Perşembe, Nisan 18, 2024

Taşları doğru döşemek: Kemal Kılıçdaroğlu’nun yolu

Tek adam rejimi Türkiye’yi her geçen gün daha da çaresiz ve yalnız hissettirirken alternatif siyasi söylemler neye sahip çıkmalı? CHP Gençlik Politikalarından Sorumlu Başkan Yardımcısı hukukçu Gökçe Gökçen yazdı.

Geçtiğimiz hafta Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giderek Adıyaman’da yıkılan İsias Otel’de kaybettiğimiz öğrencilerin ailelerini ziyaret ettik. Bugün internette otelin yorumlarına baktığınızda hâlâ şu cümleleri görebiliyorsunuz: “Eski bir bina gibi gelebilir ancak içi gayet modern bir şekilde dizayn edilmiş. 10/10 tavsiyedir.” Bu otelde hayatını kaybeden rehberin sesli mesajında ise hepimizin dinlediği cümle şuydu: “Göz göre göre soluyoruz.”

Aileler KKTC’den gönderilen ekip gidene kadar hiç haber alamadıklarını, oraya vardıklarında ise çok büyük bir şoka uğradıklarını anlattılar. Bu şoku hem hiçbir yardımın binaya o ana dek ulaşmamış olmasından, hem de övgüyle bahsedilen bu otel enkaza dönmüşken çaprazındaki binanın camlarının bile kırılmamış olmasından yaşamışlardı. Yalnızca derslerine değil, spora da önem veren ortaokul çağındaki parlak öğrencilerin bir kutlama havasıyla KKTC’den ayrılmalarıyla korkunç haberin alınmasından sonra yaşanan acıyı yan yana düşünmek bile kolay değil.

İsias Otel binasının depreme dayanıksız olduğuna ilişkin son derece ciddi iddialar, enkaz başında bekleyen yakınların bu binanın sahiplerine ve geçmişine dair duydukları ve siyasi ilişkilere dair haklı endişeleri, soruşturmanın gizli tutulmasına dair çabalarla birleştiğinde yerini çok güçlü bir adalet talebine bırakmış durumda. Sürecin özenle takip edilebilmesi için bir dernek kuran aileler artık adaleti, çocuklarına borçları olarak görüyorlar.

Resmi verilere göre neredeyse 50 bin insanımız bu depremlerde hayatını kaybetti. 50 bin insanın hikayesini, kendine özgü karakterini, anılarını ve başkalarının hayatına kattıkları değeri hakkını teslim ederek bir araya getirebilmek bile mümkün değil. Bir araya getirebildiğimiz, dinlediğimiz ve yaşadığımız kadarıyla bile 6 Şubat’tan itibaren hiçbirimiz eski biz değiliz. Zaten olmamalıyız da. Siyaset de eskisi gibi olmamalı.

Siyaseti siyasetçiler arasındaki basit polemiklerden, yarın unutacağımız gündemlerden, hatta şovdan ayıran şey bazen de yaşam ile ölüm arasındaki çizgiyi belirliyor olması. Ali İsmail’in ve Somalı madenci yakınının maruz kaldığı darbeler, Hande Kader’in ve Özgecan Aslan’ın katledilmeleri, Oğuz Arda Sel’in ve Fedai Altun’un “kaza” denilen cinayetleri siyasetin ta kendisiydi.

İstemediği bir yaşam tarzına zorlanan, gittiği her iş görüşmesinde bir kez daha aşağılanan, her geçen gün kendi kendisinden uzaklaştırılan milyonlarca gencin yaşadıkları, siyasetin ta kendisi. Sevdiği sokaklardan, sevdiği insanlardan, konuştuğu dilden “giderlerse gitsinler” denilerek uzaklaştırılan milyonlarca insanın yaşadıkları siyasetin ta kendisi. Bu derece bir yozlaşma görmek elbette hiç istemezdik ama insanlar çaresizce yardım beklerken propaganda videosu hazırlamayı ve çadır satmayı dert edinen de siyasetin ta kendisi.

Eğer bir adaletsizlik varsa ayrım gözetmeksizin tüm sorumluların hesap vermesini sağlayacak özgüveni olanlar, “ne yapalım herkes yapıyor, biz de yaptık” dememiş olan onurlu insanlar da var.

Bizim hizalanmayı reddettiğimiz siyaset budur.

Ama fazlası var. Türkiye’nin her bir yandan tel tel dökülen kurumlarını ayağa kaldırmayı, hiç hoşlanmayacağımız düşüncelerin de ifade edilmesinin bize katacağı değeri görebilmeyi, “torpilsiz ve kayırmasız bir düzen nasıldı” sorusunun cevabını hatırlayabilmeyi dert edinen bir siyaset de var. Demokrasiden elde kalan kırıntıyla yetinerek çizilen sınırlar içinde oyun çevirmek yerine Türkiye’nin bütün zenginliklerine hak ettiği değeri verecek bir düzeni hedefleyen bir siyaset de var.

Eğer bir adaletsizlik varsa ayrım gözetmeksizin tüm sorumluların hesap vermesini sağlayacak özgüveni olanlar, “ne yapalım herkes yapıyor, biz de yaptık” dememiş olan onurlu insanlar da var.

Bu onurlu insanlar, çok sevdikleri Türkiye’de yaşamaya karar verenler, bu ülkenin kurtarıcılarına ve kurucularına minnet borcu hissedenler için büyük bir şans. Bu şansı ise başkasında değil, kendimizde ve birbirimizde bulduk. Tam da ihanet edilen büyük kuruluşun yüzüncü yılında.

Özellikle son yirmi bir yıldır çok değersiz ve yalnız hissettirildik. İyi olmak, diğer insanları düşünmek, paylaşımcı ve mütevazı olabilmek eskiden bize ailelerimizin anlattığı güzel değerlerdi. Zamanla bunlar yerini bireysel düşünmeye dair tavsiyelere bıraksa da salgın hastalıkta da depremde de orman yangınında da selde de aynısını gördük: Hepimiz kurtulmadan, birimiz de kurtulamayacağız.

Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde o meşhur mutfağından çektiği videoda çok güzel bir şey söyledi:

“Ben onarıcı, telafi edici, birleştirici, kucaklayıcı liderlik yapıp asıl geleceğin yeni nesil liderlerine ortamı hazırlayacak kişiyim. Ben bundan sonra geleceklerin siyasi geleceği için taşları doğru döşeyecek kişiyim. Millet İttifakı olarak önce toplumu güçlendireceğiz. Devleti toparlayacağız. Açık yaraları kapatacağız. İnsanların yaşam sevincini geri vereceğiz. Dezavantajlı grupları dezavantajlı olmaktan çıkaracağız.”

Geleceğin yeni nesil liderleri, bu insani krize ve buna sebep olan yozlaşmışlığa, hatta yozlaşmışlara doğru cevabı verenler arasından çıkacak. Otoriterliğin, ekonomik krizin ve korkunç bir emek sömürüsünün altında yalnızlaştırılan, ne kadar güçlü olduğunu henüz fark etmemiş yüz binlerce insan bugün geceleri gelecek kaygısından uyuyamaz hâldeler. Fakat her şeye rağmen ayakta kalmalı ve mücadele etmeliler. Hem geleceğin taşlarını döşemek hem de bir diğerine ses olmak için. Ne mutlu ki Adalet Yürüyüşü’nden bu yana o taşları doğru döşeyen “Birileri Var”.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI