Salı, Nisan 23, 2024

Türk Kulturkampf’ında Post-Kemalizm Parantezi II

İslamcı Direniş

Cumhuriyetin kuruluşunda Kemalizm, inşa etmek istediği pozitivist modernizm karşısında İslamcılığı bir “gericilik” (irtica) olarak kodlar ve İslami bir siyaset üretilmesinin önünü laiklik aracılığıyla anayasal çerçevede keser. Bu durum, yirminci yüzyıl boyunca sürer ve İslamcılık, siyasi platformda daima bir meşruiyet sorunu yaşar. Türk siyasetinde kendi gerçek siyasi programını bir türlü açıkça ileri sürebilme şansını bulamayan İslamcılık, bu nedenle demokratik siyasal sisteme bir aktör olarak her katılışında İslamcı taleplerini, Türk siyasal sisteminin kabul edebileceği “insan hakları”, “demokrasi”, “din ve vicdan özgürlüğü”, “milli ve dini halk karakterini muhafaza”, “millilik”, “adalet”, “ahlak”, “aile değerleri” gibi kavramlarla örtükleştirerek ifade etmek durumunda kalır. (Aktay, 2014, s. 15)[1] Türkiye’nin yirminci yüzyıl tarihine bakıldığında, İslamcı partilerin hiçbirisi İslamcılıklarını doğrudan siyasi kimliklerinin temeli olarak ileri süremediler, parti programlarını kendi asli arzularına uygun biçimde kodlayamadılar. Bunu ucundan kıyısından deneyen partiler ise sistem tarafından kapatıldılar. Bu nedenle İslamcılık Türk siyasetinde neredeyse istisnasız şekilde başka ideolojik ve siyasi düşünce veya duruşlara eklemlenme gereksinimi duyar, muhafazakarlığın ya da liberalizmin kavramlarını ve parti programlarını kullanmak zorunda kalır. İslamcılık yirminci yüzyıl boyunca, Kemalist hegemonyadan çekinceyle, kendisini hep gizler.

İslamcılar, Cumhuriyetçi kadroları, pozitivist modernist felsefeleri ve bu felsefeye uygun biçimde gerçekleştirdikleri devrimleri ve uygulamaları dolayısıyla terimin en geniş anlamıyla “dinsiz” şeklinde nitelendirirler. (Şen, 2012, s. 218)[2] Onlara göre, Kemalizm’in Batılılaşma girişimi, Türkiye’yi Batı sömürgesi haline getirmiştir. Bu süreçle dini kurumlar kapatılmış, bütünüyle Avrupalı bir eğitim sistemi benimsenmiş, ülkeyi Hıristiyan kökenli bir Batı kültürü istila etmiştir. İslamcılar, ancak “zorla, mütegallibenin otoritesi ile ayakta” kalabilen Batılılaşmanın “korkunçluğu ve tahripkarlığı” karşısında, bu “memleketin esas sahipleri” olarak yeniden “milli hayata” ve “milli kültüre” dönüş mücadelesi verdiklerini ve “bu amansız kavgada”, “her türlü meşru silah ve metodu kullanarak” önünde sonunda kazanacaklarını ileri sürerler. (Albayrak, 2013, s. 7)[3]

İslamcıların Devlet Tasarımı

İslamcıların devlet modeli, Necip Fazıl’ın ideal devlet tasarımı “Başyücelik Devleti”nde kendisini gösterir. Bu Kemalist tek parti yönetimine oranla çok daha katı, yasakçı ve otoriter bir tek parti yönetimidir. Demokrasiye evrilebilecek hiçbir parçası yoktur, aşırı statükocudur. İslamcıların 1980 ile 2010 yılları arasında savundukları demokratik altyapıdan çok uzaktadır. Kemalist tek partiden özgürlükçü ya demokrat tarafıyla değil, dine bakışıyla ayrılır.

Başyücelik devleti, bireyi tasarlanabilecek bir varlık olarak görür, toplum mühendisliğine soyunur. Kemalizm’le benzer şekilde, halkın kendisi için doğru olanın ne olduğunu bilemeyeceği kanısındadır. Bu nedenle “Yüceler Kurultayı” adı verilen ve toplumun en akıllılarından oluşan yönetici bir zümre, halk için halkın iyiliğini düşünür. Topluma ilişkin tüm kararlar Yüceler Kurultayı”nda verilir, her karar bir kanundur. Yüceler Kurultayı aynı zamanda Başyücelik Devleti’nin reisi olan Başyüce’yi de seçer. (Kısakürek, Yüceler Meclisi, 1946, s. 2)[4] Bu devlette çoğunluğun egemenliği geçersizdir, demokrasinin kuralları işlevsizdir.

Başyüce, toplumun en üst seviyesinde, “insan-ı kamil” makamında olan, milletini kendi kişiliğinde temsil eden kişidir. Her konuda ve alanda toplumun en iyisidir. Hükümet, Başyüce’ye bağlıdır ve o isterse değişir. Kanunun hüküm koymadığı alanda Başyüce, hüküm verir ve onun hükmü de kanun gibi katidir. Ordunun başıdır. İslam’ın “ulu’l-emr” dediği yöneticidir. (Kısakürek, Başyüce, 1946, s. 2)[5] Necip Fazıl, Başyücelikteki bu sağlamlığın ve bütünlüğün ne demokraside, ne de başka sistemlerde olmasının mümkün olmadığını savunur.

Toplumsal yapı özgürlükler değil, yasaklar üzerine kurulur. Karşı cinslerin ev dışında hiçbir kamusal ortamda biraraya gelmelerine izin yoktur. Otellerde, otobüslerde, trenlerde karşı cinslerin birarada bulunmaları yasaktır. (Kısakürek, Zina, Fuhuş, 1950, s. 2)[6] Her türlü alkollü içki yasaktır ve kullanımının cezası ölüm cezasına yakındır. (Kısakürek, İçki ve Zehir, 1950, s. 2)[7] Heykel, (Kısakürek, Heykel, 1951, s. 2)[8] dans, balo, bar, kulüp yasaktır. (Kısakürek, Dans, 1951, s. 2)[9] Müslüman ve Türk olmayanların Türkiye’de yaşamaları yasaktır. Yahudiler, Dönmeler, Ermeniler ve Rumlar Necip Fazıl’a göre vatan hainidir. (Kısakürek, Vatandışı, 1951, s. 2)[10] Basın özgürlüğü yasaktır. Basın serbestliği milli ve sosyal bir felakettir. Zira gazeteciler arasında pek çok din, toplum ve ahlak düşmanı vardır. Bu yasağa kitap, gazete, dergi, afiş ve broşür de dahildir. Yayınlanacak herhangi bir yazı devlet tarafından onaylanmadan basılamaz. (Kısakürek, Matbuat, 1950, s. 2)[11] Sinema bütünüyle devlet tarafından kontrol altına alınacak ve dine ya da ahlaka aykırı filmler yasaklanacaktır. (Kısakürek, Sinema, 1950, s. 2)[12] Üniversitelerde kadınların ve erkeklerin birlikte okumaları yasaktır. Kadınların eğitimi için bir ya da iki üniversiteden fazlasına gerek yoktur. Üniversiteye “külliye” denilecektir. Bu külliyelerde Türk ve Müslüman olmayan, davayı temsil etmeyen, ahlaksız, ruh kökümüze bağlı olmayan hiç kimse hoca olamayacaktır. (Kısakürek, Üniversite, 1951, s. 2)[13] Batıcılığın getirdiği Latin harfleri, (Kısakürek, Harf Davası, 1951, s. 2)[14] şapka, Batılı kılık kıyafetler yasaktır. (Kısakürek, Kravat, Pantolon ve Şapka, 1969, s. 6)[15] Kadınların İslam’ın izin verdiğinden fazla yerlerini açıkta bırakmaları yasaktır. (Kısakürek, Kadın Kılığı, 1951, s. 2)[16] Kısakürek’in bütünüyle bir yasaklar ülkesi olarak tasarladığı Başyücelik Devleti, günümüzde, AKP iktidarının koşar adımla ilerlediği bir yönün sonunu gösteriyor gibidir.

Türk kulturkampf’ının klasik versiyonunda karşı karşıya gelen modernist Kemalizm’in de, anti-modernist İslamcılığın da önerdiği devlet tasarımı otoriter tek parti rejimleridir ve tek partilerin başında her şeyiyle ülkeye örnek ve lider olan bir “tek adam” vardır. İki devlet yapısı da toplum mühendisliği yapmak üzere çatılmıştır.

Fakat bu tasarımlar arasında çok temel bir fark vardır. Kemalist tasarımda, devletin ütopyası, bireyleri orta vadede kendi kendilerine iyi ve doğruyu ayırt edebilecek hale getirmek, birer entelektüele dönüştürmektir. Seküler tasarım bu aşamadan itibaren kendisini demokrasiye evirecektir. Oysa İslamcı devlet tasarımında, bireylerin hiç bir zaman kendi kendilerine iyi ve doğruyu ayırt edebilecek hale gelemeyecekleri varsayılır. Devlet sonsuza değin yasakçı bir zihniyetle bireyleri devlet aklıyla yönetecek, onlar için neyin iyi, neyin kötü olduğuna daima kendisi karar verecektir. İslamcı devlet tasarımında demokrasiye evrilmek tümüyle dışlanmıştır.

Kulturkampf’ın Postmodern Versiyonu

İki kutuplu dünyanın sona erdiği, küreselleşmenin ve postmodernleşmenin geliştiği yeni dönemde, modernistler ile İslamcılar arasındaki kültür savaşı yeniden sertleşir. Ancak Türk kulturkampf’ın ortaya çıktığı dönemde çağın paradigması olan modernizm kırılmış ve postmodernizm bir yeni episteme olarak kendisini göstermiştir.

Moderniteyi bireyin kendisini kendi başına inşa etme hakkını, Aydınların belirlediği bir ortak iyi çerçevesinde elinden alan ve bireyi dayatmacı bir şekilde tasarlanan bir modele uydurarak standartlaştıran otoriter bir büyük anlatı olarak gören postmodernist yaklaşım, bir Batılı ulus inşa etme arzusuyla, modernizmin tektipleştirici anlayışını izleyen Kemalizm gibi büyük bir toplum mühendisliği girişimini reddetmek için kullanışlı bir felsefi altyapı sağlar.

Bu tarihe değin Bernard Lewis gibi pek çok Batılı akademisyen tarafından, Türkiye’yi hasta adam olmaktan kurtarmakla, kalkındırmakla, çağdaşlaştırmakla ve seçkin dünyanın sınırları içerisine yerleştirmekle övgülere boğulan Kemalist modernleşme hareketi, bir anda birçok Batılı sosyal bilimci tarafından tümüyle Batı’ya öykünmekle, Batı’nın modası çoktan geçmiş pozitivizmine bağlanmakla, kendi varlığını yalnızca Batı’nın gözünden görmekle yani kendisine Oryantalizm’den bakmakla yaftalanır. Bu yeni bakış açısı, Türkiye’deki sosyal bilimciler tarafından da hızla ithal edilir.

Kemalist hegemonyanın 1980’e değin siyasete sokmadığı İslamcılık, bu tarihten itibaren her inanç ve ideolojinin eşit haklar taşıdığını savunan postmodern içeriklerle, beşeri kaynağını Türk siyasi ve entelektüel yaşamında meşru figürler olarak konumlandırır. (Bilici, 2014, s. 801, 802)[17] Batı’yı içten eleştiren yeni bir Batı düşüncesiyle Batı karşıtlığını dillendirme fırsatı bulur. Modernist eski Batı’yı, modası geçmiş, aşılmış bir gericilik olarak yeniden tanımlar. Modernizmin gerici olarak tanımladığı kendisi ise, yeni düzenekte ilerici pozisyona geçmiştir.

Bu postmodern yeni dönemde, modernist Kemalizm’in karşısında artık yalnızca İslamcılar değil, aynı zamanda modernist Kemalizm’in dışladığı liberaller, muhafazakarlar, Kürtler ve feministler gibi başka anti-modernist aktörler de vardır. Modernist Kemalizm kendi işletim sistemini yenilememişken, anti-modernistler, işletim sistemlerini pre-modernizmden, postmodernizme güncellemişlerdir.  Kulturkampf’ın kontrolü, modernizm paradigmasının egemen olduğu dönemde Kemalistlerdeyken, postmodern paradigmayla birlikte yukarıda andığım anti-modernist aktörlerden oluşan ittifaka geçer: bu post-Kemalizm dönemidir.

Yarın: Post-Kemalizm Nedir?

—-

[1] Aktay, Y. (2014). Sunuş. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce (s. 13-25). içinde İstanbul: İletişim Yayınları.

[2] Şen, H. (2012). Kemalist Modernleşme ve İslamcı Gelenek. Ankara: Kadim Yayınları.

[3] Albayrak, S. (2013). Türkiye’de İslamcılık Batıcılık Mücadelesi. İstanbul: İz Yayıncılık.

[4] Kısakürek, N. F. (1946). Yüceler Meclisi. Büyük Doğu , 2 (38).

[5] Kısakürek, N. F. (1946). Başyüce. Büyük Doğu , 2 (40).

[6] Kısakürek, N. F. (1950). Zina, Fuhuş. Büyük Doğu , 5 (35).

[7] Kısakürek, N. F. (1950). İçki ve Zehir. Büyük Doğu , 5 (36).

[8] Kısakürek, N. F. (1951). Heykel. Büyük Doğu , 5 (51).

[9] Kısakürek, N. F. (1951). Dans. Büyük Doğu , 5 (48).

[10] Kısakürek, N. F. (1951). Vatandışı. Büyük Doğu , 5 (54).

[11] Kısakürek, N. F. (1950). Matbuat. Büyük Doğu , 5 (39).

[12] Kısakürek, N. F. (1950). Sinema. Büyük Doğu , 5 (37).

[13] Kısakürek, N. F. (1951). Üniversite. Büyük Doğu , 5 (53).

[14] Kısakürek, N. F. (1951). Harf Davası. Büyük Doğu , 5 (40).

[15] Kısakürek, N. F. (1969). Kravat, Pantolon ve Şapka. Büyük Doğu , 4 (1).

[16] Kısakürek, N. F. (1951). Kadın Kılığı. Büyük Doğu , 5 (43).

[17] Bilici, M. (2014). Küreselleşme ve Postmodernizmin İslamcılık Üzerindeki Etkileri. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık (s. 799-803). içinde İstanbul: İletişim Yayınları.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI