Gereksinim ve Arzu Farkı Ekonomi, insanların sınırsız gereksinimlerini kıt kaynaklarla karşılama bilimi olarak tanımlanır. Oysa sınırsız olan gereksinimlerimiz değil, arzularımızdır. Üretim ve tüketim toplumu arasındaki temel çizgiyi “arzu” çeker. Gereksinimlerin aksine, arzu, fizyolojik ihtiyaçlar gibi özsel ve insan inşası olmayan bir kategoriye denk gelmez. Arzu her daim, inşa edilen ve inşası büyük ölçüde dışa yaslanan bir pratiktir. Temel arzu, toplumsal yapı içerisinde insanın kendisine olabilecek en yüksek saygınlık, itibar ve değeri elde etme arzusudur; başkalarından daha iyi olduğunu hissetme, hissettirme, bir rol olarak dahi olsa, bu görünüşü elde etme iradesidir. Biçim’in İçeriğe Üstünlüğü Yaşam hızlandıkça ve çeşitlendikçe, insanların her nesneye ve varlığa ayırabileceği zaman azalır. Bu azalma, her şeyin bir süre sonra yalnızca ilk bakışta değerlendirilmesini zorunlu kılar. Varlıklar, görünür görünmez işaret ettikleri içerikleri taşıyor varsayılırlar. Yani içerik yerine, o içeriği taşıdığını ima eden göstergeler/görsellikler öne çıkar. Bu, insanlara ve varlıklara içerik atamaktan çok, o içeriğe uygun görsel tasarlamanın yaygınlaşmasına yol açar. Böylece imaj önem kazanırken, içerik ciddi şekilde güç yitirir. Başkalarından iyi olma arzusu, kişinin kendisini başkalarından daha nitelikli biri olarak inşa etmesinden çok başkalarından daha iyi görün(ebil)meye ilişkin görünür işaretler olarak inşa etmek şeklinde tezahür eder. Başkalarından daha iyi olmak önemsenmez hale gelir, önemli olan başkalarından daha iyi görünmektir. Görselliğin içeriklere gönderme yapma gücü, içerik üretmenin zorluğuna karşın, görsel oluşturmanın görece kolaylığına yaslanarak görsel bir zenginlik/çeşitlilik üretir. Bu görsellik arttıkça, görsellerden/göstergelerden oluşan bir gösteri ortaya çıkar. Bu dev gösterinin uygulayıcıları da böylece gösteri(ş) peşine düşen, içeriği bir kenara bırakarak imajlar karnavalının ardına takılan bireyler üretir. Toplumsal Gösteri(ş) Bir gösteri ve karnaval ortamında kişiler kendilerinin ancak yavaş yavaş ortaya çıkabilecek olan iç dünyaları, derin kimlikleri yerine, bir çırpıda görünür ve fark edilebilir olan personalar üretmeyi tercih ederler. Bu karnaval gösterisinde herkes olabileceği en ideal kişi rolüne bürünür. Kendisine eklediği her tüketim nesnesi onu toplum gözünde ilk bakışta daha itibarlıymış gibi gösterecek olan toplumsal uzlaşı seçkileridir. Kişinin Alman otomobili, İtalyan takımları, Fransız peynirleri satın almasının ardında kendi derin dünya görüşünün içeriğinden doğan tercihlerden çok, toplumun sığ gösteri(ş) algısına denk düşecek bir donanım elde etme arzusu vardır. Ürünler, kullanım amaçlarının dışında tüketilirler. Birer imaj olarak tüketilirler. Pahalı bir markanın ceketi ya da kalemi giyme ya da yazma ödevinin çok daha ötesinde görevlendirilmişlerdir. Bunlar sembolik (hayal edilerek, söz edilerek, fotoğrafı çekilerek, elde tutularak) hatırı sayılır bir doyumla tüketilse de, fiilen (giyerek ya da yazarak) tüketilmez. Burada simgesel bir tüketim söz konusudur. Simgesel Gösteri İnsan zihni normalde ardında başka hiçbir şey gizlemeyen nesnelere aşkın anlamlar verebilen, birbirleriyle ilintisiz görünen olayları ya da olguları birbirlerine sahte örüntülerle bağlayabilen bir yapıdadır. O yüzden insan zihni, diğer tüm varlıklardan farklı olarak simgesel bir yaklaşım taşır. Simgesel yaklaşım, nesnelerin, olguların, durumların, kendi görünen anlamlarının yanı sıra, bir de işaret ettikleri anlamlar olduğunu varsaymamızı sağlayan yetkinlik ya da yetkinsizliktir. İşte gerçek fizyolojik gereksinimlere denk gelmeyen tüm tüketimlerde ve tüketim örüntülerinde bu simgesel yaklaşım sahne alır. Hiç olmayacak duygular ile nesneler arasında, ilgisiz olaylarla ilgisiz değerler arasında, olmayan bağlantılar inşa eder; ya da reklam ve pr aracılığıyla böyle bağlantıların bulunduğuna duygusal ve bilişsel olarak ikna ediliriz. Kişileri görme süremiz azaldıkça, onların öz değerleri yerine simgesel değerleri ön plana çıkar. Gösteri bir realite değil, bir simgeler dünyasıdır. Gerçek yaşamda beklenilenin aksine, kişiler gerçek birer kişi gibi davranmak yerine, tıpkı bir tiyatro ya da film oyuncusu gibi, kurmaca karakterleri canlandırırlar. Ve bu karakterlerin ömürleri, o tiyatro ya da film senaryosuyla sınırlıdır. Bir başka oyuna/çekime geçildiğinde aktör yeniden başka bir karaktere bürünür. Böylece sürekli rol değiştiren kişilerle karşılaşırız. Kendisini istikrarlı bir benlik olarak sürdüren insanlar çoktan kendilerini her dönem ve coğrafyada farklı kurmaca karakterlere bürünen farklı benliklere saçmışlardır. Her karakter, aktörün kendisini değil, o karakterin içeriğine göndermeler yapan bir işaretler sistemini işaret eder. Kendi içinde tutarlı bir göstergeler bütünü, bir persona inşa ederler ve bunu simgesel olarak yaparlar. İnşa edilen şey, içerikten çok biçimdir. O biçimin simgelediği içeriği izleyiciler tahayyül ederek tamamlar. Ve bu üretilmiş sahte biçim, toplumsal rol, dekor ve film değiştikçe sürekli değişir. Burada toplumsal bir gösteri uzlaşısı vardır ve herkesin rolü olabildiğince gösteriş yapmaktır. Herkesin rolü tüketilen ürünler, hizmetler, üretilen imajlar bağlamında aynı sonucu elde etmeye yönelir; bu tüketimin kendi adlarına konuşması ve şöyle demesi: “çok zengin”, “çok başarılı”, “kendisinden çok memnun”, “çok mutlu”, “çok kültürlü”, “çok rafine”. Yanıtın toplumsal gösteri(ş) uzlaşısından yalıtılması durumunda ise tek bir ses yankılanır: “çok sahte”.