Perşembe, Nisan 18, 2024

Topyekûn seferberlikten sarsılmışların dayanışmasına

Bu topraklarda asırlardır süren bir gelenek, kolektif çıkarlarını bir otoriteye yaslayıp tarihten geleceğe yürüyordu. Bu vaziyet bizde Göktürk’lerden Selçuklu’ya, Osmanlı’ya hatta Cumhuriyet’e devredilirken çeşitli formlara büründü.

AK Parti 2010 Yargı Referandumu ile açıkça ilan ettiği kendi keyfi vesayetini kurma sürecini, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı atmosferle beraber otoriter bir sisteme demir atarak tamamladı. Tüm bu süreçte özellikle yaslandığı kavram, toplumsal dayanışma realitesinden hareketle inşa ettiği topyekûn seferberlik oldu. Topyekûn seferberlik kavramı beka söylemiyle perçinlendi ve toplumsal dayanışma bu iki kavram etrafında siyasal bir dayanışmaya dönüştürüldü.

Bu son beş senelik dönemin ana stratejisi esasta toplumsal dayanışmanın siyasal bir dayanışmaya dönüştürülmesiydi. Bunun için tüm zemin eşsiz biçimde adeta ayaklarına gelmiş onları bekliyordu ve sultanistik bir rejim inşası adına gerek toplumsal dayanışmayı hareketlendirecek sosyal meşruiyet sahası gerekse siyasi dayanışmaya dönüşecek politik meşruiyet alanı eşine az rastlanır biçimde çakışmıştı.

Toplumsal dayanışma ile siyasal dayanışmanın örtüşmesi hali siyaset tarihimizde eşine az rastlanan bir durumu işaret ediyor. Hatta çoğu zaman toplumsal dayanışmanın siyasal bir dayanışmaya evrilmesi pek mümkün olmaz zira toplumsal dayanışmanın öze dair irrasyonel sabit kökleri verili bir rasyonaliteyle kurulan siyasal bir dayanışmaya dair mutabakata genelde izin vermez.

Toplumsal dayanışmanın modern rasyonel araçlarla anlayamayacağımız hatta bu yüzden kolayca irrasyonel yaftası vurabileceğimiz kolektif asabiyetinin aslında öze dair alternatif güçlü rasyonel kökleri var.

Max Horkheimer gibi eleştirel kuramcılar, rasyonalitenin tanımlı tek bir verili dünyayı işaret etmediğini aslında irrasyonel saydığımız toplumsal davranış modellerininde geleneksel dönem itibarıyla daha ilkel araçlarla kurulmuş alternatif rasyonelliklerin çeşitli halleri olduğunu söylerken haksız değildi.

Bu anlamda bu topraklarda asırlardır süren geleneğin özü; belli bir soy, dil ve din bağı ile bir arada olan ahalinin, kendini ve hayatını bir otorite etrafında güvenceye alarak geliştirdiği faydacı ve akılcı bir güven ve istikrar ilişkisinden doğan toplumsal dayanışmaya işaret ediyordu.

Toplumsal dayanışmanın bu anlamda bugünün verili ve tanımlı rasyonel araçlarının üzerine kurulan sebeplerinden ziyade özü güvenle geleceğe taşımaya dair sabit bir kaygısı vardı.

Belli bir soy bağının üzerine eklenen dil ve din bağıyla bir arada olan topluluk, kolektif çıkarlarını belirli bir otoriteye yaslamak suretiyle bu dayanışmasını perçinleyerek tarihten geleceğe yürüyordu. Bu vaziyet bizde, Göktürk’lerden Selçuklu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya hatta Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devredilen alternatif rasyonelliklerin zamanın ruhuna göre çeşitli formlara bürünmesinin temsili sayılabilir.

Erdoğan bu toplumsal dayanışmanın anahtarı sayılabilecek, geleneksel dönemde de modern dönemde de süreklilik olarak devam eden ve bir otorite etrafında şekillenen sabit özü geleceğe taşımaktaki istikrar ve güven kaygısını oldukça iyi bilen bir lider.

7 Haziran seçimleri sonrası Erdoğan, iktidarını kaybetmek üzereyken yaşanan 6 aylık kaos sürecinde, ahaliye bu kaygıyı kontrollü biçimde hissettirmeyi bilmiş ve iktidarını bu toplumsal dayanışma üzerine yeniden kurabilmişti.

15 Temmuz sonrası doğan iktidar ve otorite sarsıntısı, bu defa yalnızca bir iç siyasi krizin sonucu değil, dış destekli bir müdahaleyi açık biçimde çağrıştıran adeta topyekûn bir ulusal devlet kriziydi. Bu yüzden ahali artık bu kaygıyı çok daha derinden hissediyordu. Bu durum toplumsal dayanışmayı siyasi bir dayanışmaya dökebilecek zemini de kendiliğinden doğurmuştu.

Toplumsal dayanışma artık topyekûn seferberlik kavramı ile siyasal dayanışma ise devletin bekası kavramı ile sembolize edilecekti. Böylece tarihte eşine az rastlanır bir toplumsal mutabakat-siyasal mutabakat örtüşmesi gerçekleşiyordu. Bu hengâmede mevcut Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi ve uzun süren bir otoriterlik cehennemi üzerimize çöktü.

Bir süre sonra şartlar normalleştikçe toplumsal dayanışmanın kendi özünü güven ve istikrarla geleceğe taşıma kaygısı da normalleşti. Hatta öyle ki otoriter ve keyfi tek adam yönetiminin siyasetten ekonomiye, iç politikadan dış politikaya kadar icra ettiği tüm siyaset,hayatı olumsuz etkileyen sonuçlarıyla artık bu özü tehdit eder hale geldi. Toplumsal dayanışma da siyasal dayanışma da iktidarın etrafından dağılıyor hatta çözülüyordu.

Ahali artık tarihten gelen bu sabit özü, güven ve istikrarla geleceğe taşıyacak ve onu yeniden kuracak bir otoriteyi aramaya koyuldu. Toplumsal dayanışmanın sabit özünü emniyetle geleceğe taşımaktaki kaygısı, yeni bir siyasal bir dayanışmaya yeni aktörlerle dönüşebilirdi. Elde böyle bir fırsat vardı.

Bu son süreçte muhalefet ahaliye yeni siyasi dayanışma hattını pek tabii ki, haklı olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadiyle sundu. Bu durum artan ekonomik krizle birlikte ahalide değişime dair bir hareketlenme yaratsa da beklenen heyecanı ve değişimi yaratmadı. Çünkü siyasal dayanışma hattı bir siyasi sistem önerisi ve modeliyle değil, siyasi birlikteliğe dair güçlü bir toplumsal ruh haliyle inşa edilmeliydi. Model ancak bu toplumsal ve siyasal dayanışmanın sonucu olabilirdi.

Sistem değişimi, bu toplumsal ve siyasal dayanışmayı birbirine eklemleyecek ve onları perçinleyecek yeni sosyal ruh halinin sebebi değil ancak neticesi olabilirdi. Üstelik bu sosyal aktivasyon, toplumsal dayanışmayı ve siyasal dayanışmayı iktidar cephesinden radikal biçimde koparmak ve onu muhalefete eklemleyerek konsolide etmek durumundaydı.

Bunun için toplumsal dayanışmanın sabit özünü geleceğe güven ve istikrar zemininde taşıyacak karizmatik bir otorite imajı verilemedi. Bu otoritenin sadece bir sistem vaadiyle bir araya gelmesi ahalinin toplumsal dayanışmayı muhalefet cephesinde kurması için yetmedi.  Oysa ahalinin büyük kısmı geniş çapta iktisadi ve siyasi olarak sarsılmıştı ve bu sosyal ruh sarsılmışların dayanışması üzerinden muhalefet adına yeniden kurulabilirdi.

Sarsılmışlık hali, toplumsal dayanışmanın özünü güvenle geleceğe taşımasındaki kaygıya dair tüm kesimleri yatay biçimde kesen bir durumdu. Bu kavram etrafına kenetlenilseydi, hem sarsılmışlık etrafında yeniden konsolide biçimde bir toplumsal dayanışma hem de sarsılmışlığın telafisi anlamında yeni bir umut ve hayat vaadiyle onun üzerine bir siyasal dayanışma kurulabilirdi.

Muhalefetse gerek sağ gerekse sol cephelerde savruldu. Büyük ve küçük partiler kendi hatlarında epeydir çıkmaz sokaklara girdi. Ömer’in yollarından tutun da endişeli muhafazakârlara, sığınmacılara toleranstan marjinal kolektif grupların sesi olmaya kadar ahalinin toplumsal ve siyasal dayanışmasını bırakın yeniden kurmayı,  onları daha büyük kaygılara sevk etti.  Merkez böylece boşaldı.

Merkez hala boş ve dahi toplumsal ve siyasal dayanışmanın eklemlenerek muhalefetçe yeniden kurulmasını bekliyor. Zaman geçiyor, toplum geçiyor, siyaset geçiyor.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI