Cuma, Nisan 19, 2024

Türkiye İran olur mu?

Hiçbir zaman şak diye “şeriat geldi” demeyecek hiç kimse; şak diye kadınlara ve toplumun diğer bireylerine yasaklar getirilmeyecek. Bunlar yıllar içinde adım adım yürütülen süreçlerdir ve Türkiye şu an tam da böylesi bir eşiktedir.

Türkiye, tarihi bir dönemecin eşiğinde; muhalefet bloğunun karşısında Türkiye tarihinin belki de en gerici ittifakı şekillenmiş durumda. Domuz bağıyla insan katleden, işkenceli sorguları kaydeden, insanları bina temellerine ve mezar evlere gömüp üzerine beton döken, insanların kafatasına beton çivisi çakıp arkadan enselerine kurşun sıkan, kafatasçı faşistler, çocuk tacizcisi tarikatlar, kadın ve LGBTİ+ bireylere düşman radikal dinciler: Bermuda Şeytan Beşgeni misali bir yapıyla karşı karşıyayız.

Durum öyle bir hâl aldı ki AKP içinden üst düzey yetkili kadınlar bile böylesi bir kadın düşmanlığını sineye çekemiyorlar ve “kendi mahallelerinden” kaynaklı ağır bir saldırı ve hakaret sarmalı içindeler. Radikal dinci odakların baskısıyla İstanbul Sözleşmesi rafa kaldırıldı ve şimdi de seçimleri kazanmak uğruna 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırılması gündemde.

Yeniden Refah Partisi’nin AKP’ye “dayattığı” protokolde, “Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir. Milli Eğitim müfredatının milli ve manevi değerlerimize uygun hâle getirilmesi ve gerekirse aykırı sözleşmeler dahil her türlü düzenlemelerin gözden geçirilmesi temin edilecektir. Toplum sağlığına ilişkin sözleşmelerin milli çıkarlarımıza uygun hâle getirilmesine çalışılacaktır.” gibi ifadeler yer alıyor.

Bu gerici protokolden de anlaşılacağı üzere, en büyük hedef 21. Yüzyıl Türkiye’sinde kadınların kazanımlarını ortadan kaldırmak ve hayatı LGBTİ+ bireylere yaşanamaz hâle getirmektir. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 2019 verilerine göre Türkiye’de 29 milyon 929 bin 738 kadın seçmen var. Yani Türkiye’deki seçmenlerin yüzde 50,7’si kadınlardan oluşuyor ve 6 milyon yeni seçmenin ilk kez oy kullanacağı düşünüldüğünde bu sayı daha da artacak demektir. Böylelikle; gerici ittifaklar Türkiye toplumunun ve seçmen kitlesinin yarısını oluşturan kadınları zapturapt altına almak ve hayatı onlara dar etmek istiyorlar.

Kitabın ortasından konuşayım; bu zihniyetin kadınları köle pazarlarında satan IŞİD’den, kadınları yanlarında mahrem erkekler olmadan sokakta yürüyemez hâle getiren ve kız çocuklarını okula gitmekten men eden Taliban’dan, okula gitmek isteyen kız çocuklarını kaçırıp köle yapan BOKO-HARAM’dan ve özgürlüğü için mücadele eden kadınları sokaklarda katleden ve kız öğrencileri zehirleyen İran’ın molla rejiminden herhangi bir farkı yok. Aynı kumaşın farklı renkleridir bunlar!

Tüm bu basmakalıp standartlar kime ve neye göre belirleniyor? 85 milyonluk bir ülkede adına “toplumsal ahlak normları” denilen safsatalar bütünü kimin inancına, ideolojisine, mezhebine ve dünya görüşüne göre saptanıyor? Kadınlara hayatı “ahlakçılık” üzerinden dar eden radikal dinci faşistler neden gerici tarikat ve vakıf yurtlarında çocuklara tecavüz edilmesine ve henüz 6 yaşındayken kız çocuklarının müritlerle “evlendirilmesine” seslerini çıkarmıyorlar? Çünkü “ahlaklı” olmakla “ahlakçı” olmak birbirinden çok farklı duruşlardır.

Hiçbir zaman şak diye “şeriat geldi” demeyecek hiç kimse; şak diye kadınlara ve toplumun diğer bireylerine yasaklar getirilmeyecek. Bunlar yıllar içinde adım adım yürütülen süreçlerdir ve Türkiye şu an tam da böylesi bir eşiktedir. Zamanla toplumsal hayatın farklı alanlarına yasaklar getirilerek zemin İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması için hazırlandı. Şimdi de sıra 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırılmasıyla tabuta son çivinin çakılmasına geldi.

Türkiye’de de tıpkı İran’da olduğu gibi ilerleyen dönemlerde kadınlara baskı kuran Ahlaki Emniyet Polisi türevi bir yapılanmanın oluşturulmayacağının bir garantisi var mı?

İran’da da 1979 İslam Devrimi sonrasında kadınlara yönelik getirilen yasaklar ve baskılar da bir günde olmadı, adım adım tasarlanan bir toplumsal mühendislik ve yasal mevzuat değişiklikleriyle zaman içine yayılarak baskı arttırıldı. 1979 İslam devriminden bu yana İran’da oluşan müesses nizamın en önemli faaliyeti toplumsal hayata, yaşam biçimine ve özellikle kadınlar başta olmak üzere halkın giyim, kuşam ve başörtüsüne müdahale oldu.

Devrimin hemen sonrasında devrimin önderi Ayetullah Humeyni’nin Refah Okulu’ndaki ünlü konuşmasında “kadınlar kendi iffetlerini korumak için başörtüsü takmak zorundalar” demesi İran’da başörtüsü zorunluluğunun başlangıcıdır. Ayetullah Humeyni’nin bu konuşmasından bir gün sonra, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde İranlı kadınlar yoğun bir kar yağışı altında Tahran’da 10 bin kişilik bir protestoyla zorunlu örtünmeye karşı çıktılar ve aslında bu eylem İran’da devrim sonrası zorunlu başörtüsüne karşı yapılan ilk kitlesel eylemdi.

İran rejiminin kadınlara karşı resmî saldırı hattını sokaktaki Ahlak Polisleri oluşturuyorlar. Aslında bu yapının adı Ahlaki Emniyet Polisi ve hedefi resmî olarak “Sosyal Yaşamın Güvenliğini Artırmak” şeklinde tanımlanıp Kültür Devrimi Yüksek Konseyi’nin belirlediği toplumsal eylem planlarını sahada birebir uygulamak için kuruldu.

1979 İslam Devrimi’nden bu yana farklı kisveler altında rejim sokaklarda kadınların yaşam ve giyim tarzına hep müdahale etti ancak bu görevin resmen özel bir polis birimine verilip kurumsallaşması 2005 yılına tekabül ediyor. Ancak öncesinde Devrim Komitesi ekipleri eliyle sokaklarda kadınlara müdahale ediliyordu ve adım adım süreç Ahlaki Emniyet Polisi’nin kurulmasına kadar aşama aşama getirildi.

Siyasal İslam’ın yükselişiyle birlikte hep sorulan o meşhur “Türkiye İran olur mu?” sorusu yine akıllara geliyor bugünlerde. Türkiye’de de tıpkı İran’da olduğu gibi ilerleyen dönemlerde kadınlara baskı kuran Ahlaki Emniyet Polisi türevi bir yapılanmanın oluşturulmayacağının bir garantisi var mı? İranlı kadınlar Eylül ayından bu yana tarihlerinin en güçlü feminist ve özgürlük mücadelesini verdikleri tam da bugünlerde Türkiye’de radikal dinci gerici ittifaklar Türkiye kadınlarının tüm haklarına ve kazanımlarına çökme niyetlerini gizlemiyorlar. Öte taraftan Türkiye’deki İslami kesimden bazı kişi ve grupların İranlı kadınların başlattığı özgürlük hareketine ilk günden beri saldırarak radikal dini temelli bir karanlık bakışla konuya yaklaşması da unutulmamalıdır ve Türkiye açısından endişe vericidir.

Günümüzde 6 yaşındayken bir kız çocuğunun “evlendirildiği” veya çocuklara tecavüz edildiği tarikat ve vakıflara yönelik tartışmalar sürerken laiklik olgusunun ne denli hayati bir mesele olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. İran’da kadınların maruz kaldıkları kimlik gaspı, kişilik suikastı, özgür iradeye saldırı, giyim ve yaşam tarzına müdahale bağlamında yaşanan baskı ve zulümden Türkiye kadınlarının özellikle böylesi günlerde çıkarması gereken pek çok ders var.

İstanbul Sözleşmesi’nin rafa kaldırılmasından sonra, şimdi de 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlükten kaldırılması gündemdeyken, Türkiye’de kadınların ve LGBTİ+ bireylerin toplumsal hayattaki pozisyonlarına, giyim ve yaşam tarzlarına milliyetçi-mukaddesatçı-radikal dinci güruh tarafından her geçen gün arttırılan baskıya karşı direnmek ve mücadele etmek sadece kadınların değil tüm toplumun özgür geleceği bakımından hayatidir. Türkiye’nin İran’a dönüşmemesi için hür iradenin, hür ifadenin, hür düşüncenin ve kadın özgürlüğünün olmadığı İran’daki durumdan Türkiye toplumu çok geç olmadan ders çıkarmalı ve gerici kafaya direnmelidir. Aksi hâlde çok karanlık bir gelecek Türkiye’yi bekliyor olacak…

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI