Türkiye’nin gidişatı ve taşıdığı riskler para veya maliye politikasının dokunuşlarıyla yön değiştirebilecek türden değildir. Siyasi sistemdeki başkalaşımla birlikte bu süreç geri dönülemez şekilde aşılmıştır.

Önümüzdeki 3 yıla yayılan orta vadeye ilişkin tahmin, hedef, varsayım ve para politikası yol haritasının yer aldığı enflasyon raporu ve sunumu gerçeklik ve içerik bakımından önceki döneme göre genelde olumlu karşılanmıştır. Orta vade için dile getirilen öngörülerin makro istikrar, mali disiplin ve siyasi süreç gibi para politikasının kontrol alanı dışında bulunan gelişmelerden de etkilenmesi nedeniyle TCMB’nin stratejisine ilaveten maliye politikası ve siyasi adımların da piyasa tarafından bütünsel analize dâhil edilmesi faydalı olacaktır.

Bu noktada ise doğal olarak farklı yorumlar, belirsizlikler ve sürekli değişen veriler gündemi meşgul etmektedir. Uluslararası kurumlar dahi sıklıkla güncellenen öngörüleri ve yüksek yanılma payları nedeniyle sorgulanırken, içinden geçtiğimiz dönem sürekli sürprizlerin ve beklenmeyen gelişmelerin meydana geldiği, bir bakıma kaotik bir zaman dilimine işaret etmektedir.

Tüm gelişmiş teknik modellere karşın, iktisadi birimlerin değişen davranış ve tepkilerini ölçmedeki zorluk ve küresel ekonominin sofistike yapısı günümüzdeki yanılma payını onlarca yıl öncesine göre çok daha yüksek düzeye taşımaktadır. Türkiye özelinde ise siyasi sistemin evrildiği aşama ve sistemin iş yapış biçimi belirsizliği artırmaktadır.

ENFLASYON RAPORU

Politika faizi artırımı ile miktarsal ve seçici kredi sıkılaştırması ana başlıklarını para politikası çerçevesine yerleştiren enflasyon raporu sunumunda özetle; 2023 sonundan, ama çok daha etkili olarak 2024’ün ikinci çeyreğinden itibaren yeni politikaların enflasyon üzerindeki olumlu sonuçlarının alınmaya başlanacağı, 2024’ün dezenflasyon sürecinin zemininin tesis edileceği bir yıl olacağı, 2025 sonrasının ise istikrar döneminin başlangıcını teşkil edeceği belirtilerek, %70 olasılıkla yıl sonları itibarıyla 2023 için %58 (%54-62 aralığı), 2024 için %33 (%28-28 aralığı) ve 2025 için %15’lik enflasyon tahminleri ifade edilmiştir. Enflasyonda aşağı yönlü kırılma ve düşüş Haziran 2024’den itibaren öngörülmektedir.

Enflasyon tahminlerine ilişkin yukarı yönlü keskin düzeltmelerin nedenleri olarak; başta döviz kuru gelişmeleri olmak üzere, gıda fiyatları ve yönetilen yönlendirilen fiyat ayarlamaları ile vergi-ücret artışları gösterilmiştir.

Enflasyondaki artışın ana belirleyicilerinden olan döviz kurundaki geçişkenliğin maliyet kanalı üzerinden etkisinin bir yıl içinde %25 olabileceği çeşitli modellemelerin bulgusu olarak sunulmuştur. Maliyet kanalı dışında, kur geçişkenliğinin beklentiler ve bilanço kanalları üzerinden de etki yarattığına atıf yapılmış, bu kanallardaki etkilerin derecesi sayısal olarak sunulmamıştır.

Raporun detaylarında ithalat fiyatların 2023 yılında %9,5 düşmesi, 2024 yılında %2,4 artması, gıda fiyatlarının ise 2023’de %61,5, 2024’de %35 artması öngörülmüştür.

Enflasyon üzerinde önemi etkisi olan büyüme ve kapasite kullanım oranına ilişkin TCMB’nin beklentisi ise raporda yer alan ve çıktı açığının konu edildiği grafik üzerinden izlenebilmektedir. Mevcut %3’lük pozitif çıktı açığı (üretimin potansiyeli aşması ve dolayısıyla enflasyon üzerinde artış baskısı) önümüzdeki aylarda düşmekte ve Mart 2024’den itibaren sıfır düzeyine gelmektedir. Seçim ve referandum döneminde bu gerileme siyasi iktidarın istemeyeceği bir durum olmakla birlikte, bir yandan da alınan sıkılaştırıcı tedbirlerin doğal bir sonucu olarak görülebilir.

Enflasyon raporu ve sunumunun bizce tatmin edici bulunmayan üç noktası mevcuttur. İlk nokta; ‘Kademeli geçiş, geçiş süreci, alınan tedbirlerin sonuçlarının beklenmesi’ gibi her tarafa çekilen kavramlar üzerinden politika faizinin neden düşük tutulduğuna yönelik tatmin edici olmayan genel açıklamalar yapılmasıdır. 2 yıl boyunca öngörülen enflasyonun oldukça altında tutulan politika faizinin açıklaması bulunmamaktadır.

İkinci nokta ise; enflasyondaki artışın en önemli kaynağı olarak gösterilen döviz kuruna yönelik yeterli analizin yer almamasıdır. Örneğin, ileriye dönük enflasyon tahminlerinin hesaplanmasında kullanılan kur düzeyi bilinmemektedir.

İktidarın kendi rotasında köklü hukuki değişikliklere başvurmasıyla birlikte garip bir ikilemle karşılaşılacaktır. Çünkü siyasi sistemin giderek daha boğucu ve otoriter olduğu bir dönemde ekonomide serbestleşme ve normalleşmenin yürütülmesi güçleşecektir.

Üçüncü nokta, politika faizi ve piyasa faizlerinin (kredi-mevduat-tahvil) beklenen rotası açıklanmamıştır.

Bu tür taleplere verilecek muhtemel cevaplar; kurun ve piyasa faizlerinin piyasada belirlendiği, politika faizinin ise elde edilen sonuçlara göre saptanacağı şeklinde olacaktır.

GECİKME ETKİSİ

Enflasyon raporlarının niteliğinin ve rapor kullanıcılarının kendi öngörülerini kuvvetlendirmelerine destek sunacak faydanın artırılması için bir önerimiz, parasal aktarım mekanizmasındaki tahmini gecikmelerin daha kısa dönemler için de paylaşılmasıdır. Örneğin, maliyet kanalı üzerinden kur geçişkenliğinin bir yıl içinde %25 olduğu belirtilmiş, ancak alt zaman dilimleri itibarıyla (örneğin kur artışından sonraki ilk 1-3 ay gibi) etkisine yer verilmemiştir. Vergi, ücret, enerji gibi maliyet kalemlerindeki artışların enflasyon üzerindeki gecikmeli etkisinin de 1-3-6-12 ay gibi zaman dilimleri itibarıyla gösterilmesi yararlı olacaktır.

Günümüzde para politikasının araç ve amaç seti tüm dünyada standart hâle getirilmiş olmakla birlikte, en zor konu; atılan adım ve alınan tedbirlerin reel ve finansal sektör üzerinde ne kadarlık süreler içinde hangi derecede sonuç üreteceğidir. Örneğin, kur geçişkenliğinin bir yıl içindeki etkisi %25 ise, bu etkinin büyük çoğunluğu ilk 3 veya 6 ay içinde mi gerçekleşmektedir? Temmuz ve ağustos ayının enflasyon oranlarını öğrendikten sonra hazirandaki kur artışının ya da Temmuz’daki vergi, ÖTV, ücret artışlarının etkisinin büyük ölçüde bittiği söylenebilecek midir?

Para otoritesinin bu konudaki kapsamlı paylaşımları oldukça değerlidir. Enflasyon raporunun detaylarında, para politikasında yapılan bir değişiklik ile enflasyon üzerinde gözlenen nihai etki arasında geçen süreyi ifade eden kontrol ufkuna yer verilen grafikte alınan tedbir ve atılan adımların 2024’ün haziran ayından itibaren etki yaratacağı gösterilmiştir. Dolayısıyla 1 yıl ve üzerine yayılan bir sürede enflasyonla mücadelenin etki yarattığı görülmektedir.

Tabii ki bu süreçte yerel seçimler ve çok daha önemlisi muhtemel bir anayasa referandumunun mali disiplin ve iç talep üzerinde yaratacağı etkinin hangi ölçüde hesaplamalara dâhil edildiği ve bunun ne kadar fiilî durumla örtüşeceği bilinmemektedir. Bu durumu TCMB’nin de bilmesi mümkün değildir.

Enflasyon sunumunda TCMB’nin aldığı bazı tedbirler için sonuçların bekleneceği ve etki analizlerinin yapılacağı ifade edilmiştir. Belirtilen gecikmeli etkilerin hangi zaman diliminde beklendiği önem taşımaktadır. Örneğin, 3 ay veya 6 ay sonra enflasyonun yükselen eğiliminde bir kırılma görülmezse biz bunu tedbirlerinin yetersizliğine mi, yoksa tedbirlerin etkilerini görmek için beklenmesi gereken süreye mi bağlamalıyız? 2023 sonu ve özellikle 2024 ikinci çeyreğine işaret edildiğine göre, 9-12 aylık bir süre enflasyon üzerindeki sonuçların görülmeye başlandığı zaman dilimi olarak tarif edilmiştir denilebilir. Ancak bankacılık sektöründe kredi sıkılaşmasının ve kredi-mevduat faiz artış sürecinin daha önceden gerçekleşmesi, başka bir ifadeyle önümüzdeki 1-2 ay içinde parasal sıkılaşmanın etkisini hissettirmesi öngörülebilir.

EKO-POLİTİK

Yarattığı derin yoksulluk ve bölüşüm krizine rağmen son 2-3 yıldır ısrarla izlenen para ve maliye politikalarının yol açtığı tahribatın farklı kanallar üzerinden ödenmesi safhasına geçilmiştir. Sistemi ve dengeleri bozan, kısa süre için reel ekonomiyi (üretim-istihdamı) ayakta tutan ancak orta-uzun vadede kaçınılmaz yıkıcı etkiler doğuran politikalara ait faturanın ödenmesinde kaçınılmaz noktaya gelinmesi nedeniyle hâlihazırdaki fiyat ayarlamalarıyla karşılaşılmıştır.

Görüşümüz ciddi bir makas değişikliği ile finansal piyasalarda kontrollü bir sisteme geçileceği yönündedir. Hatta ileride yaşanabilecek bir kriz dahi iktidara mevcut sistemi değiştirmenin propagandasını yapma fırsatı verecektir.

İktidar faturanın bölüşümünde de yanlış adımlar atmakta, iddia edilenin aksine dar-orta gelirli kesimin kayıpları artmakta, sanayi üretimine ise istenen düzeyde destek sunulmamaktadır. Oysa ilave bütçe yükü yaratmadan, daha titiz ve incelikli bir maliye politikası ile kırılgan kesimlerin korunması mümkündür.

Önümüzdeki süreç için TCMB’nin öngörüleri, ekonomide ciddiyet ve sorumlulukla hareket edilmesi hâlinde pozitif senaryo dâhilinde ulaşılması mümkün olan değerlerdir. Ancak gerek para politikasına müdahaleler, gerekse maliye politikasında atılabilecek genişleyici adımlar süreci sekteye uğratabilecektir. İktidarın genişletici ekonomik adımlarının uzanabileceği alanın da epey daraldığı ve istediği yönde hareket edemeyeceği de kabul edilmelidir.

Ekonomik değişkenlerin dışına çıktığımızda ise ekonomiyi de etkileyebilecek çok daha büyük riskler mevcuttur. Önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz üzere, önümüzdeki yerel seçim ve çok daha önemlisi bir ihtimal anayasa referandumundan sonra (kanımızca Meclis’te anayasa değişikliği için yeterli çoğunluk sağlanacağı için referanduma gerek kalmayacaktır.), iktidarın kendi rotasında köklü hukuki değişikliklere başvurmasıyla birlikte garip bir ikilemle karşılaşılacaktır. Çünkü siyasi sistemin giderek daha boğucu ve otoriter olduğu bir dönemde ekonomide serbestleşme ve normalleşmenin yürütülmesi güçleşecektir.

Örneğin, iç ve dış ekonomik gelişmelere ve ekonomik gerçeklere ya da ihtiyaçlara göre piyasadaki dalgalanmaların, kur oynaklıklarının, faiz hareketlerinin hangi ölçüde siyasi otorite tarafından kabul edileceği tartışmalıdır. Görüşümüz ciddi bir makas değişikliği ile finansal piyasalarda kontrollü bir sisteme geçileceği yönündedir. Hatta ileride yaşanabilecek bir kriz dahi iktidara mevcut sistemi değiştirmenin propagandasını yapma fırsatı verecektir. Türkiye’nin gidişatı ve taşıdığı riskler para veya maliye politikasının dokunuşlarıyla yön değiştirebilecek türden değildir. Siyasi sistemdeki başkalaşımla birlikte bu süreç geri dönülemez şekilde aşılmıştır.

Soru şudur, peki iktidar finansal sisteme dönük adımları neden şimdi atmamaktadır? Neden şu anda normalleşmeye dönük bir strateji izlenmektedir; bu bir zorunluluk mu, tercih mi, taktik midir? Finansal sistemde başkalaşımın boyutu ne olacaktır? Muhalefetin zayıfladığı ve bir klik tarafından sistemli ve bilinçli şekilde CHP’nin içinin boşaltıldığı ve Cumhuriyet’in harabeleri üzerinde dolaşıldığı bir dönemde anayasa değişikliği iktidar ve ekonomi adına neden bu kadar önemlidir? Bu soruların cevaplarını ayrı bir yazıda değerlendireceğiz.

ü