2022’yi yanılsama ve yanlışlarla iyimser veya karamsar değil, gerçeklerle yüzleşerek umutvar. Diyalojik eleştiriye, yapıcı sevgiye ve özgürlüğe kucak açarak. Yeni yıla merhaba! İşte Yerküre Güneş’in etrafındaki alıştığımız turunu bir kez daha tamamladı. Fakat her geçen gün bir türlü alışamadığımız, hatta kavrayamadığımız ve yetişemediğimiz biçimde daha çok ısındı ve hızla döndü. Dünyanın her köşesindeki insanların da hemen her gün yeni bir kötü haberle başı döndü. COVID, yangınlar, seller, savaşlar, zorunlu göçler, açlık, kıtlık, eşitsizlik, adaletsizlik ve daha neler, ne yeni türden felaketler... Bu arada kim bilir, kimler kimlerin veya nelerin peşinde ve ne için pervane oldu. Elbette dünyada insanlara güzel şeyler de oldu. Fakat eminim ki, Türkiye yeni yıla son derece buruk girdi. Sanırım pek çok insan, bireysel tercihleri ve kişisel arzuları bir yana, geleceğe güven ve umutla bakan, huzurlu bir toplum olmamızı belki de ilk kez bu kadar kuvvetle diledi. Kimileri de “Her şey çok güzel olacak!” demeyi sürdürdü. Ve bu da çok güzel bir şey. Elbette dilekler “nesnesiz arzu” ve imgelemlerden bilinçli isteklere dönüşürse güzel. Hamasi retorikler içi dolu toplumsal söylemlere dönüşürse güzel. Somut ve gerçekçi hedefli” söylemler kararlı eylemlere dönüşürlerse güzel. Hepsi birlikte, eşgüdümlü olarak tarih ile eşzamanlı örtüşür, böylece bireyi ve toplumu dönüştürürse en güzel! Geçtiğimiz sene başında, yaşamımın yarısından fazlasını yoğun emek vererek geçirdiğim güzel üniversitemin kapısına zincir vuruldu. Üstelik tam da “Yeter artık!” deyip, tüm bağnaz kafalardaki kalın zincirlerin kırılması ile birlikte özgürlüklere kucak açılması gereken bir zamanda. Türkiye’de siyaseti yönlendiren “baş manipülatör” ana akım medya sayesinde de toplumun yarısından fazlasının uzun süre bundan pek haberi veya umuru olmadı. Bu olay benim de, naçizane, PolitikYol’un benzer bir misyonla farklı ve umutlu soluğunu fark ederek ülkem için yeniden yazmaya başlamama vesile oldu.  Yanılsama ve yanlışlarla iyimser veya karamsar değil; gerçeklerle yüzleşerek umutvar. Diyalojik eleştiriye, yapıcı sevgiye ve özgürlüğe kucak açarak. Bugün bu yazı ile yeni yılın yanı sıra onunla eşzamanlı yola çıkan Pazar Politik'e de merhaba diyorum. Yolu açık olsun; Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde bilinçli iyiliklere ve güzelliklere doğru yepyeni ufuklar, yollar açsın! DÜNDEN DAHA İYİ, BUGÜNDEN DAHA GÜZEL BİR YARIN İÇİN Yeni yıla girerken geçmiş yılın önemli olaylarına bakmak adettir. Bunun işlevi sadece bellek tazelemek değil elbette. Aynı zamanda insanlara daha büyük ve önemli tarihsel bütünlerin parçaları olduklarını hatırlatır. Uzak veya yakın coğrafyalardan ve kültürlerden insanlarla, evrendeki başka canlı türleriyle ve cansız şeyler ile de “ilişkisellik” ve “bağlantısallık” hissini de verir. Belki daha da önemlisi, sadece insana özgü diye kendi kendimize böbürlendiğimiz bir yetiyi geliştirmek veya kullanmak için olanak sağlar: Özdüşünümsellik. Kaldı ki özdüşünümsellik “modern insan” olmanın da en önemli tanımlayıcı ölçütü. Hatta bu uçsuz bucaksız ve sonu olmayan maceranın “nihai hedefi”! Özet deyişle, “farkındalık” ve “bilinç” ötesinde; kendi üstüne ve makro-mikro tarihsel bağlamı içinde, içerden ve dışardan reflektif bakabilmek ve eleştirel düşünebilmek demek. Fakat tarihle eşzamanlı olmalı elbette.
Özdüşünümsellik “modern insan” olmanın da en önemli tanımlayıcı ölçütü. Hatta bu uçsuz bucaksız ve sonu olmayan maceranın “nihai hedefi”!
Yani tarihi yaşandıktan sonra (retrospektif) kendince araçsallaştırarak yeniden-yazmak değil. Yaşanmadan önce (prospektif) niyet atfederek veya azmettirerek kehanet doğrulamak da değil. Henüz yaşanmakta iken gerçeklerle yüzleşerek, “şimdi-ve-buradayı doğru okuyabilmek” demek. Mademki her türlü temenninin şimdi tam sırası, ben de biraz daha bireysel ve kolektif özdüşünümsellik dileyeyim. Zira gündelik kişisel davranışlardan önemli siyasi kararlara kadar, bunun gelişmişliği veya kullanıldığı pek söylenemez. Nitekim seçimimi de tüm diğer iyi dileklerin gerçekleşebilmesinin önkoşulu olarak gördüğümden yaptığımı da belirtmeliyim. Ülkedeki toplumsal, iktisadi, siyasi ve elbette psikolojik olayları sanırım sizler gibi ben de olabildiğince yakinen izliyorum. Kimi zaman nefesimi tutmuş, kimi zaman ağzım açık. Kaç zamandır yazmakta olduklarım da bunlara dair çözümlemelerim, toplumun geneline, siyasete ve insani olana dönük yorumlu önerilerimden başka bir şey değil. En büyük temennim de sizlerinkiyle ortak sanırım: toplumlaşma sürecimizdeki bu hemen her yönden kötü dönemin ivedilikle kapanması. BİR DÖNEM KAPANIYOR MU? Türkiye’nin asırlık toplumlaşma tarihçesinin 2022 başındaki tablosu, özdüşünümsellik şöyle dursun kolektif muhakemesinin pek de sağlıklı gelişmemiş olduğunun pek çok göstergesi ile dolu. Ülkede iktidar, muhalefet ve muhalefete muhalefet açık veya örtük bir ittifak içindeler. Hangi taraf, hangi tarafı ve ne ile suçlarlarsa suçlasın ülkenin ortaklaşa siyasi yönetişimi için işbirliğindeler. Ne yazık ki elbirliği ile sözleşmişçesine toplumun sınır kolektif karakterinin (Bkz. 1) tüm sınırlarını adamakıllı zorluyorlar. Toplumun gerek entelektüel, gerekse duygusal salınımları uçlar arasında hızlı ve dramatik gelgitler gibi iniş çıkışlar şeklinde seyrediyor. Artık gündem her hafta veya her gün değil, saat veya dakika başı değişiyor. Dikkatler oradan oraya, bir çözümsüz sorundan diğerine, odaksız dağılıyor. Her köşe bucakta somut maddi sıkıntıların üstüne üstlük, zihinsel konfüzyon, panik havası ve aşırı güvensizlik kol geziyor.
İktidarın siyasi manevraları, güç odaklı ve kaba şiddet imalı tehditleri insanları iyice ürkütüyor.
İktidarın siyasi manevraları, güç odaklı ve kaba şiddet imalı tehditleri insanları iyice ürkütüyor. Haksız tutukluluk ve göz altılara, yersiz ve son derece tipik yansıtımsal ithamlı soruşturmaları ekleniyor. Artık korku ve endişe siyaseti de yetmedi; topluma doğrudan umutsuzluk, damardan uyuşturucu retorikler, sanrısal dehşet ve paranoid kuşku aşılanmaya geçiliyor. Muhalefetteki partilerin iktidarın iktisadi planlarını veya siyasi niyetlerini ussalcı ve ulusalcı okumaları ya önden, ya da geriden geliyor. Popülist siyaset alışkanlıkları ile meydan okuyup, yangına körükle giderek “oy toplamak” marifet sanılıyor. Keza ilkeli şaşkınlıkları, iktidarı şikâyet ve uyarıları veya nazireleri sadece halkın çaresizliğini artırmaya yarıyor. Kurumsal muhalefete ve ittifaklara bölük pörçük muhalefet sergileyenler ise kendi ideolojik inat veya idealist dik başlılıkları ile yarına çapa atmak peşindeler. Oysa onlar da, yarını çoktan bugüne getirmiş sabırsızların öfkelerini, umutsuzluklarını ve böylece kararsızların, partisizlerin sayısını çoğaltmaktan başka hiç bir iş görmüyorlar. Açıkçası, her bir siyasi oyuncu bu yüce, yarık ve yaralı melez toplumun tarihsel zafiyetlerini araçsallaştırıyor. Bazıları bilerek ve isteyerek, bazıları bilmeyerek ve istemeyerek de olsa, popülizmde sonuç hiç fark etmiyor. Bu geniş tabanlı, gizil ittifak veya örtük işbirliğinden, tüm Türkiye zarar görüyor. Daha da acı olanı, siyaseti “pragmatik faydalı sebeplerle ve geçici bir süreliğine” araçsallaştırdıkları palavrasını kendi kendilerine veya topluma tekrarlasalar da, ne toplumu ne de zamanı doğru okuyamamaları! Zira bu öznel dönem, “farklı yönetişim bilgisi ve becerisi” gerektirir. Geçtiğimiz sene boyunca Türkiye özne öncülünün “yönetişim becerisi” ve “kolektif entelekti” güçleneceğine daha çok geriledi. Bütüncül özneleşme yolunda, toplumcu ve eleştirel sol duyusu bir yana, sağduyusu bile büsbütün parçalandı. Un ufak oldu. Hakikat-ötesi dijital iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın da bulaştırıcılığı ile kendine-merkezli bölünmeler hızlandı. İnsanların topluma ve kendine yabancılaşma duyguları katlanarak arttı. Türkiye adeta bir tür hipnozda. Kolektif regresyon ise had safhada. Koskoca toplum 2021’e kendine “iyi bir hikâye” arayarak girmişti. Koskoca bakanının ışıltılı gözlerle, içi kıpır kıpır ve teatral anlattığı trajikomik masallar ile tir tir çıktı. Her halükarda artık şununla yüzleşmekten ve helâlleşmekten kaçış yok: Koskoca Cumhuriyet toplumu bir asırlık yaşı boyunca bir yandan iğne oyası dantel gibi ilmek ilmek ördüğü kazanımlarının altını diğer yanda iğneyle kuyu kazar gibi oymuş durumda.
Geleceğe umutla bakmamak için hiç bir sebep, hiç bir engel yok. Potansiyel her zaman yüksek. Engellenmiş yurttaşlar “Engel sizsiniz!” diyebilir; onlar da böyle kimliklendirilebilir.
Geleceğe umutla bakmamak için hiç bir sebep, hiç bir engel yok. Potansiyel her zaman yüksek. Engellenmiş yurttaşlar “Engel sizsiniz!” diyebilir; onlar da böyle kimliklendirilebilir. Fakat bireysel ve kolektif olarak “Engel biziz, kendimiziz” demedikçe, engelsiz olan da yok. Zaten “kimlik siyasetlerinin” hiç kimseye hayrı yok. Karakter, kimlik, benlik, kendilik, birey, toplum, kültür, ahlak, vb. temel sosyal bilimsel kavramlarının ayırdında olmaksızın; bunların iktisadi, toplumsal, siyasi, hukuki, pedagojik, psikolojik ve kültürel yaptırımlarını önemsemeksizin, bilimi de fetişleştirip bilim okur-yazarlığı olmayan topluma pompalayan akademiden de bize fayda yok. Hele yeter ki kendi çarkları dönsün diye her türlü insanlık virüsünü hızla bulaştıran medyada -gelenekseli (a)sosyali, yazılısı sözlüsü farketmeksizin- zerre kadar iş yok. O halde,  birbirimizle etkileşerek öğrenmeye devam. Eleştirerek düşünmeye devam. Özdüşünümsellik geliştirebilmek ve gündelik davranışlarımızda kullanabilmek için çabalamaya devam. Kendimizle ve bizden önce yarılmış ötekilerimizle tanışmaya ve kabullenmeye devam. Böylece, onları Dünya hala kendi gerçek tarihsel hızında dönmekte ve yaşıyor iken bağışlamaya devam.
Kendi engellerimizi yine en sağlıklı biçimde kendimiz kaldırabileceğimiz inancı ile yola devam.
Kendi engellerimizi yine en sağlıklı biçimde kendimiz kaldırabileceğimiz inancı ile yola devam. Geleceği bilinçli olarak daha iyi ve güzel kurgulayabileceğimiz umudu ile devam. Birlikte yazıp, okumaya, düşünmeye, yapmaya ve her yeni anı “yeniden değil, yepyeni” yaşamaya da devam. ---
  1. https://www.politikyol.com/demokrasi-haddini-bilmekle-olur-iv/