Çarşamba, Nisan 24, 2024

“Toplum İçin Yerel Yönetim” Yazı Dizisi: Mahmut Üstün yazdı | Yağmur nimet, bilim dışı rantçı yönetim felaket

Büyük kentlerimizde yaz ortasında sel baskınlarıyla daha sık karşılaşır olduk. Bu tablo sorumluluktan kaçınmak için sıkça dile getirildiği gibi 40 yılda bir olan afet niteliğindeki doğa olaylarının kaçınılmaz bir sonucu mu? “Bakın Londra’da da fi tarihinde böyle bir şey olmuştu” vb. diyerek savuşturulacak ve sıradanlaştırılacak bir konu mu?

Hiç ama hiç değil…

Arkasında ciddi yönetsel ihmal ve kusurlar bulunan, dolayısıyla önlenmesi mümkün, kaçınılmaz olmayan bir tabloyla karşı karşıyayız.

Neler yapılması gerektiği ve nelerin yapılmadığı bellidir bu alanlarda… İyi bir afet risk azaltma planına sahip olacaksınız… Sanayileşme ve kentleşme politikalarınızı doğa olaylarının bir afete dönüşmemesine yol açmayacak önlemlerle destekleyeceksiniz… Ve bir de küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili gerçekleri bilince çıkaracak, bu alanda da gereken önlemleri alacaksınız.

Kentler doğru kurulmuyor…

Ne yağmur ne deprem kendi başına bir doğal afet değildir. Tam aksine doğal dengeyi korumaya yönelik bir savunma refleksi, bozulanı iyileştirmeye yönelik bir şifa hadisesidir. Her ikisini de felakete dönüştüren -başta da kentleşme alanındaki yanlışlıklar olmak üzere- insan kaynaklı yanlış işlerdir.

Örneğin uzmanlar metrekareye 50 kg yağış düşmesinin normal koşullarda yerde 5 cm. kalınlığında bir su birikmesi yaratacağını ve eğer kent doğru kurulmuş ve altyapısı iyi hazırlanmışsa bunun bir felakete dönüşmesi için hiçbir neden olmadığını söylüyorlar. Ama bizde çok daha küçük ölçekli yağmurlar bile kentlerimizde bir yıkım tablosuna sebebiyet veriyor.

Ne yazık ki en başta başkent Ankara olmak üzere büyük kentlerimizde kentsel altyapının yenilenmesi konusuna yıllardır sırt dönülmüş durumdadır. Rantı yüksek “projeler”le gittikçe betonlaştırılan kentlerde, bu tür felaketlerin oluşmamasının en büyük sigortası olan toprak ve ağaç doku yok edilmektedir. Dere yatakları imara ve yapılaşmaya açılmaktadır.

Bu koşullarda da ciddi hiç bir sorun oluşmadan atlatılabilecek yoğun yağış anları, kaçınılmaz bir felakete dönüşmektedir.

Bilim adamları ve uzmanlar “iklim değişikliği” konusunda yıllardır uyarıyor…

Diyorlar ki, dünyada küresel ısınmanın türevi bir iklim değişikliği hadisesi yaşanıyor. Diyorlar ki başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Türkiye’nin 19 kenti bu değişimin etkilerini çok yoğun olarak yaşayacaklar.

Diyorlar ki hem küresel ısınmayı sınırlandırmaya yönelik hem de yaşanan iklim değişikliği gerçeğini gözeten politikalar saptamak şarttır. Diyorlar ki, kullandığınız enerjiden, kentlerin altyapısına yönelik tercihlerinize, toprak ve yeşil doku ile betonlaşma dengesine kadar her şeyi bu gerçekliğin ışığında saptamak zorundasınız.

Bilim çevrelerinin, uzman kuruluşların bu uyarıları yeni de değil. 20- 30 yıldan beri ısrarla ve yüksek sesle dile getiriyorlar.

1960’lı yıllara göre meteorolojik afetlerin şiddetinde, sayısında ve süresinde dünya yüzeyinde üç kat artış olduğu, yani açık bir iklim değişikliği yaşandığı, ülkemizin de bu süreçten etkileneceği, önlemlerin buna göre alınması gerektiği uyarılarını duymayan kalmadı.

Kentlerimiz sonuçta aşırı ve plansız gelişmenin, dere yataklarını yapılaşmaya açmanın, artan betonlaşmanın, iklim değişikliği gerçeğini gözeten bir kentleşme anlayışından yoksunluğun faturasını bu tür felaketlerle ödüyor.

Ama bizleri yönetenler bundan ders almak bir yana büyük kentlerimize ikinci bir yeni kent daha ekleyeceklerini övünerek kamuoyuna deklare edebiliyorlar.

Öyle gözüküyor ki, bu anlayış itibar ve iktidar buldukça, “Allah’ın yağmuru” daha çok felaketlere kaynaklık edecek…

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER