Çarşamba, Nisan 24, 2024

Tarihin sükut-u ikrar edeni: Sivil toplum

Sivil toplumun sınıflararası çelişkiler düzenine uyumlu olarak ortaya çıktığını, devlet ve sivil toplum arasında aslında bir ayrım olmadığını söyleyebiliriz. Devletin bekası için hep bir takviye güçtür. Sosyal uyum bir can simididir.

Modern-kapitalist devletin kendi varlığını sürdürmek pahasına, yine onun varlığından kaynaklanan sivil topluma başvurduğunu ve sivil toplumun, kapitalist toplumsal düzenin dayanağı olan sınıflararası çelişkiler düzenine uyumlu olarak ortaya çıktığını ifade etmeye çalıştığımızdan hareketle devlet ve sivil toplum arasında aslında bir ayrım olmadığını söyleyebiliriz. Ve ikincinin, birincinin bekası için hep bir takviye güç olduğunu ve başından beri sınıflararası çelişkilerin tezahürü olarak ortaya çıkan buna, sosyal uyumun bir can simidi olacağını da ekleyebiliriz. Öyleyse, devleti için sivil toplum da bu can simidini pek ala giyebilmesi gerektiğinden toplumsal uyumun nasıl gerçekleşeceği hayati bir yerde durmaktadır. Hem devlet için hem de varlığını onun varlığına borçlu olan sivil toplum için…

SINIFLARARASI ÇATIŞMAYI SERMAYE LEHİNE YUMUŞATIYOR

Mülteciler gibi, sınıflararası çelişkiler sisteminin en dezavantajlı ancak bir o kadar da niceliksel karşılığı bakımından giderek en “tehlikeli” kesimlerinden birinin sosyal uyumu ise modern-kapitalist devletin, sınıflararası çatışmayı sermaye lehine yatıştırmaya çalışması amacıyla doğrudan ilişkilidir. Sivil toplumun bu amaç için tüm gücünü sarfetmesini de bu doğrudanlığa bakarak anlamak gerekmektedir. Sivil toplum denen yapı, sosyal uyumu devleti için sağlar ve onunla birlikte mültecilerin uyumlulaşma sürecinde etkili araçlar geliştirmeye ya da var olan araçları kullanmaya kendisini adar. Örneğin, toplumsal kurumların aile, eğitim, çalışma yaşamı gibi hemen hepsinde, uyumluluk için kollarını sıvar. Tüm yasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda mülteciye devlet tarafından verilecek hakları ve bu haklar karşısında onların mükellefiyetlerini bilir ve bunların hayata geçmesi için çabalar.

Sivil toplum, uyumsuzluğun uyumu olarak tasvir ettiğimiz toplumsal uyum politikasını gerçekleştirme amacı doğrultusunda, bahsi geçen hak ve ödevlerin hayata geçmesi için sahadadır. Birebir varlığıyla hem de. Alandaki bu hali, onu mülteciler bakımından oldukça ulaşılır kılmaktadır. Örneğin, çocuğunu okula gönderemeyen bir mülteci aile için, mahalle muhtarıyla görüşebilir ya da emeğinin karşılığını alamayan mülteci işçinin patronuyla. Ancak bu haliyle, sahadaki tüm dinamik, bilgi ve deneyimi de devlete aktaran yine odur.  Görüldüğü üzere çelişkilerin tam ortasındaki varlığıyla, devlet lehine emniyet sibobu görevini yerine getirmektedir kendisi. Ancak hak ve hizmetlere erişimin sağlanmasında bilgilendirici ve yönlendirici konumdaki sivil toplum, örneğin çalışma hakkı gibi, çelişkiler çarkına çomak sokabilecek potansiyele sahip alanların, dezavantajlı kesimler için kimi olanaklar kıldığını es geçer. Tabiri caizse kafayı kuma gömer. Her ne kadar ileri-kapitalist ülkelerde, bu olanaklar için kapılar aralanabiliyor, örneğin mültecilerin çalışma hakları, sendikalaşmasına da imkân tanıyor olabilse de bu sivil toplumun özgünlüğünden kaynaklanmamaktadır. Bu ülkelerde de sivil toplum dünyanın her kapitalist ülkesinde olduğu gibi devletin aynasıdır çünkü. İlerici, hakların tüm kapsamını ilgilisine tanıyıcı her ileri devletin, sivil toplumu da bir o kadar ileridir.

İstihdamın, mülteciye tanıyacağı olanaklar konusunda suskunları oynayan sivil toplum bahsini bir kenara bıraktığımızda, aslında onunla bu hak arasındaki rekabete dikkat çekebiliriz. Mültecilerin sosyal uyumunun en etkili araçlarından bir tanesinin istihdam olduğu ve onu sosyal uyumun diğer araçlarından farklı kılan kimi özgünlüklere sahip olduğuna da. Nitekim vatandaşlar bakımından bile hak ve sorumluluklar temelinde bir ilişki kurabilmesi için haklara gereksinim duyulduğu ve bu haklardan en önemli olanın da “çalışma hakkı” olduğu iddia edilebilir.[1] Dolayısıyla çalışma hakkının bir uzantısı olarak istihdamın mülteciler bağlamında ele alınması önem arz etmektedir. Sosyal uyum açısından istihdam özgün bir yere işaret etmektedir. Bu özgünlüğün mülteciler kapsamında nereye karşılık geldiği ise başka bir özgün yere işaret etmektedir. Tam da bu özgünlük, devletin gölgesi olan sivil toplumun sıradanlığıyla aşırı derecede zora düşürmektedir.

DEVLETİN YAMACINDAKİ SİVİL TOPLUM, HAKEM OLAMAZ

Sosyal uyum açısından istihdam konusunun önemli ve özgün olarak değerlendirilmesinin ise iki boyutu vardır. Bunlardan ilki istihdamın çalışma hakkının bir uzantısı olarak ele alınması ve çalışma hakkında da modern-kapitalist devletin pozitif varlığını gerekli kılmasıdır. Buna göre istihdam bakımından sosyal uyumda bu devletin varlığının zorunluluğu, onu bu aracı gerçekleştirmek bakımından belirleyici olarak konumlandırmaktadır. Buradan bakıldığında, sosyal uyum aracının gerçekleştirilmesinde zaten belirleyici olarak konumlandırılan modern-kapitalist devlet açısından bir farklılık olmayacağı düşünülebilir. Ancak istihdam konusunda devletin bu hakkı koruma ve güvence altına alması bakımından başat rolü, tarihte sınıflararası mücadelenin bir sonucu olarak emek gruplarının bu çelişkiye olan itirazının bir galibiyetine denk düşmesi bakımından olumludur. Dolayısıyla konu, sosyal uyumun modern-kapitalist tarafından hep sermaye sınıfının lehine olacak şekilde gerçekleştirilmesinden ayrışmaktadır. İstihdam bakımından sosyal uyumda modern-kapitalist devletin varlığı kendine rağmendir. Suskun sivil toplumun ise çalışma hakkıyla yarışı mağlubiyetiyle sonuçlanabilecektir. Ya da devlet aygıtının hep yanında, yamacında olan bir yapı olarak sivil toplumun, emek grubunun bu hakla elde edeceği galibiyet durumunda tarafsızlığı oynaması işten bile değildir. Çünkü hakem olabilmek için, bir tarafı tutmamak zorunluluktur.

İkinci olarak ise birinciyle bağlantılı olarak istihdamın çalışma hakkı kapsamında bir kavram olarak sosyal uyumun modern-kapitalist devletin üzerine kurulu olduğu sınıflararası uyumsuzluk düzeninin bir devamı olma işlevine bir itiraz niteliği taşımasıdır. Çalışma hakkının içerdiği çalışanların örgütlenme hakkı, sınıflararası çelişkinin gün yüzüne çıkarılarak bunu emek kesimleri lehine çevirme potansiyeli taşıması bakımından ezber bozucudur. Tam da bu nedenle istihdam bakımından mültecilerin sosyal uyumu, sosyal uyumun sınıflar arası çatışmanın uyumunu sağlaması bakımındanki ironisine itiraz etme potansiyeliyle özgün bir nitelik taşımaktadır. Ancak tüm bu özgünlüğüne ve devlet teşkilatının karşısında tarihsel rolü bakımından bir itiraz potansiyeli taşımasına rağmen istihdam konusunda sosyal uyumu mülteciler açısından sağlamakta modern-kapitalist devletin sınıflarası çelişkiler düzleminden türeyen ve egemen sınıflar lehine olan belirleyici rolü devam etmektedir. Sivil toplumun ise bir o kadar belirleyen olamaması rolü…

Hasılı, belirleyen olamayan ve belki de tarih sahnesinde hep ara rollere tamah eden sivil toplum ya çalışma hakkı gibi bir hak tüm uzantısıyla sahibine teslim edilip de bu çelişkiler düzenine itiraz edebilme gücüne haiz olabilecek mülteci emeği karşısında ya da emek kesiminin sermaye kesimi karşısında güçlenmesinden dolayı kalesine gol yiyen ve hep onun senaryosunda oynadığı, baş rol devlet karşısında sükur-u ikrar eder.

[1] Kalaycıoğlu, S., & Çelik, K. Genç İnsanın Vatandaş Olma ve Tanınma Hakkı. İnsan Hakları Yıllığı26, 41-57.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI