Çarşamba, Nisan 24, 2024

Tarikatların siyasi nüfuzu

Doğru olan ‘’Türkiye’de o kadar tarikat arasından kaç tanesi siyasete nüfuz etmiştir ki?’’ diye sormak yerine; ‘’Türkiye’deki ‘’büyük’’ tarikatlardan kaç tanesi siyasete bulaşmamıştır?’’ sorusunu sormaktır. Meselenin boyutu, sorunun cevabında barizdir.

Bireylerin toplum içerisinde birbirleriyle iletişim sağlamak amacıyla toplumsal örüntü inşa ettikleri sosyal yapılar şeklinde tanımlanan gruplar; her daim aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve din sahalarında etkin bir fonksiyon üstlenmiştir. Bu sosyal yapıların en etkin kesimlerinden biri olan dini gruplar, paydaş inanç esasları çerçevesinde bir araya gelen kişilerin oluşturduğu toplumsal yapılardır.

Bu gruplar faaliyetlerini yürütürken sosyal çevre gereği pek çok kurumla etkileşim içerisine girmiştir. Bilhassa siyaset kurumu, bu etkileşim alanı içerisindeki en fazla etkiye maruz kalan alanı oluşturmuştur. Son günlerde yaşanan toplumda infial yaratan ve aynı zamanda ülkedeki politik kutuplaşmanın seviyesini gösteren olaylar, sorunun aslında ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Tarikatların dünya hayatından uzak bir yaşam tarzını felsefe hâline getirdikleri ve bu ölçüde yaşamaya özen gösterdikleri genel kanı olarak kabul edilse de Türk siyasal hayatı ve sosyolojisinde bu ‘’uzaklık’’ meselesi, kanıksadığından daha yakın bir çizgi izlemektedir.  Bu mistik grupların hangi sosyal sebeplerden kaynaklı bu uzaklığı yakınlaştırdığı ve siyaset kurumu ile kurdukları ilişkinin hangi zemin üzerine inşa edildiği, önemsenmesi gereken bir hususu oluşturmaktadır.

Tarikatların karizmatik olarak atfedilen liderlerinin, kendisine bağlı kitleler üzerindeki su götürmez otoritesi ve bu yapıların mistik motivasyonlarla kuvvetlendirilmiş örgütsel dinamikleri, siyaset kurumu üzerinde de her daim bir etki yaratmıştır. Bu etkinin temelinde ise siyasi otoritenin dini gruplara dair geliştirdiği iki tür refleks yer almıştır.

Birinci etken; siyasi otoritenin dini grupları gayri meşru bir yapılanma olarak görmesi ve pasivize etmek adına ‘’güç’’ kullanması olurken ikincisi; gücün daha büyük bir tepkiye dönüşeceği öngörüsüyle dini grubu, siyasi açıdan tanıyıp onu sisteme entegre ederek yapıyı kontrol altına tutmak ve otoritenin kendi varlığını sürdürebilmesi için ondan faydalanmak olmuştur.

Siyaset kurumunun sahip olduğu güç ve onun sayesinde elde ettiği çıkarlar, toplumun diğer yapılarının dikkatini çeken ve faydalanmak istenen bir alan olmuştur. Zira toplumsal yapılar kendi statülerini korumak ve hatta yükseltmek için diğer benzer yapılarla bir rekabet içindedir. Tarikatlar, dünyevi işlerden uzak kalmayı bir öğreti olarak taşıdıklarını iddia etseler de siyaset ile yan yana olmanın sağladığı avantajları göz ardı edememişlerdir.

Bu durum, dini liderin ve tarikatın kendi otoritesi ve meşruluğunu korumak adına geliştirdiği bir reaksiyon olarak tezahür etse de sınırları olmayan bir nüfuz alanını temsil etmektedir.  Siyaset kurumunun; tarikatların siyaset alanına müdahale ederek bir etki yaratmasına müsaade etmesi mezkûr nüfuz alanını tartışmaya açık hâle getirmiştir.

Tarikatlar, karizmatik bir lider anlayışı ve örgütlü dinamik yapılarıyla siyasi alanda etkin olma fiiliyatında bulunurken kitleleri, kendi ilgi alanlarının haricinde bir meseleye de müdahil etme eğilimi içerisindedir. Siyasi alan üzerinde etkin bir role sahip olan tarikatlar, aynı zamanda iyi bir iletişim ağına da sahiptir. Zira farklı mekânlarda gelişen lehte ve aleyhte akseden olaylara karşı etkili reaksiyonu göstererek uygun bir strateji geliştirmek iyi bir haberleşme ağıyla mümkün olabilmektedir.

Tüm siyasi ve sosyal yapılar, geleceklerini garanti altına almak ve mevcudiyetini ileriye taşımak istemektedir. Bu ilk olarak nitelikli ve niteliksiz insan gücüyle bu alanı yaratacak geniş bir kitleye sahip olmayı gerektirmektedir. Bu nüfuzu elde edebilmek de grubun kurumsal gücünü artırarak müritlerin birtakım dünyevi isteklerini karşılanmaktan geçmektedir.

Dolayısıyla Türkiye’deki tarikatların taşıdıklarını iddia ettikleri dünyevi işlerden soyut, anti-politik felsefe anlayışının bir gerçekliği yoktur. Ayrıca tarikatlar, kendilerine karşı bir hareket tezahüründe ‘’din elden gidiyor.’’ retoriğinin de en büyük tarihi kaynağını oluşturarak din olgusunu, çıkarlarına karşı bir durum ihtimalinde savunma mekanizması hâline dönüştürmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, kuruluş sürecinde yaşadığı büyük değişim ve dönüşüm hareketinin temel amacı, siyasi alanda olduğu kadar sosyal yaşamda da çağdaşlaşmak olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde başlayan ve devletin laikleştirilmesi amacına dair yönelen girişimler, bilhassa 1925 ve 1926, 1927, 1928 yıllarında da devam etmiştir. 30 Kasım 1925 tarihinde “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasını” içeren kanunu kabul edilmesiyle şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara dair hizmetlerin gerçekleştirilmesi ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi’’ yasaklanmıştır. Ancak 100. yılını geride bırakmaya hazırlanan Türkiye’de hala tarikat ve din gruplarının varlığının, etkinliğinin, toplumsal tahribatlarının ve siyasal nüfuzların konuşulması, meselenin patolojik bir hâl aldığına da en büyük işarettir.

Burada konuyla alakalı doğru ölçek: ‘’Türkiye’de o kadar tarikat arasından topu topu kaç tanesi siyasete nüfuz etmiştir ki?’’ diye sormak yerine; ‘’Türkiye’deki ‘’büyük’’ tarikatlardan kaç tanesi siyasete bulaşmamıştır?’’ sorusunu sormaktır. Meselenin boyutu, sorunun cevabında barizdir.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI