzacılar birbirlerine müteselsilen kefil olurlar. Aslında Sened-i İttifak bir kefalet senedidir. Bu kefalet meselesi, liderler arasındaki güven tesisi için çok uygun bir araç. Hem hukuki ve hem de ahlaki bir derinliği var. Ben bunu her liderin diğerlerine yani herkesin herkese birden kefil olması olarak tanımlıyorum. Toplumun karşısında biz birbirimize kefiliz, birimizin yaptığı ve söylediklerinden demokrasiye geçilene kadar razıyız, sorumluyuz ve kefiliz derlerse hatta bir senet imzalarlar ise bu muazzam bir etki yaratır. Toplumun muhalefetin üst düzey bir güven ve emniyet ilişkisinde hareket etmesi beklentisi var.

O zaman yeni bir Sened-i İttifak ruhuna ihtiyaç var?

Evet, bence var… ki bu hem seçime kadar olan süreçte hem de parlamenter sisteme kadar olan süreci de kapsayabilir. Açıkçası çok önemli bir eşikteyiz. Muhalefetin güven ve birlik içinde hareket etmemesi toplu intihar demektir.

Bunu pek çok kişi paylaşıyor…

Paylaşıyor ama yapması gerekeni kaçı yapıyor ondan emin değilim.

Tekrar söyleyeyim: Bir kırılma noktasındayız. İşler çok kötü de gidebilir, iyiye de. Şu anda yüzde 50 – yüzde 50 noktasındayız. Bunu muhalefet başta olmak üzere herkesin anlaması gerekiyor. Panik yapmayalım ama evet, ısrarla söylemek lazım Türkiye’de otoriter rejim tesisi mekaniğine girdi. İmamoğlu cephesi düşerse çok büyük bir eşik aşılmış olacak. CHP ve İyi Parti liderliğinin bu durumun ciddiyetini kavradığını umuyorum.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI