Perşembe, Nisan 25, 2024

Türkiye ekonomisi makroekonominin çıkmaz sokağına mı girdi?

Baki Demirel
Baki Demirel
Doç.Dr Baki Demirel Gazi Üniversitesi lisans ve doktora programlarından mezundur. Gazi Üniversitesi İktisat Bölüm Araştırma Görevlisi olarak tamamladığı doktora sonrasında Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisat Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak devam etmiş daha sonra Yalova Üniversitesi İktisat Bölümüne geçiş yapmıştır. Halan Yalova Üniversitesi İktisat Bölümünde öğretim üyesi olan Baki Demirel, açık ekonomi makro ekonomi, döviz kuru sistemleri ve para politikası üzerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası dergide yayınlanmış makalesi bulunmaktadır.

Üretici enflasyonunun bu denli yüksek olması tüketici enflasyonun birkaç ay içerisinde %50 seviyesine çıkmasına neden olabilecektir. 

Bu yazımda üç temel yapısal problem olan yüksek enflasyon, işsizlik ve cari açık sorunlarını ele almak istiyorum.  Önce geçen hafta açıklanan üretici ve tüketici enflasyonu hakkındaki düşüncelerimi yazacağım.

ENFLASYON

Öncelikle Tüketici enflasyonu ile başlayalım.  TÜİK, 2021 yılı Aralık ayı tüketici enflasyonunu (TÜFE) %13,58, yıllık enflasyonu ise  %36,08, olarak açıkladı. Elbette aylık enflasyonun çift hane ulaşmasının en önemli nedeni Aralık ayında hızlanan döviz kuru ve Doların TL karşısında sert yükselişidir diyebiliriz. Yıllık bazda alt kalemler ise aşağıdaki Şekil 1 de görüldüğü gibidir.

Şekil 1. Tüketici Enflasyonu (Yıllık) Alt Kalemleri

Kaynak: TÜİK.

Tüketici enflasyonu alt kalemlerine baktığımızda tüketici sepetinde ağırlığı yüksek olan ulaştırma (%15); %53.66, Gıda ( %25); %43 olarak manşet enflasyondan daha yüksek enflasyona sahip olmaları düşük gelirli grupların hissettikleri enflasyonun daha yüksek olmalarına neden olarak ekonomiye olan güven sorununun derinleşmesine neden olmuştur. Bu bağlamda kur ve enflasyon sarmalında gelirleri eriyen ve asgari ücrete yaklaşan alt orta sınıfın hissettiği enflasyonun manşet rakamdan uzaklaşması gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Böyle olunca yani yoksullaşma arttıkça bir kamu kurumu olarak TUİK daha fazla sorgulanır hale geliyor. TUİK, sepet ağırlıklarında bir değişikliğe gitmesinin ve/veya daha dinamik yöntemlerle enflasyonu ölçmesinin gerekliliği ile karşı karşıya kalmıştır diyebilirim. Elbette bu yorumumum oldukça iyi niyetli bulunabilir ancak TUİK de iyi niyetli davranarak enflasyonu ölçmeye çalışan ENAG gibi kurumlarla ilişkilerini güçlendirmeli ve bilgi paylaşımını geliştirmelidir. Zira böyle yapılması, toplumun daha geniş kesimlerinin istatistiki rakamlara güveninin ve politikaların başarısının artmasına neden olabilecek bir gelişme olurdu.

Üretici enflasyonu tarafına baktığımızda ise yukarıdaki sorgulama daha belirgin ve endişeli hale gelmektedir.  TUİK tarafından açıklanan manşet üretici enflasyonunun (Yi-ÜFE), 2021 Aralık da aylık; %19,08 yıllık; %79,89 olarak gerçekleştiğini görmekteyiz.   Üretici enflasyonunun bu derece hızlanmasının arkasında da TL’nin Kasım ve Aralık ayındaki hızlı değer kaybını görmekteyiz. Tüketici enflasyonundan farklı olarak döviz kurunun maliyet enflasyonuna geçişkenliğinin hem etki derecesinin daha yüksek hem de gecikme süresinin daha kısa olduğunu söyleyebiliriz. Daha basit olarak ifade edersek, kurdaki artış üretici enflasyonunu daha kısa sürede ve daha yüksek oranda etkilemektedir. Döviz kurundaki artışın üretici ve tüketici enflasyonu asimetrik etkilemesi üretici ve tüketici enflasyonu arasındaki makasın bu denli açılmasını kısmen açıklayabilir diye düşünüyorum. Ancak yine de iki enflasyon arasındaki yüksek makas gölgelerden tamamen kurtulmuş değildir.

Bu yazıda bizi asıl ilgilendiren ve yazının başlığına etki eden ise üretici enflasyonunun alt kalemlerinin durumudur. Aşağıdaki Şekil 2 alt kalemlerin durumunu yansıtmaktadır.

Şekil 2. Üretici Enflasyonu (Yıllık) Alt Kalemleri

Kaynak: TÜİK.

Üretici enflasyonu alt kalemleri içinde benim en fazla ilgilendiğim üç kalem var. Bunlar, imalat, ara malı ve enerji enflasyonlarıdır. Bu üç kalemi ön plana çıkartmamdaki neden onların Türkiye’nin dış ticaret kompozisyonundaki önemlerinden kaynaklanmaktadır.

Aşağıdaki Tablo 1 Türkiye’nin bahsettiğim ticaret kompozisyonunu göstermektedir.

Tablo 1. Türkiye’nin Dış Ticaret kompozisyonu

Kaynak: TÜİK

 

DIŞ TİCARET

Tablo 1’de sunulan rakamlardan, Türkiye’nin ihracatının yükünü imalat sanayinin çektiği, imalat sanayinin toplam ihracat içindeki payının %94 olduğu anlaşılmaktadır. Yine Şekil 1’de görülebileceği gibi 2021 yılında imalat enflasyonu %77.4 olarak gerçekleşmiştir. Dolar, Türk Lirası karşısında bir yılda %80 üzerinde değer kazanmıştır. Bu bilgiler birlikte ele alındığından son birkaç ayda hükümetin savunduğu ve TCMB tarafından da des-enflasyon stratejisi olarak dile getirilen yüksek kur dış ticarette rekabet elde edileceği ve böylece sağlanacak cari fazla elde edilerek enflasyonun düşürüleceği söylemi maliyet enflasyonu engeline takılmış görülmektedir.

İmalat enflasyonun %77 olması doların TL karşısındaki %80 değer kazanımının fiyat avantajını ortadan kaldırmış görülmektedir. Dahası enerji enflasyonunun %122, ara malı enflasyonunun %90 artış göstermesi ileriki dönemlerde rekabet avantajının sağlanması için TL’nin daha fazla değer kaybetmesinin gerekliliği gibi bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır.

Yani üretim maliyetleri arttıkça eğer dış rekabet fiyatlar üzerinden sağlanacak ise TL’nin daha fazla değer kaybetmesinin gerekliliği gibi bir döngüyü zorunlu kılmaktadır ve bu durum sürdürülebilir olmaktan da uzaktır.

Burada hemen bir parantez açmak istiyorum. Kur artışına ve ücret baskısına dayalı dış ticaret görüldüğü gibi rekabetçi olmadığı gibi aynı zamanda yoksullaştırıcıdır. Üstelik dış ticarette esas belirleyici olan fiyat değil gelir etkisidir. Küresel enflasyon beklentilerine bağlı olarak diğer ülkelerin özellikle ana ticaret partnerlerimizin uygulayabilecekleri daraltıcı politikaların bizim için dış talep sorunu yaratabileceği de öngörülebilir bir gelecektir.

BÜYÜME

Ayrıca üretici enflasyonunun bu denli yüksek olması tüketici enflasyonun birkaç ay içerisinde %50 seviyesine çıkmasına neden olabilecektir. Ücret-gelirlerinin daha fazla erozyona uğramasına neden olabilecek bu durum iç talebi baskılayıp ticari olmayan sektörlerde üretim kayıplarına neden olabileceğinden istihdam ve büyüme sorunu yaratabilecektir.

Üçüncü çeyrek büyüme rakamlarında sabit sermaye yatırımlarının daralma göstermesi bu konudaki endişelerimi destekleyici bir bilgidir. Gelirlerin erimesinin kredi geri dönüşlerinde ve dolayısıyla finansal istikrar için yaratabileceği riskleri ise ayrıca not etmek gerekmektedir.

Özetlemeye çalıştığım yukarıdaki koşulların para politikası ile ilgili son dönem uygulamaları nasıl etkileyebileceği ve TCMB için nasıl bir yol haritasının gerekli olduğunu bir sonraki haftada tartışacağım. Esen kalın.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Baki Demirel
Baki Demirel
Doç.Dr Baki Demirel Gazi Üniversitesi lisans ve doktora programlarından mezundur. Gazi Üniversitesi İktisat Bölüm Araştırma Görevlisi olarak tamamladığı doktora sonrasında Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İktisat Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak devam etmiş daha sonra Yalova Üniversitesi İktisat Bölümüne geçiş yapmıştır. Halan Yalova Üniversitesi İktisat Bölümünde öğretim üyesi olan Baki Demirel, açık ekonomi makro ekonomi, döviz kuru sistemleri ve para politikası üzerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası dergide yayınlanmış makalesi bulunmaktadır.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI