Perşembe, Nisan 25, 2024

Tüketim kültüründe bireyin güç iddiası

Güç, iki veya daha fazla taraf arasında bir karşılaştırma içeren, bu tarafların birbirlerine bağımlılıklarını ve birbirlerinin eylemleri üzerindeki kontrol kabiliyetlerini açıklayan sosyolojik bir kavram olarak nitelendirilebilir.

Bir asrı aşkın zamandır, etkisini giderek arttırarak neredeyse tüm kültürlerin üzerinde çatı bir kültür oluşturan tüketim kültürü, bireyin toplum içindeki konumu ve önemini yeniden tanımladı. Bu tanımlama içinde, giderek büyüyen ve güç kazanan taraf üretici tarafı olurken, birey de kendini asli görevi haline gelen tüketici olma konumunda, bir güç kaybı döngüsü içinde buldu. Bu güç kaybı önce toplumsal normlar içinde somutlaştırıldı, ancak ardından birey tarafından da -belki de kaçınılmaz olarak- içselleştirildi. Bu kanıksanmış konumun dışına çıkabilmek için, gücün anlamı, kaynakları ve akışkanlığı üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Güç kavramının farklı tanımları, çoğunlukla kavramın göreceliğine işaret edecek düzeyde değişken ve akışkan… Çok kısa bir tanımlamayla gücün, değerli kaynaklar üzerinde kontrol sahibi olabilmek için iki taraf arasında gerçekleşen asimetrik ilişkiden doğduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla güç, iki veya daha fazla taraf arasında bir karşılaştırma içeren, bu tarafların birbirlerine bağımlılıklarını ve birbirlerinin eylemleri üzerindeki kontrol kabiliyetlerini açıklayan sosyolojik bir kavram olarak nitelendirilebilir.

Güç kavramı üzerine yapılan araştırmalar, belirli bir durumda kişinin algılanan gücünü etkileyebilecek çeşitli kişisel ve ilişkisel özellikler olduğunu ortaya koyuyor. Bu faktörler, yapısal, bilişsel ya da fiziksel faktörler olabilir. Yapısal faktörler, sosyoekonomik statü, sosyal sınıf, mesleki roller ve toplumda var olan her tür hiyerarşik ilişkiyi içerir. Algılanan güç, yalnızca sosyal ilişkilerden ve hiyerarşik yapılardan kaynaklanmaz; aynı zamanda fiziksel dahi olabilecek kişisel özelliklerden de kaynaklanabilir.

Yapısal ve kişisel özellikler arasındaki bu ayrım göz önüne alınarak iki farklı güç kategorisinin varlığından bahsetmek mümkün: başkaları üzerindeki güç (sosyal güç olarak yorumlanabilir), ve başkalarından bağımsız olma gücü (kişisel güç). Dolayısı ile gücü, bireysel özellikler veya sosyal ilişkiler kaynaklı olarak iki farklı boyutta kavramsallaştırabiliriz. Bireysel özelliklerden doğan güç, fiziksel ya da diğer bireysel üstünlüklerden doğan, bu kaynakların ortaya çıkardığı bir güç iken, sosyal ilişkilerden kaynaklanan güç, bu üstün olma durumunun başkaları tarafından bize atfedilmesini gerektirir.

İlk kavramsallaştırmada, bireyler değerli bir kaynak üzerindeki kontrolleri dolayısıyla güce sahiptir ve güç bireyin kapasitesinde saklıdır. Bu nedenle bu kavramsallaştırmanın, toplumsal ilişkide bireyin karşısındaki aktörün etkisini yok saydığı ileri sürülebilir. Öte yandan, gücün bir atıf olarak kavramsallaştırılması durumunda, güç, sosyal ilişkiler içerisinde oluşmaktadır. Dolayısıyla gücü bireysel bir özellik olarak tanımlamaz. Bu görüşe göre güç sahip olunan bir şey olmaktan ziyade, sosyal ilişki içinde oluşan ve gelişen bir olgudur. Bundan dolayı güç sabit değil, değişkendir.

Bir diğer boyutta ise bireyin etken ya da edilgen konumundan kaynaklanan akışkan bir durum olarak tanımlanabilir. Buna göre güç, diğer insanların davranışlarını etkileyebilme kabiliyeti, etki kapasitesi ve derinliği üzerinden tanımlanabilir. Öte yandan, sosyal ilişkide edilgen bir konumda ve görece güçsüz bir pozisyonda olan ve etki gücüne sahip olmayan bir birey de, direniş üzerinden,  kişinin, başkalarının kendi davranışlarını etkileme girişimlerini bertaraf edebilme kabiliyetine sahip olabilir. Dolayısıyla bu boyutta, T0 noktasında, ya da önceden tesis edilmiş bir güç dengesizliği durumunda, hem etken hem de edilgen konumdaki öznelerin farklı tanımlar üzerinden güç sahibi olabileceklerini iddia edebiliriz.

Peki tüm bu farklı güç kavramsallaştırmaları üzerinden, asli rolünün son derece edilgen bir tanımla tüketici rolüne indirgendiği bir toplumda bireyin güç tanımı nasıl yapılabilir? Bunun bir yolu, tüketicilerin pazar dinamikleri üzerindeki etkisi ve rolü ve bu dinamiklere karşı geliştirdikleri direnç üzerinden bir tanımlama yapmaktır. Buna göre, tüketici gücü açısından karşıt pozisyonlar alan iki ana tartışma yürütmek mümkündür. İlki, tüketicilerin arzularının ve haz arayışı kaynaklı motivasyonlarının pazar sistemi tarafından sürekli olarak tetiklendiğini ve bu nedenle tüketicilerin pazar dinamikleri karşısında güçsüz olduklarını savunmaktır. Buna göre tüketicilerin arzuları kapitalist piyasa sistemi tarafından ürünlere yönlendirilmekte, bu durum tüketicilerin sömürülmesine ve tüketim kültürü aracılığı ile toplumların yeniden şekillendirilmesine sebep olmaktadır. Öte yandan, tamamen farklı bir konum alarak, tüketicilerin direniş, boykot, sinizm ve birlikte yaratma (co-creation) üzerinden mevcut pazarı farklılaştırabilecek kabiliyette olduklarını ileri sürmek de mümkündür.

Bu bakış açısı, tüketicilerin pazarı veya pazarın sunduklarını değiştirme gücünü sorgulamaktan ziyade, gücün, tüketicilerin “sunulmuş olanı” reddetme, şekillendirme veya değiştirme yeteneklerinden kaynaklandığını savunur. İnternet devrimi sonrasında ikinci alanın yükselmekte olduğunu ve bu anlamda bireyin yeniden tanımlanan bir güç iddiasında olduğunu görüyoruz. Bana göre bu yükseliş, önümüzdeki yüzyılda toplumsal sistem içinde bireyin konumunu, pazar dinamiklerini ve tüketim kültürünü yeniden şekillendirme ve yeni tanımlar üretme kapasitesine sahip.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI