Umuyorum şu ana kadar sürdürülen politika iç siyaset ile alakalı bir şekilde bozulmaz ve Türkiye hem kendine hem de dünyaya büyük bir hayır yapmış olur. Ya da en azında bunun için çabalar. Zira Türkiye’nin bu konuda her şeye karşın ciddi bir potansiyeli var.   7 Ekim sabahı dünya büyük bir kabusa uyandı. Bu öyle bir kâbus ya da önlenemez ise kâbusun başlangıcı ki birçoğumuz uzun zamandır en önemli odak noktamız olan Ukrayna işgalini bile neredeyse ikinci plana ittik. Neydir bu olay? Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın 7 Ekim sabahı İsrail’e ‘Aksa Tufanı’ adlında başlattığı operasyon ve bunun üzerine İsrail’in 1973 yılından beri devreye sokmadığı anayasanın 40. Maddesini işleterek savaş ilan etmesi. Gazze Şeridi’ni bir şekilde kontrol altında tutan Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin de katıldığı operasyon bölgedeki güç dengesini ve belirli süredir oynanan oyunun kurallarını değiştirecek nitelikte.

Operasyon sonrasında yaşanan gelişmeler bölgeden başlayarak tüm dünyaya yayılabilecek bir değişimin ilk ateş fişeği olabilir. Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeler ile İsrail arasındaki normalleşme girişimlerinin uzun süre rafa kalkacağı kesin olsa da bunun ötesini şimdiden tahmin etmek hiç de kolay değil. Ancak konunun çok farklı boyutları olduğu aşikâr ve bu süreçte Türkiye geçmiş günahlarına karşın iyi bir pozisyon almış durumda. Eğer aldığı pozisyonu devam ettirebilirse hem kendisine hem bölge hem de dünya için çok hayırlı bir iş yapmış olur.

NELER OLDU VE DAHA DA OLABİLİR?

Türkiye’nin oynayacağı rolden önce yaşanan olayın bize gösterdiklerine bakalım. İlk olarak bu olayın MOSSAD ya da İsrail güvenlik birimlerinin göz yumması sonucunda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun siyasi ömrünü uzatmak için yapıldığını düşünmek gerçeklik dışı. 73 yaşındaki liderin siyasi ömrü hem daha nereye kadar uzayabilir hem de böyle bir olay sonuçları ne olursa olsun siyasi olarak öncelikle ona zarar verecektir. Aynı şekilde bu olay bizlere gösteriyor ki yeni milenyumda öyle alt edilemez ya da kendi coğrafyasında kuş uçurmayacak güçler artık yok. Birbirlerini farklı açılardan kesen birçok değişik güç unsuru kendilerine yeniden değişik oyun alanları kurabilirler.

İkinci olarak yaşanan olayın öncesindeki güç dengelerine ve sonrasında farklı ülkelerin aldığı pozisyonlara baktığımız zaman birçok konunun birbiri ile bağlı olduğunu da göreceğiz. Öncelikle küresel dünya sistemi ile sorunu olan İran’ın ve de diğer farklı Müslüman güç odaklarının Abraham Anlaşmaları ile İsrail’in Sudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile normalleşmesine karşı olduğunu biliyoruz.

Bu ‘normalleşme’ sürecini diplomatik olarak bozamayacağı için pek ala Hamas’ı kullanmış olabilir. Zira Müslüman dünyasının aktörleri için doğrudan Hamas ve Filistin ayrımı yapmak hiç de kolay değil ve hem siyasal hem de sosyolojik olarak böyle bir olaydan sonra İsrail ile yan yana duramazlar. Bu noktada yaşananları bir anlamda hem vesayet savaşı hem de diplomatik kanalların kapatılmaya çalışılması olarak görebiliriz.

Dahası yaşanan olay Arap dünyası için hiçbir şeyin siyah ve beyaz şekilde ayrılamayacağını da gösteriyor. Zira bir yandan batıda inanılmaz bir kamu diplomasisi yapan Mohammed Bin Salman’ın bu süreçte oynayacağı rolün şiddetinin toparlamaya çalıştığı imajına nasıl etkisi olacağını bilemeyiz. Aynı şekilde Dünya Kupası ile görece imaj değiştirmeyi beceren Katar’ın Hamas’ı açıktan finansal olarak desteklediğinin yeniden yüksek ses ile söylemesi onun da imajına vurulan büyük bir darbe oldu. Kısacası Körfez ülkelerinin yıllardır uygulamaya çalıştıkları yumuşak güç pratikleri bir olay ile yerle bir olmak üzere.

Son olarak böyle bir olay, eğer konuya doğrudan insan hakları perspektifinden bakacak olursanız öncelikle hâlihazırda pejoratif olarak algılanan İslamcılık düşüncesinin daha da kötü algılanacağı gerçeği ile bizleri yüzleştirecektir. Hamas ile Filistin’in doğrudan aynı şeyler olduğunu düşünmek ile başlayan bu süreç eğer Müslümansan ya da Filistin’in yanındaysan sen de ‘kötüsün’ ile devam edebilir.

Türkiye’nin arabulucu rol oynamasındaki en büyük yumuşak karşı sanıyorum toplumu. Fatih Camisi önünde toplanıp ‘Mehmetçik Gazze’ye’ diye slogan atan kitle bir yandayken, anlamsız şekilde kendi parti politikaları ile uyumsuz şekilde olayda taraf olmaya çalışan bir muhalefet kamuoyu var.

Benzer şekilde 2023 olaylarının başında İsrail’in mağdur olması onların da uluslararası hukuka uymadıklarını ya da bundan önce insanlık suçu işlemedikleri anlamına gelmemektedir. Dahası Gazze’ye olası bir kara harekâtında bölgedeki sivilleri hedef aldıklarında olayları daha da geri dönülmez bir noktaya çıkarabilirler. Bu da sadece bölge ile sınırlı bir durum olmaz. Çatışmaların sınır aşan boyutunu düşündüğümüzde Batı’da terör saldırıları ya da toplumsal sorunların olması da kaçınılmaz olacaktır.

HER ŞEYE KARŞIN TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ

Olayların başladığı 7 Ekim günü Türkiye muhalefeti belki de tarihinin en kötü sınavını verdi. İslamcı reflekslerinin rasyonalitelerinin önüne geçtiği Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve de Refah Partisi yaşananların esasında doğrudan Filistin halkının tarihi haklılıklarını baltalayacağını göremediler. Ya da tercih etmediler. Benzer şekilde CHP’nin mevcut genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve de genel başkan adayı Özgür Özel de tarihe utanç olarak geçecek irrasyonel açıklamalar yaptılar. Buna karşın şaşırtıcı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve de Dışişleri Bakanlığı dengeli ve de tarafları uzlaşmaya çağıran açıklamalarda bulundurlar.

Şaşırtıcı şekilde diyorum zira Adalet ve Kalkınma Partisi geçtiğimiz yıllarda açıktan Filistin yanında olmanın çok ötesine geçmişti. Hatta hafızam beni yanıltmıyorsa Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 içerisinde Hamas’ın önde gelen aktörlerini sarayında ağırlamış ve onlarla çekinmeden kameralar karşısına çıkmıştı. Dahası yerel seçime giden Türkiye’de iktidar partisinin tabanının bu konuda nasıl İsrail karşıtı olduğu da çok iyi bilinen bir gerçek. Ancak bütün bunlara karşın Türkiye taraflara sükûnet çağrısı yaparak bölgede tansiyonu düşürmeye niyetli olduğunu gösterdi. Dahası anlaşılan Amerika Birleşik Devletleri de bunun farkında ve bu nedenle de iki ülkenin dış işleri bakanları yanın diyalog halinde.

Sanıyorum Türkiye’nin şu an için geçmişte yaptığı hatalı hamleleri işin içine karıştırmadan daha rasyonel hareket etmesinde mevcut siyasi ve de bürokratik aktörlerin önemi büyük. Demek istediğim esasında şu. Mayıs seçimleri sonrasında dışişlerine atanan Hakan Fidan geçmiş devlet görevinden dolayı bölgeyi, bölgedeki aktörlerin manevra kabiliyetlerini ve de olabilecek olayların sonrasını görebiliyor. Bununla beraber kendinden önce bakanlıkta etkin konumda olan Feridun Sinirlioğlu ve onun eski ekibi de çok çetrefilli zamanlarda İsrail’de görev yaptılar. Şu anda bakanlıkta karar alma merciinde bulunan bu kişiler kuşkusuz Türkiye’nin politikalarında etkili oluyorlardır.

Aynı şekilde konunun bir de dini boyutu da bulunmakta. İslamcı cenahın entelektüellerinden olan İbrahim Kalın’ın yönettiği bir MİT’te konuya farklı bakıyordur kuşkusuz. Bu iki bileşen seküler unsurlarında bölge barışını destekleyen uzun zamanlı hedefleri ile birleşerek bu konuda rasyonel bir tavır sergileyebilir. Anlaşılan da o ki şu ana karar sergiliyor görünüyor. Bununla beraber Erdoğan’ın iki tarafın liderleri ile görüşme kapasitesinin olması da önemli bir artı.

Türkiye Müslüman çoğunluğa sahip, batı ile de çok rahat ilişki kurabilen stratejik bir ülke. Aynı zamanda da bölgenin tarihsel olarak eski sahiplerinden. Hâl böyle olunca da konuların dışında kalması imkânsız.

Ancak Türkiye’nin arabulucu rol oynamasındaki en büyük yumuşak karşı sanıyorum toplumu. Fatih Camisi önünde toplanıp ‘Mehmetçik Gazze’ye’ diye slogan atan kitle bir yandayken, anlamsız şekilde kendi parti politikaları ile uyumsuz şekilde olayda taraf olmaya çalışan bir muhalefet kamuoyu var. Bu noktada konu özelinde sanki hem İsrail hem de Hamas hatalı demek çok da zormuş gibi, elmalar ile armutları hiçbir şekilde ayıramayan bir çoğunluk şu an için Türkiye. Hâl böyle olunca da devletin arabulucu rol oynaması kamuoyu baskısı yüzünden zorlaşıyor.

Ancak şunu da unutmamak lazım. Türkiye Müslüman çoğunluğa sahip, batı ile de çok rahat ilişki kurabilen stratejik bir ülke. Aynı zamanda da bölgenin tarihsel olarak eski sahiplerinden. Hâl böyle olunca da konuların dışında kalması imkânsız. Bu noktada da dahil olması kaçınılmaz olan bu konuda en rasyonel tavrı takınması hem kendisi hem bölge hem de dünya için önemli bir noktada. Umuyorum şu ana kadar sürdürülen politika iç siyaset ile alakalı bir şekilde bozulmaz ve Türkiye hem kendine hem de dünyaya büyük bir hayır yapmış olur. Ya da en azında bunun için çabalar. Zira Türkiye’nin bu konuda her şeye karşın ciddi bir potansiyeli var.

Editör: A.Erdi Öztürk