Mısır ve Türk halklarının konuya dair yaklaşımı ise aslında kimse tarafından merak edilmiyor. Halbuki liderler düzeyinde yürütülen dış politika modelinde, halka ve sivil topluma inmeyen, ekonomik ve kültürel ilişkilerle desteklenmeyen uzaklaşma veya normalleşme adımlarının ne kadar kalıcı ve sürekli olabileceği ise geçmişteki benzer örneklere bakılarak kolayca tahmin edilebilir.

Mısır’ı 1981-2011 yılları arasında 30 yıl boyunca yöneten Mareşal Hüsnü Mübarek, 2010 yılı sonunda Tunus’ta başlayan sokak hareketleri dalgasının Arap haklarının geneline yayılma istidadı göstermesi sonucunda, 2011 Şubat ayında görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Soğuk Savaş döneminde Arap Dünyası’nın başat aktörlerinden biri olan Mısır, bundan sonraki birkaç yılı son derece çalkantılarla dolu geçirmiş, el değiştiren iktidar mekanizması devrim-karşı devrim sürecinde yeniden “müesses nizamın” elinde kalmaya devam etmişti.

Bu süreçte, Mübarek’in devrilmesi sonrasında Müslüman Kardeşler öncülüğündeki yeni hükümete büyük destek veren Türkiye ise, 3 Temmuz 2013’de Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yönetimine Mısır ordusunca darbe yapılarak son verilmesinin ardından Kahire ile ilişkilerde büyük sorun yaşamaya başladı. Bu süreçte Müslüman Kardeşler mensubu cumhurbaşkanı Mursi’yi deviren bir başka mareşal Abdülfettah el-Sisi ise Türkiye’de hızla nefret objesine evrilmiş ve iç siyasette dahi kullanılan bir siyasi metaya dönüşmüştü (bkz: 2019 İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimleri öncesi partisinin kampanyasına katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mitingdeki kalabalığa “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz [Binali] Yıldırım mı?” diye sorması).

Bu sürecin asıl kaybedeni ise iktidardan alaşağı edilerek baskı ve tarassut altına alınan Müslüman Kardeşler yapılanması ve cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirilen Muhammed Mursi olmuştu. Nitekim Mursi 2013 darbesinin ardından tutuklanarak cezaevine gönderilmiş ve 2019 Haziran ayında hapishanedeyken hayatını kaybetmişti. Bu şüpheli ölüm de Türkiye’de hızla karşılık bulmuş, Erdoğan resmi Twitter hesabından şu açıklamayı yapmıştı: “Mısır'ın demokratik seçimle göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı, kardeşim Muhammed Mursi'nin vefat ettiği haberini teessürle öğrendim. Tarihin en büyük demokrasi mücadelelerinden birini veren Şehit Muhammed Mursi'ye Allah'tan rahmet diliyorum.” Ancak Erdoğan’ın Mursi için İstanbul’da kılınan gıyabi cenaze namazı sırasında (Diyanet İşleri Başkanlığı organizasyonuyla 18 Haziran'da Mursi için tüm yurtta gıyabi cenaze namazı kılınmıştı) söyledikleri ise oldukça sertti. Cenaze namazında doğrudan Sisi’yi hedef alan Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Şahsen benim şu anda bunun normal bir ölüm olduğuna inancım yok. Zira o kadar ki ailesine Muhammed Mursi'yi teslim edemeyecek kadar bunlar korkak ve Muhammed Mursi'nin vasiyeti var. Vasiyetinde Mursi ölümünde köyüne defnedilmesini arzu etmiş. Bunlar bunu tabii kabullenemedi ve Sisi burada da yine aynı anlayışını, aynı zulmünü devam ettirdi… Unutmayın bu ülkede de Sisi'ler var, benzerleri var. Onun için çok dikkatli olmaya mecburuz…” Ancak, meşhur Britanyalı siyasetçi Lord Palmerston’ın Britanya dış politikası için 19. yüzyılda söylemiş olduğu “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır” sözü realpolitikçiler ve dış politikada her dönemin “realist”leri için geçerliydi. Türkiye’nin de ebedi dostları ve ebedi düşmanları olmayacak, bir zamanlar iç politikada bile rahatlıkla nefret objesi haline getirilebilen bir yabancı ülke devlet başkanı için bu sefer methiyeler düzme dönemi başlayacaktı.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın resmi websitesinde yer alan Türkiye-Mısır Siyasi İlişkileri bilgi notunda ise, geçmişe dönük olarak yazılan şu satırlar, aslında Ankara’nın Mısır’la ilişkilerde yeni bir sayfa açmak istediğinin de en net ifadesi olarak okunabilir:

3 Temmuz 2013’de Cumhurbaşkanı Mursi yönetimine son verilmesinden bu yana iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler Maslahatgüzar seviyesinde yürütülmektedir. Ağustos 2020 itibarıyla iki ülke arasında başlayan normalleşme girişimleri kapsamında, Dışişleri Bakan Yardımcıları başkanlığında 5-6 Mayıs ve 7-8 Eylül 2021 tarihlerinde ilki Kahire’de, ikincisi Ankara’da olmak üzere iki tur siyasi istişare gerçekleştirilmiştir. TBMM’de 29 Nisan 2021 tarihinde Mısır ile Parlamentolararası Dostluk Grubu kurulmuştur.” Bu adımların ardından karşılıklı ziyaretlere ve normalleşme adımlarını üst seviyeye taşıyan adımlara yer veriliyor bilgi notunda; en kritik gelişme ise “Sayın Cumhurbaşkanımız, FİFA Dünya Kupası’nın açılış töreni vesilesiyle ziyaret ettiği Doha’da 20 Kasım 2022 tarihinde Mısır Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sisi ile bir görüşme gerçekleştirmiştir” ifadeleriyle dile getiriliyor. Gelinen noktada 4 Temmuz 2023 tarihinde Dışişleri Bakanlıkları tarafından yapılan ortak resmi açıklamada ise iki ülke arasında uzun zamandır maslahatgüzar seviyesinde tutulan ilişkilerin karşılıklı büyükelçilik seviyesine yükseltildiği belirtiliyor ve yine yukarıdaki ‘liderlerarası ilişkiler’ intibaı veren şu formülasyona yer veriliyor: “İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesinin yükseltilmesi, iki ülke Cumhurbaşkanlarının aldığı karar uyarınca uygulamaya konulmuştur.

Yani liderler düzeyinde başlayan gerilimin yine liderler düzeyinde son erdirildiğini ima ediyor bu formülasyon. Mısır ve Türk halklarının konuya dair yaklaşımı ise aslında kimse tarafından merak edilmiyor. Halbuki liderler düzeyinde yürütülen dış politika modelinde, halka ve sivil topluma inmeyen, ekonomik ve kültürel ilişkilerle desteklenmeyen uzaklaşma veya normalleşme adımlarının ne kadar kalıcı ve sürekli olabileceği ise geçmişteki benzer örneklere bakılarak kolayca tahmin edilebilir.

Buna mukabil geçmiş örneklerden ve bölgedeki jeopolitik nüfuz, güç rekabeti ve dengelerden hareketle şu tespit rahatlıkla yapılabilir: Bir sonraki güç mücadelesine kadar, taraflar silahlarını toprağa gömdü. Her ne kadar halihazırda ilişkilerde bahar havası varmış gibi görünse de, gerçek bir ihtiyaca ve toplumsal desteğe dayanmayan, tarafların bölgesel/uluslararası konjonktür gereği atmak zorunda kaldıkları normalleşme adımlarının orta ve uzun vadede önemli bir işbirliği sürecine evrilebilmesi çok mümkün görünmüyor. Karşılıklı bağımlılığa ve anlamlı/derin bir işbirliğine dayanmayan bu türden ‘liderlerarası jestlerin’ dış politikada sürdürülebilirliği ise bir sonraki jeopolitik kriz anına kadardır. Nitekim Mısır basınına yansıyan ve Mısırlı yetkililerin zaman zaman yaptıkları ihtiyatlı, hatta suçlayıcı yorum ve haberler de bu tespiti doğrulamaktadır.

Yine de geç kalmış bu normalleşmenin hiç yoktan iyi olduğu söylenebilecek ve iki önemli bölgesel güç arasında kurumsal diyalog zemininin yeniden başlatılması önemli bir kazanç sayılabilecektir.

ü

Editör: Mehmet Akif koç